Büke Dorukan
Kültürel rölativizm ve etnosentrizm arasında derin uçurumlar olduğunu düşünsek de iki fikrinde ulaştığı nokta insanları, kabul edilebilir evrensel insan haklarından mahrum eden bir noktaya sürüklenebildiğini görmek bir garavolli hikayesinden yola çıkarak anlamak çok zor olmaz. Kültürel kavramların algılanışı ve kabul edilişi bir çok farklı şekilde yorumlanabilir.
Kıbrıslılar garavolli salyangoz etini yemeyi kültür olarak kabul eder bu kültürel yemeğe başka toplumlardan gelen insanların tepkileri değişebilir.
Kıbrıs’ı ziyarete gelen birinin bir sofrada oturduğunu ve kültürel yemekleri deneyimlediğini düşünün. Masada çok şey bulunurdu ama bir çok toplumdan farklı olarak en çok göze çarpan yemek garavolli olması muhtemeldir. Kişinin tepkisi bu yemeği yemeye alışık olup olmadığına göre değişirdi. Kişinin kendi kültüründen farklı kültürlere olan göreliliği onun tepkisini farklılaştırırdı. Kültürel rölativizm yani kültürel görelilik ve etnosentrizm kavramlarını devreye giriyor..
Etnosentrizm ve Kültürel Göreliliğe Göre Bireyin Tepkisi
Birinci durumda kişi bu nasıl bir şey götür görmek dahi istemiyorum, bunu nasıl yiyorsunuz diyebilir. Bu durumda başka bir kültür gözünden bakarak o kültürü yargılamış olur.
İkinci durumda kişi ben yemem ama buna saygı duyarım, bu yemeği sevenlere saygı duyabilirim dediği bir yaklaşım da gösterebilir. İkinci yaklaşım ile yine kültürü yargılamış oluyor fakat farklı bir bakış açısı ile yargılar. Bu durumda kişi kültürün içinden bakarak değerlendirmeye çalışır ve bir hükme varır.
Bu noktada iki yaklaşım da bir şekilde kişinin edindiği kültürel perspektife tabii.
Birinci yaklaşım farklı kültürleri ve ona göre alışıla gelmişin dışında kalan her şeyi reddeden yaklaşımda birinin etnosentrik bir yaklaşımı var demektir. Yani başka birinin mensubu olduğu kültürü kendi kültürünün değer yargıları ile yargılıyorsa ve salyangoz yemek için iğrenç diyorsa, ya da konu ne olursa olsun din, siyaset, gelenekler, ritüeller hiç fark etmez bu çok yanlış diyebiliyorsa etnosentrik bir yaklaşım var demektir. Tabii bu yaklaşım barınılan kültürün konservatif, komüniter olup olmadığına göre değişecektir. Bu durumda ait olunan kültürü diğer kültürlerden üstün tutmuş olur.
İkinci yaklaşım diğer kültürlerden her hangi bir unsura o kültürün kendi perspektifinden bakmaya başladığımızda kültürel göreliliğe yönelmiş olunur. Burada keskin ayrımlar mutlak doğrular ya da yanlışlar olmaz. Bu perspektifte kültürlerin farklı olduğu, her kültürün kendine göre doğruları olduğunu kabul ederiz.
İnsan Hakları ve Kültürel Görelilik Çarpışması
Değinilmesi gereken konu, insan hakları veya insan haklarına aykırı eylemler ve davranışlar olduğunda kültürel göreliliğin ne derece savunulabileceğidir. Bu durumda bir çok çağdaş politik felsefe düşünürü kültürel göreliliğin anlamını yitirdiğini söylüyor.
İnsan haklarının evrenselliği yani insan haklarının tüm insanlar için geçerliliğini savunan görüşün temelinde bir tezatlık olduğunu savunanlarda vardır. Bunun sebebi İnsan Haklarının evrenselliği iddiasını oluşturacak temellerin tam zıttı olarak oldukça yerel bir şekilde oluşmasındandır. Yani Batı Avrupa kültürünün etkisi altında gelişmiştir. Burada tartışılan konu belirli bir kültürün ortaya çıkardığı bir düşünce evrensel bir düşünce olup olmadığıdır.
Kültürel görecelik, kişinin inançlarının, değerlerinin ve uygulamalarının, başkalarının kriterlerine göre değerlendirilmekten ziyade, o kişinin kendi kültürüne dayanarak anlaşılması gerektiği düşüncesidir. Bu durumda kültürünün getirisi olan her şeyi kabul etmeli ve kendi değer yargılarına göre saygı göstermeliyiz. Bu değerler bir kültürün sahip olduğu basit farklılıklar olmayabilir.
Kültürel görecelik bütün kurum ve kurallar gibi insan hakları kavramının da Batı kültürünün bir ürünü olduğunu savunur. Dolayısıyla insan haklarının evrensel olduğunu iddia etmek onlara göre mümkün değildir. Yine düşündükleri başka bir iddia ise Batı’nın kendi kültürünü diğer kültürlere empoze etmeye çalışmasından başka bir şey değildir.
