İlkokul 4. sınıf. Türkçe öğretmenim Seher Seyhan kara tahtaya iki halka çizer, birbirine teğet geçen. Yirmi dört küsür çocuğa dönüp “Bir insanın özgürlüğünün bittiği yerde, bir diğerinin özgürlüğü başlar” der. Bir müddet sessiz kaldıktan sonra sözlerini, tane tane, yavaş yavaş tekrar eder:
“Bir. İnsanın. Özgürlüğünün. Bittiği. Yerde. Bir. Diğerinin. Özgürlüğü. Başlar.”
Lütfen bunu tekrar tekrar okuyunuz. Hemen şimdi. Merak etmeyin, bir yere gitmiyorum. Bir kaç dakika ayırın buna. Bu sözleri anlayıp benimsediğinizde yazıyı okumaya devam edebilirsiniz, dilerseniz.
İfade özgürlüğü, yaşama özgürlüğü, basın özgürlüğü, irade özgürlüğü… Bunlar, dışlayıcı değil de kapsayıcı bir topluluk, toplum, ve dünyanın yapıtaşlarından bazıları. “Sen de söyle, ben de söyleyim”, “sen de yaz, ben de yazayım”, “bu benim seçimim, o da senin seçimin.”
Bir sürü, çok çeşit insan var bu dünyada. Kendini, insanoğlunun ideal prototipi diye düşünenlerin uyanma vakti geldi. Kapsayıcı olmak yerine dışlayıcı ‘tek tip’ topluluk, toplum, ve dünyanın yapıtaşıdır. Tek taş. Çok çeşide gerek yok: “Benim yaptığım, düşündüğüm, söylediğim her şey doğru, sen, öteki, öbürü, yanlışsın.”
Benim gibi olmayan öbürü, eşittir öcü.
İnsan hakları kapsayıcı bir düşünceden doğdu: herkes insandır ve aynı haklara sahiptir, göreceli değildir, ayrımcılık yoktur. Hayvanların acı çekmemesi ve insanlar tarafından köleleştirilip, ‘can’ın ‘mal’ gibi kullanılmamasına karşı gelerek hayvanları da kendileri gibi ‘dünyadaki canlılar’ grubuna katarak kapsayıcı düşünce biçimine dahil edenler var. Aynı düşünce, dünyanın doğal kaynakları için ve bilinçli olarak tüketmeye çalışan, insan-hayvan-çevre ağını şimdi ve gelecek zaman için düşünenler ve yaşatmak isteyenler için de geçerli. Ortak payda din, milliyet, cinsiyet, bayrak, toprak, üniforma, takım, ‘benim gibi’ kulübü değil: yaşatarak yaşama çabası. Başkasının özgürlüğünü kısıtlamadan yaşamak ve yaşatmak. Yaşamak. Yaşatmak. Öldürmek, yok etmek değil.
Benliğinin artık varolmayışın düşüncesi bile ağır, nefes daraltıcı, ve göz karartıcı. O duyguyu sezen vardır elbet, gecenin bir vakti uykuda, ya da neşeli bir sofrada sevdiğin herkes toplanmışken kafanda bir fısıltı:
Öleceğim. Öleceksiniz. Öleceğiz.
Hayatı ister bir lanet olarak gör ister bir hediye, farketmez, tek bir tane var herkeste. Hayat verebilmemiz, hayat diye birşey yaratabilmemiz, kurabilmemiz bir başkasından onu alma hakkını vermez. Birinin hayatını alanın ansızın 2 tane hayatı olmuyor. Tuttuğun silah, attığın mermi döner dolaşır seni de vurur, öldürür bir gün. Aileni, arkadaşını, kardeşini de vurur seninle aynı kafadaki bir başkası ‘karşı taraftaki’. Öteki dediğin, öcü zannettiğin gelir seni vurur öldürür. Çünkü sen de onun ötekisisin, öcüsüsün. Onun doğrusu seni öldürmek, yaşatmak değil. Aslında, birbirinizden o kadar da farklı değilsiniz.
Yaşatmak yerine öldürmeyi hak bilenler, görev bilenler birinin hayatını sonlandırmanın ağırlığını düşünmemiş insanlar bir daha düşünsün. Kendi hayatının bittiğini, sevdiklerinin hayatının bittiğini düşünsün. Şimdi düşünsün. Sen bunu başkasına yapabildiğini düşünebiliyorsan, onun aynısını sana yapabilecek olan da vardır. Savaştığın düşmanın ta kendisisin aslında. Düşün. Merak etme, burdayım ben, bir yere gitmiyorum.
Hayat güzel be insanlar. Birbirinizi öldürmektense, kendinize ve başkalarına güzel bir hayat yaşatmayı görev edinin, vicdanınız buna el versin.
Halil Karapaşaoğlu yaşayıp yaşatmak istediği için cezaevinde.
Başkasının özgürlüğünü kısıtlamadan yaşamak ve yaşatmak. Çünkü:
Bir. İnsanın. Özgürlüğünün. Bittiği. Yerde. Bir. Diğerinin. Özgürlüğü. Başlar.
“Ama bu kadar basit değil bu, be gızım!”
Aslında evet, bu kadar basit.