Biyologlar Derneği yaşanan felaktten dolayı açıklama yaptı. Açıklamada “Tüm bunlar, suçun kimde olduğunu ve ne yapılması gerektiğini net olarak ortaya koymaktadır. Bunu kavramaz ve biran önce gerekenleri yapmazsak öyle görünüyor ki, son 40 yılda yapılan herşeyi tekrar yaptırana kadar suçu her fırsatta üzerine yüklediğimiz doğa intikamını almaya devam edecektir. Umuyoruz ki, biran önce gerçek anlaşılır ve doğaya yapılan müdahaleleri önlemek için gereken adımlar süratle alınır” ifadelerine yer verildi.
İşte açıklama:
Dereler ve sulak alanlar binlerce yıldır biz farkında olmasak da ülkemize hayat veren en önemli doğal alanlarımızdır. Yer altı sularını besliyor, tarlalarımızı suluyor, ekmek oluyor, geçim oluyor, iş oluyor, aş oluyor… Kısacası, hayatı yeniden ve yenileyerek var ediyor. Ne var ki, bizleri yönetenler ya da bir diğer deyişle ‘‘büyüklerimiz’’ dereleri hep gelişmeye engel oluşumlar olarak niteliyor ve sadece sel baskınları yaşandığında önemini hatırlıyor.
Hal böyle olunca da, yağan her yağmur ‘‘felakete’’ dönüşüyor, yaşananların adı da ‘‘doğal afet’’ olarak adlandırılabiliyor. Anlaşılan odur ki, gelmiş geçmiş tüm yöneticiler suçu doğaya atarak kendi yapmadıklarını ya da yanlış yaptıklarını, daha doğrusu suçlarını örtbas etmeye çalışıyorlar. Belki de tüm bu laf kalabalığı arasında suçsuz olan tek şey doğadır! Esas suçlu ise, bu ülkede vatandaşı artık her yağmur yağdığında tedirgin kılan ve 100 kilogramın üzerindeki her sağanak yağışın sele dönüşmesine neden olan gelmiş geçmiş tüm yöneticilerdir. Bununla, birlikte birilerinin çıkıp son yüzyılın en yağışlı yılını yaşadığımızı söylemesi ise bu gerçeği değiştirecek değildir. Fırtına, kasırga, hortum ve benzeri olan gerçek anlamda doğal afet sayılabilecek olayları henüz yaşamış durumda olduğumuz da unutulmamalıdır.
Evet, zor iklimsel koşullardan geçiyoruz ama bizler tek suçlu doğaymış gibi kendi ellerimizle onu hiçe saymaya devam ediyoruz. 6 Aralık gecesi Ciklos’da yaşanan, sonrasında Karpaz’da veya Lefke’de su baskınlarına yol açan ve şimdi de Taşkent-Haspolat-Değirmenlik bölgesinde meydana gelen olayalar ve gelecekte de yaşayacağımız nice benzerleri bu gerçeği ortaya koymaktadır. Bu son olayda bir kez daha yaşananların ‘‘doğanın felaketiyle’’ değil, ‘‘insanın doğayı’’ hiçe saymasıyla olduğu görülmektedir. Pek bilinmese de, Haspolat Çemberi’nin hemen üzerinde kalan Haspolat Göleti’nin içerisinden geçen kara yolu bu duruma verilebilecek en önemli örnektir.
Avrupa Birliği desteğiyle hazırlanan ‘‘Sulak Alanların Korunması ve Yönetimi Tüzüğü’’ sayfa 32’de yer aldığı ve ekteki resimde görüldüğü üzere mavi olarak belirtilen alan sulak alan kapsamındadır ancak içerisinden kırmızı olarak belirtilen karayolu geçirilmiştir. Üstelik, bu yol yapılırken yasal olarak hazırlanması gereken ÇED raporu (Çevresel Etki Değerlendirme) hazırlanmamış, çevre unsuru önemsenmemiş ve hiçbir bilimsel veri dikkate alınmamıştır. Resimde sarı olarak görülen noktada gelişigüzel bir köprü yapılarak sorun yaşanmayacağı varsayılmıştır. Oysa, Taşkent ve Güngör bölgesinden gelen pınarlar ve Haspolat – Taşkent yolu ile Haspolat – Güngör yolu arası bu alana doğal bir drenaj sağlamaktadır.
Tüm bunlar, suçun kimde olduğunu ve ne yapılması gerektiğini net olarak ortaya koymaktadır. Bunu kavramaz ve biran önce gerekenleri yapmazsak öyle görünüyor ki, son 40 yılda yapılan herşeyi tekrar yaptırana kadar suçu her fırsatta üzerine yüklediğimiz doğa intikamını almaya devam edecektir. Umuyoruz ki, biran önce gerçek anlaşılır ve doğaya yapılan müdahaleleri önlemek için gereken adımlar süratle alınır.