Geçtiğimiz haftalarda başladığım seçim propaganda filmlerinin değerlendirmesine bu kez “bağımsız” Cumhurbaşkanı adayı Serdar Denktaş’ın seçim filmi ile devam ediyorum.
Genel bir özet geçmek gerekirse, bugüne dek Kudret Özersay’ın, Ersin Tatar’ın, herhangi birinin sahiplenmediği ancak Ersin Tatar’ın propaganda ekibi tarafından hazırlandığı düşünülen ve Tufan Erhürman’ın filmlerini değerlendirdim.
Kudret Özersay ve Ersin Tatar’ın filmleri, genel yapısı itibariyle birbirine benzerlikler göstermekte; ikisinin de okumuş kişiliği ve bir aile yakınının kaybı üzerine kurgulanan şekliyle daha çok ajitasyon maksatlı hazırlanmış videolar olarak karşımızda durmaktadır. Herhangi bir adayın sahiplenmediği üçüncü video, daha çok Mustafa Akıncı’nın neyi yapamadığının anlatıldığı ancak neyin yapılması gerektiğinin anlatılmadığı bir film olmuştu. İlgili yazıları okumayan varsa eğer, linkleri buraya bırakıyorum. Son olarak geçtiğimiz hafta incelediğim Tufan Erhürman videosunda ise, videonun Kıbrıs milliyetçiliği üzerinde durduğunu, gerek müziği gerekse videonun genel yapısı itibariyle mikro milliyetçi bir yapısı olduğundan bahsetmiştim.
İlgili yazıları okumayan varsa eğer, linkleri buraya bırakıyorum.
Bir videonun anatomisi: Ersin Tatar
Bir videonun anatomisi: Bu Son Olsun
Bir videonun anatomisi: Kudret Özersay
Bir videonun anatomisi: Tufan Erhürman
Gelelim bugünkü konumuza. Bugünkü yazının konusu 12 Eylül tarihinde yayınlanan “bağımsız” Cumhurbaşkanı adayı Serdar Denktaş’ın videosudur. Çalışma kapsamında, videonun sahne sahne derinlemesine analizi yapılarak alt metinde yatan anlamların açığa çıkarılması hedeflenmektedir.
Öncelikle, “Çocuklarımız” başlığıyla sosyal medyada yayımlanan videoyu izlemeyenler bu linkten izleyebilir.
Bir videonun anatomisi
En sonda söylemem gerekeni en başta söyleyeyim. Serdar Denktaş’ın mahallenin tüm çocuklarının C vitamini ihtiyacını karşılamaya ant içmiş gibi bir havası var. Propaganda ürünlerinin adayı sempatikleştirmeye çalışması anlaşılabilir bir durumdur. Zaten bu konsept, hemen hemen tüm adayların videolarında da görülebilmektedir.
Ancak adayların, makamın esas görevi olan Kıbrıs sorunuyla alakalı herhangi bir ifadede bulunmaması ise anlaşılması güç bir durumdur. Devlet de dahil olmak üzere anlamlandırdığımız her şeyin altının boşaldığı bu günlerde sanırım adaylara kalan malzeme de bu oluyor.
Bu video kapsamında söylenebilecek yegane şey, sanırım Denktaş’ın Cumhurbaşkanı olursa portakal sıkmaya devam edeceğinden daha fazla bir şey değildir. Adayların, halk danslarını iyi oynayan, iyi aile babası, şehit evladı ya da portakal suyu dağıtan kişi seçmek istemediğimizi artık fark etmesi gerekiyor.
Serdar Denktaş’ın videosu, bir yer evinin bahçesinde, ağaç altında Serdar Denktaş’ın portakal sıktığı bir görüntüyle başlamaktadır. İki adet hasır sandalye, bir masa ve kadrajda sadece Serdar Denktaş’ın ve portakalların bulunduğu bir sahne…
İlk sahne yine Tufan Erhürman’ın videosunda da olduğu gibi mikro milliyetçilik öğeleri içeren, sandalyesi, evin arka bahçesi, portakalı ile Kıbrıs kültürüne atıfta bulunan bir yapıya sahip. Bu sırada, Serdar Denktaş’ın sesini de duymaya başlıyoruz. Denktaş’ın dış ses olarak devam eden konuşmasında, “cennet parçası bir ülkede yaşıyoruz. Doğasıyla, ürünüyle, havasıyla, susuzluğu ve sıcağıyla…” ifadelerine yer verilmiştir.
