Tam dört yıl önce -hatta beşinci yılına girdik- bir şehir tam bu zamanlarda bizi kustu…
„Silahlar patladı. 7-8 insan düşmüştü. ‘Cemile’ diye seslendim, ses çıkmadı. Koştum, kızımı kucağıma aldım ‘Ahh anne’ dedi. Sonra bitti…“
7 Eylül 2015 gecesi Emine Çağırga, kızı belki yaşıyordur diye Cemile’yi koynunda yatırdı!
Cemile hiç uyanmadı.
Kimi çağırdıysa gelmedi…!
Sokağa çıkmak yasaktı ve çağırdıkları ambulanslar gelmiyordu.
Hastaneye götüremedi. İki gün kucağında yatırdı. Cizre her Eylül ayı gibi yine çok sıcaktı.
Cemile’nin teni çürüyor, kokusu değişiyordu. Emine evin dondurucusunda ne varsa çıkardı; Cemile’yi beyaz bir beze sarıp dondurucuya bıraktı… Evin buzdolabına konulan diğer gün sofraya konulan bir zeytin değil veya küflenmesin diye kaldırılan peynir değil; kızı Cemile… Cemile kokmasın istiyor. Kokarsa başka kokar; doğumun kokusu kalsın istiyor.
Sanki orada olursa ölüm uzak düşer…
Günler sonra Osman Çağlı, Meryem Süre ve 35 günlük bebek Muhammed Tahir Yaramış ve 13 diğer kişi ile birlikte defnedildi.
Fatma’nın yaşadıkları Cizre’de olacakları anlatsa da kimse bundan kaçamadı.
Bostancı sokağının sesini önce TV ekranlarında duyduk. Sonra sesi uluslararası parlamento salonlarında yankılandı:
„Biz katliamdan geçirildikten sonra kimse gelip çekip, görüntüleyip ya da cenazemize sahip çıkmasın.
Cizre direniyor, Cizre açtır, Cizre susuzdur ama Cizre onurlu ve Kürdistan’ın şerefini korumaya yemin etmiş ilk günkü gibi koruyacaktır. Hiç kimsenin bir kuşkusu olmasın.“
Bostancı sokak ve sokağa paralel ÜÇ BODRUM’da 10’larca kadın ve erkek vardı.
Bostancı sokak ve paralelindeki sokaklarda üç Bodrum’a sıkışmış onlarca kişinin mesajını bize taşıyan Mehmet Tunç, son sözlerini sarfettiğini biliyor gibiydi;
„Biz direndik, diz çökmedik, bizimle gurur duyun.“
2 Mart 2016 günü Mehmet Tunç’un bize seslendiği o bodrumu gördüm… Yanmış eti bodrumun duvarlarında konuşur gibiydi… Mehmet Tunç’un eline dokunamadım. O’nun elini tutabilsem bugün kendi sesi yankılanırdı. Askeri ablukaya inat Bostancı sokağına girebilseydik Gülistan Üstün, Berjin Demirkaya, Mehmet Yavuzer, Rohat Aktaş, Hacer Aslan ve onlarca kişi bugün bizimle olacaktı…
O gün o bodrumlardan Tunç ve arkadaşları sağ salim çıkarılsaydı bugün bütün Türkiye Bostancı sokak gibi sessiz olmayacak ve siyaset bu kadar pespaye olmayacaktı. Tunç’un sesini duymadık dersem yalan olur; duyduk lakin öyle evlerimize sindik.
Bir şehir hepten değişti; hissiyat ve ruh sanki sis içinde kayboldu.
Mehmet Tunç ‘Katliam’dan sonra gelmeyin’ demişti, gittik…
Cemile’yi kucaklayamadık, onun ufak eline dokunamadık.
Bostancı sokağında rüzgar yeniden eser mi?
Dicle boynu bükük de olsa akıyor.
Yine de Bostancı sokakta iki aşık el ele yürüyorlar.
Kumral olanı esmer adamın dudak ucundan öptü.
Rüzgar saçlarını savurdu.
Bak işte tam orada bir çocuk top sektirdi…!
Leyla’nın elleri bak tam orada. Nasır, Mustafa, Dilek, Gülistan…
Nabızları atıyor.
Bize sesleniyorlar.
Seslerini duyuyoruz; seslerine dönelim…