Hayatın kendisi bir dans değil midir daha başlarken;
önce anne rahminde sonra yaşam mücadelesinde,
önce kendimizle sonra çevremizle ettiğimiz dans.
“Ben bir öğretmenim” diyerek başlıyor oyun. “Ben bir öğretmenim, onlara vicdanlı olmayı, empati kurmayı öğreten..” aslında birçok özellik sayıyor öğretmen kimliğiyle ilgili. O an öğretmen olası geliyor insanın, fakat biz seyirciler her zaman öğrenciyiz izlediklerimiz karşısında. Ne çok şey öğreniyoruz, ne çok şey öğretiyorlar bizlere şu oyuncular. Oysa oyun yazarımız ve yönetmenimiz Leyla Ulubatlı’nın da konuşmasında dediği gibi amaçları ders vermek değil ki, sadece eğlenmek. Böyle bir çalışmada olduğunuz için teşekkürler ve de tebrikler Leyla Ulubatlı.
Onlar; Geçitkale Belediyesi’nin kurmuş olduğu meclislerden biri, Engelli Meclisi.
Onlar; aralarında ilk kez sahneye çıkmış olan kişilerin elinden tutup, sabırla, emekle, el ele güzel bir çember oluşturan bir ekip.
Onlar, herkese rağmen tebessüm eden ve o tebessümü sizin yüzünüze yansıtan sevgi kelebekleri.
Onlar hakkında çok şey yazabilir-söyleyebilirim.
İki ayda yazılıp çalışmaları tamamlanan bir oyun çıktı karşımıza, gittik izledik güpgüzel insanlarla, güpgüzel insanları. Zaten sahnedeki isimleri yeterdi, yüzlerinde taşıdıkları o anlamlı ifadeler yeterdi anlatmaya her şeyi. Yine de Rüzgar fısıldayıp durdu kulaklarına söylemek istediklerini. Onlar da söyledi.
Kısa, anlamlı, yerinde mesajlar verildi yüreklere. Yüreklerin gözleri doldu, dolduğu kadar taşabilse sözlere. Çünkü sözlerle ifade etmek zordur çoğu zaman. Çünkü denk bir kelime bulamazsınız, en güzel kelimeyle anlatmak istersiniz fakat o en güzel kelime nedir bilemezsiniz. Yakıştıramazsınız hiçbir kelimeye o duyguları, yüreklerde kalır bu yüzden de. Belki sahnedeki Güzellik’e bakmanız yeterlidir anlamak ve anlatmak için. Elinde aynası ile gezen Güzellik’in yüzünde öyle harika bir tebessüm vardır ki, gözlerinden taşırır bunu ister istemez Sıdıka Sevilir. Güzellik ismi karakterin ile bütünleşmiş Sıdıka, tebrikler.
“Ben bir öğretmenim” der ve sıralar öğretmenin karakterini sahnedeki kadın. Sonunda ekler “ben bir öğretmendim, ta ki…….”
Ne zamana kadar öğretmendi bu kadın? Artık öğretmen değil mi, değilse neden? Kadın çaresiz. Kadın yasta gibi fakat yasta mı anlaşılmıyor, tepki vermiyor ki anlaşılsın. Nabzı atıyormuş baktılar, fakat nabzın atması yeterli değildir yaşamak için. Ne zamana kadar atabilir ki o nabız, yaşamayan bir bedende? Ruhunu suskunluğa zincirlemiş, hareketsiz, sessiz kadın ne oldu sana?
Rüzgar ve Barış, gerçekten de rüzgar gibi esip duruyor sahnede, oyuncular arasında. Rüzgar, Sibel Boşnak. Barış, Mehmet Ulubatlı; sahnenin iç sesi değil sadece, seyircinin de iç sesi. Kulaklarımızda yankılanan sözleri ne kadar da yerinde seçmişler. Her cümleyi değil iki kez, on iki kez de duyabilirdik.
Güzellik yetemiyor ki kadını konuşturmaya. Kadın mutsuz mu sanki, mutsuzsa neden? Doğa’yı çağırıyorlar belki o, derman olur dertlerine. Canla başla mücadele ediyor Barış, illa ki konuşturacak kadını hala hayattayken. Rüzgar, gölge gibi peşinde her birinin.
Doğa gelir, gelir ama yardım etmeyi reddeder? Siz, Doğa olmuş olsaydınız yardım etmeyi neden reddederdiniz? İnsanlar size kötülük yaptı, bu yeterli bir neden midir insana yardım etmemeniz için? Dağlarını deldiler, çöplerini attılar, neler neler yapmadılar ki? Neler neler yapmadık ki? Doğa çok öfkeli. Çok. Meltem Vargın, Doğa, yükselen sesi ile öfkesini hissettiriyor doğanın. Bir tokat gibi yüzümüze çarpan gerçekler bunlar. Öfkesi dinecek mi Doğa’nın bilmiyorum. Fakat doğayı, doğa ile empati kurarak oynadığı için kendisini tebrik ediyorum.
