Bilgi konusunda Tatar ile Erhürman’ı kıyaslamak bile abestir. Ancak, gelinen koşullarda kimin ne kadar çok bildiğinin önemi nedir?
Hepimiz biliyoruz ki, Kıbrıs Sorununda Kıbrıslı Türk toplumu, kendi kaderi ile ilgili son sözü söyleme yetkisini Kıbrıslı Rumlarla birlikte kullanabilir. Karşılıklı olarak uzlaşamazlarsa da, yapılan çalışmanın bir önemi yoktur ( Annan Planı referandum sonucu bunun en net örneğidir)
Tek başına alabileceği kararları da ancak ve ancak Türkiye olur dedikten sonra yapabilir. Denktaş’tan bugüne kadar kritik kararlarda Türkiye olurunun ne kadar önemli olduğunu da defalarca gördük. En yakın örneği ise Crans Montana’da konferans sonuna gelirken, garantilere dair son konuşmanın ancak Yunanistan ve Türkiye Devlet Başkanlarının toplantıya katılması ile mümkün olacağı vurgusunda veya Annan Planına Hayır diyen Denktaş’ın siyasi hayatına son verilmesi gösterilebilir. Son seçim döneminde, Türkiye ile ilişkilerin bu kadar ön planda tutulması da yine açık bir örnektir.
Kıbrıs sorununda, konuya hakim olmak değil konuyu dönüştürecek aktör olmak çerçevesinden baktığımızda solda veya sağda ezberlenmiş pozisyonların ötesinde, Kıbrıs sorununu sonlandırmak için bilgiden çok “iradeye” ihtiyaç vardır. İrade ise olması ihtimal dışı bir konuyu gündeme getirip tatava yapmak değildir. İrade, uzlaşılacak bir çerçevede, koşullar ne olursa olsun ısrarcı olmaktan geçer, büyük biraderin izinden gitmekten değildir.
Son zamanlarda yaşananlarda, politik irade gaspını farklı biçimlerde yaşadık. Cumhurbaşkanlığı seçimleri, hükümetin oluşumu, UBP Genel Kurulu gibi birçok olayda tekrarlandı.
Bu noktadan birileri hem çoğunluğu temsil etmeyi başarıp hem de icazetsiz olarak söyleme cüretini gösterdiği zaman farklı bir politik süreçten bahsedebiliriz. Muhtemelen tek çıkış noktası da bu kalmıştır. Onun dışında bilgiye dair yarışmak isteyenler, lisedeki gibi bilgi yarışması düzenleyebilir. Bu birçok kişi tarafından izlenir, birçoğunu mutlu edebilir, bol cıbbana bol like getirir ancak Kıbrıs sorununun çözümüne katkı sağlamaz…