Birleşmiş Milletler Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi’ne göre, dünya üzerinde biyoçeşitliliğe yönelik beş büyük tehdit var. Önem sırasına göre bu tehditler kara ve deniz kullanımındaki değişimler, canlıların doğrudan sömürüsü, iklim değişikliği, kirlenme ve işgalci türler.
1) En büyük yıkıma vahşi doğa alanların tarım arazilerine dönüştürülmesi ve tarımcılık uygulamalarının yoğunlaştırılması sebep oluyor.
2) Deniz ve okyanuslarda aşırı avlanma biyoçeşitlilik kaybının en büyük sebebi. Dünyanın ticari balıkçılık alanlarının dörtte biri aşırı avlanmadan mustarip.
3) İklim değişikliği ise, ekosistemleri her seviyede bozguna uğratıyor: tropikal fırtınalar ve seller gibi aşırı hava olayları habitatları mahvediyor. Kürenin ısınması doğanın saatini de bozdu: böceklerin doğal yaşam döngüsünde yerini alacağı ve kuşların kuluçkaya yatacağı zamanlar birbirine karıştı.
4) Deniz ve okyanuslarda ise gübre ve ilaç kaynaklı nitrojen ve fosfor gibi tarımsal atıkların yarattığı kirlenme devasa bir sorun. Bu kimyasallar doğaya karıştığında süper besleyici haline geliyorlar ve çok hızlı büyüyen bazı türleri yavaş büyüyen diğerleri karşısında rakipsiz hale getirerek doğanın dengesini bozuyorlar.
5) Son olarak da 17. yüzyıldan bu yana bilinen tüm hayvan soy tükenişlerinin yüzde 40’ına sebep olan işgalci türler var. Teknolojinin ilerlemesi ve ulaşımın kolaylaşması ile birlikte İnsan eliyle türlerin ait olmadıkları topraklara taşınması sonucu doğal denge bozuluyor. Bunun en büyük örneği, hiçbir vahşi yaşam alanı kalmamış olan Avustralya. Avustralya’yı “işgalci tür” olan deve popülasyonundan çok su tükettikleri için kurtulma planlarıyla hatırlıyoruz ama develer bu kıtaya elbette kendileri gitmediler. Bu listedeki her maddede olduğu gibi, asıl işgalcilik insan davranışlarından kaynaklı.