Biyologlar Derneği, Batı Nil Virüsüyle ilgili açıklama yaptı.
Açıklamada “Doğa tahribatının alabildiğine sürdüğü ve yıllardır tüm uyarılarımıza rağmen bilimsel temeller ışığında entegre bir sivrisinek mücadelesinin gerçekleştirilmediği bir ortamda virüsün ülkemizde görülmesinin sürpriz olmadığı aşikardır” ifadelerine yer verildi.
“Bu süreçte, sivrisneklerin üremelerini ve beslenmelerini sağlayacak ortamlar oluşturmaktan kaçınmak büyük öneme sahiptir. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak adına sivrisineklerle kaynağında entegre bir mücadele büyük önem taşımaktadır. Üstelik bu mücadele sadece yaz aylarında değil, tüm yıl boyunca etkin bir şekilde sürdürülmelidir. Unutmayalım ki, yıllardır uygulanan kimyasal yöntemler sorunu çözememiş ve beraberinde kanser dahil başka bir çok sorunu yaratmıştır” ifadelerinin kullanıldığı açıklamda sivri sinekle mücadele için çeşitli yöntemler sıralandı.
İşte açıklamanın tam metni:
Batı Nil Virusu (BNV) kanatlılar, atlar, insanlar ve diğer memeli hayvanlarda sinir sistemi hastalıklarına neden olan ve doğal yaşam döngüsü Culex cinsi sivrisinekler ile kuşlar arasında olan bir hastalıktır. Bununla birlikte, atlar başta olmak üzere insanlar ve diğer memeliler düşük ihtimalli, sadece rastlantısal konaklarıdır. Batı Nil Virüsü, insanlara bulaşması durumunda yüzde 80 oranında farkedilmeyecek şekilde atlatılır, yüzde 20 oranında ise ateş, baş ağrısı kusma ve kaşıntı belirtileri gösterir. Yüzde 1’in altında bir oranda ise menenjit gibi daha ciddi belirtiler gösterebilir ve ciddi belirti gösterenlerde dahi ölüm oranı yaklaşık yüzde 10’dur.
Uluslararası kaynaklara bakıldığında doğal dengenin bozulması ve iklim değişikliğinin Batı Nil Virüsü’nün yayılmasını artırdığı yönünde araştırmalar mevcuttur. Buna göre, virüs ilk kez 1937’de görüldü ve 1990 yılına kadar Afrika kıtasının dışında herhangi bir yayılım tesbit edilmedi. Daha sonraki yıllarda Avrupa ve Asya’da görüldüğüne dair kayıtlar vardır. Rusya, Romanya, İsrail ve Yunanistan’da ciddi salgınlar görüldükten sonra 1999 yılında Kuzey Amerika ve 2005 yılında ise Güney Amerika kıtasında Arjantin’de tesbit edildi. Özetle, ulaşım imkanlarının artmasına doğal dengenin bozulması ve iklim değişikliğinin etkisi de eklenince son yıllarda bu virüsün ülkemizde de görülme olasılığının arttığı rahatlıkla söylenebilir.
Sivrisinek sorununun çözülemediği bir ortamda geçen yıl yaşadığımız ‘‘zika virüsü’’ sorunu ya da bu yıl yaşadığımız ‘‘nil virüsü’’ sorunu gibi sorunları da beraberinde yaşamaya mecbur kalıyoruz. Doğa tahribatının alabildiğine sürdüğü ve yıllardır tüm uyarılarımıza rağmen bilimsel temeller ışığında entegre bir sivrisinek mücadelesinin gerçekleştirilmediği bir ortamda virüsün ülkemizde görülmesinin sürpriz olmadığı aşikardır. Öyle ki, Batı Nil Virüsü taşıyıcısı olan Culex türü sivrisineklerin temel üreme alanı lağım karışmış pis sulardır. Bu bilgi ışığında kanalizasyon ve arıtma sistemlerinin gelişmediği, atık suların halen daha derelere ve çeşitli ortamlara döküldüğü ülkemizde Culex türü sivrisinekler ve Batı Nil Virüsü ile etkin bir mücadele söz konusu olamaz.
Bunun için yapılması gereken herşeyden önce atık su sorunun ülkemizde kalıcı bir şekilde çözülmesidir. Ne var ki, yerel yönetimlerin tamamında kanalizasyon şebekesi ve arıtma sistemi sorunu yaşanmaktadır. Aşırı yapılaşma ve nüfus baskısının etkisiyle şehirlerin alt yapısı planlanamamaktadır. Girne örneğinde olduğu gibi 125 bin kişinin yaşadığı bir yerde sadece 15 bin kişiye hitap eden bir kanalizasyonun bulunması kabul edilmez. Hal böyle iken, hükümetin şehirlerdeki kanalizasyon sorununu çözmek için adımlar atmak yerine göstermelik bir şekilde belediyelere ‘‘kimyasal ilaç yardımında bulunma’’ kararı anlamsızdır.
Batı Nil Virüsü ve sivrisinek kökenli diğer tüm hastalıkların yayılmasını önlemek için sivrisinek mücadelesi elbette ki kaçınılmazdır. Ne var ki, virüs tesbit edildikten sonra bir panik havasıyla entegre bir sivrisinek mücadelesinin yaygınlaştırılması yerine hükümetin de desteğiyle birçok belediyenin ‘‘kimyasal mücadele’’ adı altında sivrisinek mücadelesi yapmaya başladıklarını görmekteyiz. Bir kez daha belirtmek isteriz ki, her yerin kirli su birikintileriyle dolu olduğu, kanalizasyon ve artırma sistemlerinin yetersiz kaldığı, dere yataklarına çöp, moloz ve lağım sularının akıtıldığı bir yerde sivrisinek sorunu etrafa kimyasal zehirler atarak çözülemez.
Bu süreçte, sivrisneklerin üremelerini ve beslenmelerini sağlayacak ortamlar oluşturmaktan kaçınmak büyük öneme sahiptir. Kaş yapayım derken göz çıkarmamak adına sivrisineklerle kaynağında entegre bir mücadele büyük önem taşımaktadır. Üstelik bu mücadele sadece yaz aylarında değil, tüm yıl boyunca etkin bir şekilde sürdürülmelidir. Unutmayalım ki, yıllardır uygulanan kimyasal yöntemler sorunu çözememiş ve beraberinde kanser dahil başka bir çok sorunu yaratmıştır. Sivrisinek mücadelesinde kimyasal kullanmadan önce alınması gereken temel ve basit önlemler vardır. Bu önlemlerden bazıları şunlardır:
> Rögar ve kuyu kapaklarını açıkta bırakmamak, açıkta olanları tesbit etmek
> Dere yataklarına lağım suyu boşaltmamak ve derelerin akışkanlığını sağlamak
> Yaşam alanlarının etrafındaki kirli, açık, yüzeysel su birikintilerinin ortadan kaldırmak
> Evlerde mutlaka sinek telleri kullanmak ve sivrisineklerin aktif olduğu gün doğumu ve gün batımı saatlerinde korunmak
> Çevrede su dolu kaplar bırakmamak, evcil hayvanlarımız ve sokak hayvanları için bıraktığımız su kaplarını ise sık sık değiştirmek
> Sulak alanlar gibi durağan su birikintilerinin biyolojik larvasitlerle kontrol altına alınarak üremenin engellenmesini sağlamak