Doğa da insan için bir şey yapmadığından Akıl’a gidilir. Söyle bakalım Akıl neyi var bu kadının? “Bu kadın bir öğretmen” der Akıl. Düşünerek cevap verir her soruya Turgut Çavuş. E öğretmen tamam da derdi ne? Derdi insanlar der Akıl. İnsanlar, insanın en büyük derdi mi gerçekten? Neden? Eğlenerek eğlendirerek oynadın Turgut Çavuş, tebrikler.
Kadın hareketsiz, Barış’ın umudu var her zaman insandan yana. İnatla savunur umudu ve inatla kesmez insandan umudunu. Sahneye ne güzel yakışıyorsun Mehmet Ulubatlı. Senin de dediğin gibi “duygular, insanlar olmadan anlamsızdır.”
Akıl, ne güzel düşünür, Bilgi’den yardım almalıyız der. Gelir Bilgi. Gelir Hasan Sevilir. Elinde kitabıyla. Ne güzel durur elinde kitap Bilgi’nin. Akıla bilgi ne güzel yakışır değil mi, ama güzel ama gerekli bilgiler… Bilgi der ki Sevgi ve Emek’ten yardım almalıyız. Haklı, sevgi olmadan hangi sorun çözülmüş ki bu da çözülsün. Çağırıyorlar Sevgi’ye, Hayriye İmamoğlu’na. Çağırıyorlar Emek’e, Kemal Vargın’a. İkisi de geliyor, uzun zamandır emeğe saygı yok diye yakınıyor Emek fakat reddetmiyor yine de yardım etmeyi. Kabul ediyorlar, yardım edecekler. Sevgi, kalplerle çizilmiş bir karakter, Emek’in elinde testere. Karakterlerine yakışan bir giyimle karşımızdalar, sadece yüreklerimize değil gözlerimize de dokunuyorlar varlıkları ile güzellikleri ile oyunları ve oyunculukları ile. Tebrikler Hayriye İmamoğlu, tebrikler Kemal Vargın.
Doğa olmadan olmaz ki, hepsi bir olup Doğa’ya yalvarıyorlar yardım etmesi için. Vaatlerde bulunuyorlar insanları uyaracaklar diye. Bize katıl bize yardım et diyorlar.
Kadın onlardan uzakta; kadın iki metre değil, derin bakışları ile onlardan kilometrelerce uzakta. Kadın bilinçsiz gibi, yorgun gibi, çaresiz gibi, ümitsiz ve de umutsuz gibi. Kadın duygulardan çok uzakta. Leman Baykan sessiz duruşu ile kadını o kadar çok konuşturdu ki… Derdini merak etmedik değil, ettik elbet fakat belli taşıdığı çok çok ağır bir dertti. Teşekkürler Leman Baykan, ellerini bırakmayıp, seslerini duymamızı sağladığın için bu güzel insanların.
Doğa sonunda yardım etmeyi kabul etti, onlar gibi biz de sevindik. Derdini anlatmaya başladı kadın, sevincimiz kursağımızda kaldı sanki eğri giden bir lokma gibi.
Oğlu varmış beş yaşında, vicdanlar ölmüş o gün; oysa o vicdanlı olmayı öğreten bir öğretmendi. Durduramamış oğlunu, atılmış yola.. sağlıklıymış, çok sağlıklı.. her şey bir anda oldu. Her şey hep bir anda olmaz mı? Birden bire olmuş her şey. Her şey birden bire olmaz mı? Deforme bir vücutta büyüyordu artık oğlu. İnsanların bakışları, ah insanların(!) bakışları. Oysa empati kurmayı öğreten bir öğretmendi o kadın! Derdini anlattı kadın, duygular sarıldı kadına, tabi Rüzgar ve Barış da. Sımsıkı ama, yalansız ama, gerçekten ama. Kadın tuttu elinden duyguların. Duygular onu yeniden hayata döndürdü. Onlar, sahnedeki oyuncular, hayattaki baş karakterler, onu hayata döndürdüler. Ona öğretmen oldular güzellikleri ile. Öğretmen’in de dediği gibi “herkesin sizden öğreneceği güzellikler var.”
“Ben sen’im, sen de ben. Hayat bir değişken…” diyen Sol Anahtarı, sen ne güzel bir grupsun. Sizi de tebrik ediyorum duyarlılığınızdan dolayı ve tabi ki aynı nedenle seyre gelenleri de.
İzleyicilerin tam not verdiği bu oyun, çok önemli bir soru ile başlamıştı aslında. Bahsettiğim beş yaşındaki çocuk nerdeydi, hayatın neresindeydi? “Nerde o? Nerde o? Nerde?”
Biz o çocuğu hep görelim lütfen, Geçitkale Belediyesi’ne o çocuğu gördüğü için teşekkür ederim.