Bilim insanlığın en önemli icatlarından biri. İlham verdi, anlam kazandırdı; cehalet ve batıl inanç örtüsünü kaldırdı, toplumsal değişim ve ekonomik büyümenin katalizörü oldu ve sayısız yaşamlar kurtardı.
Yine de tarih bize bilimin hem iyi hem kötü olabileceğini gösterdi. Bazı keşiflerin faydadan çok zararı oldu. Ve internette listelenen “bilimin en büyük gafları” arasında hiçbir zaman rastlayamayacağınız bir büyük hata var.
Bilim tarihinin en berbat gafı hiç şüphesiz insanları farklı ırklara sınıflandırmaktı.
Bugün bu şaibeli paye için bazı büyük rakipler mevcut: Nükleer silahların, fosil yakıtların, CFC’lerin (kloroflorokarbonlar), kurşunlu benzinin ve DDT’nin icat edilmesi gibi falsolar. Işıklı eter, genişleyen toprak, dirimselcilik, boş sayfa teorisi, frenoloji ve Piltdown Adamı gibi müphem teoriler ve şaibeli keşifler bunlardan birkaçı.
Ancak ırk teorisi bunların arasından sıyrılıyor çünkü anlatılmaz ıstıraplara sebep oldu ve barbarca sömürgecilik, kölecilik ve hatta soykırım edimlerini meşrulaştırmak için kullanıldı. Bugün bile toplumsal eşitsizlikleri meşrulaştırmak için kullanılıyor ve dünya çapında aşırı sağın yükselişine ilham vermeye devam ediyor.
Irkın birçok insan için hala nasıl bir anlamı olduğu konusunda şüpheniz varsa, Nicholas Wade’in 2014 tarihli kitabı A Troublesome Inheritance’ın (Sıkıntılı Bir Miras) etrafında dönen tartışmalara bir bakın derim.
İnsan ırkları, sürekli genişleyen Avrupa sömürgeciliğinin parçası olarak karşılaşılan ve sömürgeleştirilen yeni insan gruplarını kategorize etme çabasıyla on sekizinci yüzyılda Johann Friedrich Blumenbach gibi antropologlar tarafından icat edildi.
Irk kategorilerinin keyfi ve sübjektif olduğu daha en başından beri geniş şekilde kabul ediliyordu. Çoğu zaman ırklar insan grupları arasındaki biyolojik farklılıklardan ziyade kültürel veya dilsel farklılıklar temelinde gerekçelendiriliyordu.
Antropologların ırklar hakkında psikolojideki farklılıklara (zeka ve insan grupları arasındaki eğitim ve sosyoekonomik sonuçlar dahil) biyolojik bir açıklama getiren yazılar yazmakla meşgul olduğu yirminci yüzyıla kadar, mevcudiyetleri verili bir doğru gibi görülüyordu.
Yine de bilimin ırkla ilgili iddiaları her zaman tartışmalı olmuştur ve ırk kategorilerinin pratikte uygulanmasının anormal zor olduğu hep kabul edilmiştir.
Irk teorisinin ünlü bir eleştirisi Amerikalı antropolog Ashley Montagu’dan geliyordu. 1941’de şöyle yazmış: “‘Irk’ denilen omletin, antropolojik hayal gücünün ısısı ile indirgendiği istatistiksel tavanın dışında hiçbir varlığı yok.”
Irk bugün kamusal ve siyasal olarak halen anlamlıysa, bilim insanları bu konuda ne düşünüyor? Özellikle de antropologlar ırkların halen geçerli olduğuna inanıyor mu?
Geisinger Health System’dan Jennifer Wagner ile ekibinin 3000’in üzerinde antropolog ile yaptığı bir anketin sonuçları American Journal of Physical Anthropology dergisinde yayınlandı ve antropologların görüş ve inançlarına dair değerli çıkarımlar sunuyor.
Ankete katılan insanlar, dünyadaki en büyük antropolog örgütü olan Amerikan Antropoloji Derneği üyeleri.
Irkların gerçek olup olmadığı, biyoloji ile mi belirlendikleri, ırkların tıpta bir rolü olup olmadığı, ırk ve nesebin ticari genetik testlerdeki rolü ve ırk kavramını artık kullanmaya bile gerek olup olmadığı gibi ırkla ilgili 53 soruyu yanıtlamaları istenmiş.
En dikkat çekici sonuç, “İnsan nüfusu biyolojik ırklara göre alt kategorilere ayrılabilir” ifadesine katılımcılardan yüzde 86’sının katılmıyorum veya kesinlikle katılmıyorum demesi.
“Irk kategorileri biyolojiyle belirlenir” ifadesine yüzde 88 katılmıyorum veya kesinlikle katılmıyorum demiş. “Çoğu antropolog, insanların biyolojik ırklara göre alt kategorilere ayrılabileceğine inanıyor” ifadesine yüzde 85’i katılmıyorum veya kesinlikle katılmıyorum demiş.
Bu tablodan antropologlar arasında ırkların gerçek olmadığına, biyolojik gerçekliği yansıtmadıklarına ve birçok antropoloğun bilimde ırk kategorilerine yer olduğuna inanmadığına dair açık bir görüş birliği olduğunu çıkarabiliriz.
Ama anket sonuçlarını biraz kazıdığımızda, ayrıcalıklı gruplardan gelen antropologlara – örneğin ABD bağlamında ‘beyaz’ erkek ve kadınlar – dair sıkıntılı bulgular ortaya çıkıyor. Ayrıcalıklı gruplar, ayrıcalıklı olmayanlara nazaran ırkı geçerli kabul etmeye daha eğilimli.
Bu ayrıcalıklı bilim insanları ankete katılan antropologların yüzde 75’ini temsil ediyor. Güçleri ve etkileri alana hakim. Hangi araştırmaların yapılacağına, kimlerin fonlanacağına onlar karar veriyor, yeni antropolog kuşağını onlar eğitiyor ve ırk gibi meselelerde fikri sorulan uzmanlar olmanın yanı sıra alanın kamuya dönük yüzünü de onlar temsil ediyor.
Bundan çıkan ders çok açık. Bilinçdışı önyargılardan, özellikle de toplumsal statü ve kültürün ırk gibi meselelerde inançlarımızı şekillendirmedeki etkisinden antropologlar da azade değil.
İronik ama bir disiplin olarak biz antropologların, bir yandan tarihsel olarak ayrıcalıklı olmayan gruplardan bilim insanlarına daha fazla yer açarken diğer yandan da kültürel olarak derinlere işlemiş kendi görüşlerimizle çok daha sıkı hesaplaşmamız lazım belki de.
Ama yine de anket çok güçlü bir tavır ortaya koyuyor. Kendi disiplinleri ırksal sınıflandırma sistemini icat etmiş olan bilim insanları, ırkı güçlü bir şekilde reddediyorlar.
Aynı zamanda antropologlar arasında onlarca yıllık genetik kanıtların insan varyasyonlarının ırk denilen kategorilere ayrılamayacağını gösterdiğine dair evrensele yakın bir kabul olduğunu gösteriyor.
Fildişi kulemden başımı uzattığımdaysa, siyaset sınıfının veya daha geniş toplumun ırka dair böyle güçlü bir tavrı yakın bir gelecekte benimsemesi ihtimalini göremiyorum maalesef.
Çeviri: Serap Şen/dunyadanceviri.com
https://theconversation.com/the-biggest-mistake-in-the-history-of-science-70575