Aplıç ve Derinya’nın karşılıklı geçişlere açılması aslında Kıbrıs’ın kuzeyinde 74’den beridir süregelen eski değil eskimeyen bir tartışmayı yeniden alevlendirdi. Çok yerinde bir tespitle Tümay Tuğyan “Derinya sınırının karşılıklı geçişlere açılması, kim ne derse desin, sivil toplumun zaferidir. Başta Mağusa İnsiyatifi olmak üzere, sivil toplum örgütlerinin yıllardır verdiği mücadelenin bir sonucudur” dedi. (Bknz. Siyasi İrade Değil Sivil İrade)
Normal koşullarda sivil iradenin eyleme dönüşmesi sağlıklı bir demokratik düzenin olmazsa olmazlarından biridir ve düzgün çalışan demokratik sistemlerde siyasi iradeyle eşzamanlı olarak gerçekleşir. Yani sivil iradeyi ortak bir amaç doğrultusunda örgütlenen yurttaşların temel siyasi hak ve özgürlükler çerçevesinde bu ortak amaçlarını pratiğe yansıtıp somut değişikliklere yol açması olarak tarif edebiliriz.
Derinya örneğinde olduğu gibi sivil iradenin siyasi iradenin önüne geçmesi ise Kuzey Kıbrıs bağlamında tam da devletin siyasi geçersizliği ve iyi yönetme yükümlülüğünü yerine getirememesi bakımından önemlidir ve Kuzey Kıbrıs’da 74’den beridir süregelen siyasi yapının sürdürülebilirliği konusunda artık denizin bittiğini göstermektedir.
Yani Derinya’nın geçişlere açılması karşımıza siyasi yapının halkın beklentilerine yanıt vermediğini ve devlet yapısının bir temel insan hakkı olarak iyi yönetim ilkelerinden hızla uzaklaştığının sembolik bir yansıması olarak çıkıyor.
Birleşmiş Milletler’e göre bir temel insan hakkı olarak “iyi yönetilme hakkı” nın 5 ana ilkesi var. Bunların birincisi Şeffaflık yani, devlet kurumlarının işleyişini ve uygulamalarının bireylere açık olması. Örneğin yüzlerce öğretmen işsizken veya mesleğinden farklı işlerde çalışırken Türkiye’den gelen öğretmenlerin durumu var. Bu konuda devletin yeterince şeffaf olmadığını düşünüyor bireyler. Neden böyle bir uygulama var gereği nedir bu güne kadar bu konuda yapılmış herhangi bir açıklama yok.
İyi yönetilmenin bir diğer ilkesi ise Devletin Yükümlülükleri yani devletin bireylere ait yükümlülüklerini yerini getirmesi. Bugün gittikçe artan bir asayiş sorunu var. Halk fiziksel güvenliği sağlama konusunda Devlete bakıyor ama Devletin bu konuda somut bir önlemi yok. Devlet bireylerin güvenliğini sağlama konusunda yükümlülüklerini yerine getiremiyor. Bir badadez skandalı var. Devlet yurttaşlarına temel gıda sağlama konusundaki yükümlülüklerini bile yerine getiremiyor.
İyi yönetmenin üçüncü ilkesi ise Hesap verebilirlik yani Devletin kurumlarının işleyişi ve yurttaşlarına karşı olan yükümlülüklerini yerine getirirken yaptıkları ve yapmadıklarının hesabını vermesi ve bu hesap verebilmenin gerekliliği. Ama ne oluyor yukarıda verdiğim örneklerin hiçbirinde Devlet yetkililerinin dişe dokunur bir açıklama yapmaması, yapamaması gercegi var. Dahada vahimi Engin Kara hocamın daha önce burda yazdığı gibi Devlet yetkilileri hukuki teamüllere ters düşen bir bütçe yürülüğe koyuyorlar. Bunun hesabını vermek şöyle dursun Devlet kendi Ombudsmanını kaale almıyor. (Bknz. Hükümet Meydanı Boş Bulunca)
İyi yönetimin dördüncü ilkesi ise Katılımcılık yani vatandaşların devlet yönetimine etkin bir şekilde katılımı. Bireyler bugün kime oy verirlerse versinler kuzey Kıbrıs’ta siyasi realitenin değişmediğini ülkenin gidişatı konusunda hiçbir etkileri olmadığını düşünüyorlar. Yani meşhur Davul tokmak meselesi!
İyi yönetimin son ilkesi ise Devletin vatandaşların taleplerine Yanıt Verme Yükümlülüğü. Yukarıda verdigim örneklerde anlaşılacağı gibi halk taleplerine yanıt veren deyim yerindeyse ‘Hükümet eden’ bir yönetimin yoksunluğundan yakınıyor.
İyi yönetim ilkelerine bağlı kalmak önemli çünkü devlet ve kurumları “iyi yönetim”ilkelerine bağlı kaldıkları oranda bireyler nezdine siyasi geçerlilikleri artıyor. Siyaset bilimcileri siyasi geçerlilik yada bir diğer ismiyle siyasi meşruluğu devlet ve kurumlarının bireyler nezdinde kabul görmesi olarak tanımlıyorlar.
Özetle iyi yönetim ilkelerinden uzaklaşmanın sonucunda halk nezdinde siyasi geçerliliğini yitiren bir siyasi yapıyla karşı karşıyayız. Geçenlerde devletin en yüksek kademelerinden birinde görev yapan bir devlet görevlisi bana “sol zaten bu devleti hiç benimsemedi ki” dedi. Gelinen bu noktada bana göre sorun ideoloji ekseninden çıkmış temel hak ve özgürlükler seviyesine inmiştir. Fiziksel ve ekonomik güvenlik veya beslenme ideolojik ihtiyaçlar değildir.
Bu bağlamda düşündüğümüzde Derinya’nın geçişlere açılması aslında gittikçe artan oranda bir temel insan hakkı olarak “iyi yönetilme” hakkı çiğnenen bir toplumun bu hakkına sahip çıkması da demektir bir anlamda. Ve yeşeren bir umuttur da.