Modernleşme ve globalleşmenin sonucu olarak Batı demokrasisi, batı hukuku, batı zenginliği gibi ,“Batı eşittir Evrensel” şeklinde bir yanılgının olduğunu savunur.
İnsan haklarının en temelinde yatan ırk, cinsiyet, din farklılıklarının kültür altında ayrıştırıldığı, ötekileştirildiği ve sınıflandırıldığı durumlar göz önüne alınır ve bazı toplumlarda insan haklarının doğrudan ve hukuki olarak desteklendiği şekilde hiçe sayıldığı durumlar mevcutken bazı toplumlarda tamamen kültür, gelenek veya adet olarak uygulanan davranışlar veya ritüeller mevcut.
Kültürel Görelilik ve Tolerans
Politik islam devletlerinin neredeyse tamamında kadınların hakları korunmuyor ve devletin izlediği dini yasalar kadınların ailelerinden ve eşlerinden bağımsız hareketini kısıtlıyor. Birleşik Arap Emirlikleri, herkesin bildiği üzere kadınların her zaman geri planda tutulduğu, çalışma, seçme ve seçilme hakkı, hareket özgürlüklerinin aileleri ve devlet kontrolünde olduğu bir ülke. Burada doğrudan insan hakları temelinde yatan maddelerin uygulanmadığı bir devlet yapısı ile karşı karşıyayız. Bu noktada kültürel göreliliği çağdaş dünyada ne kadar savunabiliriz. Ancak bu devlet yapılarının insan haklarına aykırı dini hukuku insan hakları sözleşmesi nezdinde uluslararası alanda hazırlanan raporlar ve değerlendirmelerden öteye gidemiyor.
Burada yine teorik olarak durumu açıklayacak olursak Politik islam devletlerini bir iç grup olarak varsayalım ve bu iç grubun kayırmacılık yaptığı dış grup Batı kültürü ve insan hakları sözleşmesinin olduğunu düşünelim. İç grup kayırmacılığı Batı kültüründe insan haklarına aykırılık gösterse de İslam devletleri kendi din ve kültürlerinin bunu gerektirdiğini savunup Batı kültürünün oluşturduğu insan haklarını hiçe sayarlar.
Kültürel görelilik öyle bir kavram ki kendi içerisinde çelişen bir sisteme sahip. Batı kültürü tüm diğer kültürleri ve kültürel farklılığa olan saygıyı da insan hakkı olarak tanırken başka bir kültürün getirdiği insani değerleri ve hakları uygulamayan toplumları veya bireyleri eleştirebiliyor.
Peki kültürel göreceliğin kültürlere hoşgörüyü kabul etmesi dolayısıyla kötüye kullanıldığı durumlar olduğunu görüyoruz. Örneğin bir coğrafyanın yüz yıllar boyunca kültürü ve geleneği haline gelmiş kadın sünnetini kültürel görelilik altında tolerans göstermek imkansız.
İnsan Hakları Kültürel Görelilik Kavramıyla Hiçe Sayılamaz
Bu noktada varılacak en doğru sonuç şudur, kültürel göreliliğin kötüye kullanılabileceği yönünde endişeler vardır ve modern devlet anlayışının getirdiği bütün olanaklardan yararlanan devlet, bireyi bu olanaklara karşı koruyan hakları ortadan kaldırması tutarlı değildir. Bunun sebebi eşitlik ilkesi artık Batı kültürü altında tanımlanabilecek bir yapının dışına çıkıp medeniyetlerin geldiği son hal modern ve çağdaş dünyada artık herkesin hakkı olarak olarak görülmesidir. Bu düşünceyi devletler kabul etmeli ve yerel adalet ve gelenekleri, modernizm etkisiyle kişileri korumak ve adaleti sağlamak için özgün bir şekilde geliştirmesi gerekir. Yani modernizmin etkisi altında büyüyen insan haklarını yerle bir edemezler.
Kültürün getirdiği değerleri toplum olarak körü körüne kabul eden ve kültürel görelilik arkasına sığınan din hukuku ve anayasaya bağlı devletlerin değerlendirmesi şöyle olur.
Birey, toplum ve devlet, çağdaş ve modern dünyada medeniyetin geldiği son durumda kabul edilemez eylemleri kültür olarak kabul ediyorsa burada gösterilecek tolerans minimumdadır. Ne yazık ki bu olduğunun içerisinde bir çok ülke çocuk gelinleri, tecavüzü, boşanmaları, çocuk hakları, hayvan hakları, çevreciliğin modernleşmesini ve hak kazanmasını ve yasalara ceza hukukuna geçmesini engelliyor.
Sonuç olarak kültürel görelilik dışarıdan bakılınca kültür farklılıklarına saygı olarak görünse de etnosentrizm kadar olumsuzluk içerebilir. Bir kültüre körü körüne bağlanıp yüceltip dışında kalan her şeyi ötekileştirmek kadar, bir kültürün getirdiği bütün unsurları kabul etme ilkesi insanların temel haklarının sağlanamamasına göz yummak anlamına gelebilir.