Hemen ardından Denktaş’ın torunu ekranda görünür ve dedesine “dede, bana da sık” der. Denktaş bunun üstüne babacan bir tavırla “gel dedeciğim, tabii ki” ifadesini kullanarak güler yüzüyle torununu masaya davet eder.
Buraya kadar gösterilen her sahne, daha önce incelemeye çalıştığım propaganda filmlerine içerik olarak benzemese de konsept olarak ciddi benzerlikler içeriyor. Ersin Tatar’ın babacan tavrı ile Denktaş’ın torununa olan sevgisi, Tufan Erhürman’ın videosundaki Kıbrıs kültürüne atıflarla, Denktaş’ın atıfları… Sürekli aynı şeyleri tekrar ediyorum gibi geliyor.
Devam edelim…
Yanına oturan kızı alnından öpen Denktaş’ın torununa sarıldığı sırada dış ses olarak şu ifadeler kullanılır:
“Aşığız bu topraklara, özgür yaşamaya, babalarımızın bize bıraktığı devletimize” ifadeleri yer alıyor. Bu noktada, Serdar Denktaş’ın “babalarımızın bize bıraktığı devlet” ifadesiyle Baba Denktaş’a atıfta bulunduğunu düşünüyorum. Yoksa kurulan “devleti” ne benim, ne de bu yazıyı okuyan herhangi birimizin babası kurmadı.
Hemen ardından gelen “ve çocuklarımız” ifadesiyle kapıda dört çocuğun belirdiğine de dikkat çekilmiştir. Çocuklara ithafen “yeni kuşaklara güzellikler devretmeliyiz. Onlar için taçlandırmalıyız devletimizi” de diyen Denktaş, maalesef yeni kuşaklara ne gibi “güzellikler” devredeceği ile ilgili herhangi bir bilgi vermemiştir.
Kurgu gereği, dışarıda çocukları fark eden Denktaş, “babacanlığı” ile çocukları da yanına çağırıp hepsine portakal suyu ısmarlamak istemiştir. Burada dikkat edilmesi gerek nokta, sıkacağı bir çocuğun sıkması ve “babacan” Denktaş’ın bu sırada çocuğu desteklemesidir. Verilmeye çalışılan mesaj açık sanırım…
Video sırasında dış seste duyduğumuz “çocuklarımızın gülümseyerek, ‘ne mutlu bana ki, Kıbrıslı Türküm’ diyebilecekleri bir vatan bırakmaktır hayalimiz” ifadesi de Serdar Denktaş’ın bir süredir üzerinde durduğu ve propagandası sırasında da söylediği, “Türkiye ile kavga etmeyecek ama her dediğine de evet demeyecek bir lider” ifadesiyle birlikte, Kıbrıslı Türk milliyetçiliğine bir atıf olabileceğini düşünmekteyim.
Videonun 1.17’nci saniyesinde Denktaş’ın kullandığı, aynı zamanda seçim sloganı da olan “yeni zamanlar” ibaresinin, aslında çocuklara ithafen kullanıldığına dair bir sinyal okuyucuya verilmektedir.
Videonun sonunda ise, “Serdar” ve baba Denktaş’ın yıldızı bizlere gösterilmektedir. İlginç bir detay olarak; Denktaş’ın propaganda sürecine başladığı günden beri dikkat ettiğim bir ayrıntı var. Serdar Denktaş, bu seçimde “Denktaş” ismini kullanmaktan öte “Serdar” ismini kullanmaya özellikle özen göstermektedir. Bunun sebebini bilemem tabii ancak görüntü itibariyle kendisinin, Baba Denktaş’ın gölgesinden kurtulma çabası olarak yorumlayabilirim.