Barbaros Şansal’ın sınırdışı edilmesi en fazla bizim hazin hakikatimize dair birşey söylüyor. 1983 yılından beri oynamaya çalıştığımız devletçilik oyunu artık buraya kadar. Şansal’ın bize tuttuğu aynada, bağımsız ve egemen bir devlet olamayışımızı, iktidarsızlığımızı, Türkiye hükümetlerinin talimatlarıyla kararlar alan hükümet mensuplarını ve en temelde Kıbrıs’ın kuzeyinde kurulan siyasi yapının Türkiye Cumhuriyeti’nin bir alt yönetimi olmaktan ileri gidememiş olduğu gerçeğini görüyoruz.
İçişleri Bakanı Kutlu Evren’in açıklaması da bu gerçekliği açık ve seçik bir şekilde yüzümüze vuruyor. Şöyle diyor Evren: “Anavatan Türkiye’nin içinden geçtiği bu kritik ve acılı süreçte, suç işlediği için ihraç edilmesi gerektiği halde edilmeyen, ancak sürekli olarak KKTC’nin hoşgörülü ve özgürlükçü yapısından faydalanıp, Kıbrıs Türk halkının tolerans sınırlarını zorlayarak anavatan Türkiye’ye aşırı ifadelerle dil uzatmasına hükümet olarak müsamaha etmemiz mümkün değildi”. Sınır dışı gerekçesi kimi çevrelerce uyuşturucu bulundurmak olarak gösterilmiş olsa da aslında esas sebebin Şansal’ın AKP Türkiye’sine karşı sarfetmiş olduğu eleştirel sözleri olduğu aşikârdır.[1]
Bütün bu olan bitenden sonra artık başımızı kuma gömmemiz mümkün değil. Dört bir yanı çatışmalar, savaşlarla cebelleşen ülkelerle çevrili küçük adamızda bu güne dek konforlu bir ateşkes durumu içinde yaşadık. Kıbrıs’taki “çatışma endüstrisi” pek çoğumuza ekmek kapısı oldu. Projelerimiz için fonlar bulduk, arabölgede hep tanıdık yüzlerin olduğu etkinliklere katıldık, güzel odalarda şaraplarımızı yudumladık, ne olacak bu Kıbrıs sorunu diye dertlendik. 1974’den sonra savaş ganimetleri ve dağıtılan Rum malları sayesinde çoğunluğumuz sınıf atladı. Altyapımız ve çevre düzenlememiz berbat olsa da gam yemedik. Havuzlu villalarımız, son model arabalarımız, önemli önemsiz küçük büyük mevkilerimizle hayatımıza bir anlam katmaya çabaladık.
Herşey bir kumdan kale gibi yıkılmaya başladı. Biz aslında bir devlet değiliz. Ama bunu önceden de biliyorduk. Barbaros Şansal’ın sınırdışı edilmesi bize yeni birşey öğretti: burası dokunulmaz değil. Savaşın, yıkımın, kaosun tam ortasındayken Kıbrıslıların rahatının ve huzurunun bozulmaması artık mümkün değil.
Gittikçe otoriterleşen ve demokrasiyi askıya almış bir partinin iktidarda olduğu “anavatanımızın” kirli işlerini havale ettiği dağınık arka bahçesiyiz. Barbaros Şansal’ın sınırdışı edilmesi faşizan bir baskı dalgasının bizim kıyılarımıza da vurabileceğini gösteriyor. İktidardaki partilerin şükrancı, kraldan fazla kralcı yaklaşımı da bu baskı dalgasının burada uygulanmasını mümkün kılacak en önemli etmen.
Peki öyleyse ne yapmalıyız? Pek çok insan sevdiklerini korumak amacıyla onlara bu zor günlerde fazla ses etmemesini, tepki göstermemesini öğütlüyor. Bir korku imparatorluğuna dönüşen Türkiye’den nasibimize düşeni alıyoruz: “konuşma, yoksa işten atılırsın”, “konuşma, yazma yoksa başın belaya girer”. Burada çalışan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıysanız, şöyle nasihatler de duyabilirsiniz artık: “konuşma, yazma, yoksa sınır dışı edilirsin”.
Bense bu baskı dalgasına “sin da gulle geçsin” mantığıyla direnebilmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Sindirildiğimiz sürece, sesimizi birleştirmediğimiz sürece yenilgiye mahkumuz. Bundan sonra AKP hükümetinin talimatıyla ortaya çıkabilecek insan hakları ihlallerinin önüne geçmenin tek yolunun bu toplumda demokrasiye ve özgürlüklere inanan tüm kesimlerin biraraya gelmesi ve sesini birleştirmesi olduğunu düşünüyorum. Barolar Birliğine, siyasi partilere, sendikalara, sivil toplum kuruluşlarına, basına hatta Cumhurbaşkanlığına önemli görevler düşüyor. Aksi takdirde pek çok aydın ve AKP’ye muhalif TC vatandaşının sınır dışı edilmesinden, burada yaşayan ve siyasi erki eleştirme cüreti gösteren herkesin daha fazla baskıya maruz kalmasına giden karanlık ihtimaller bizleri bekliyor.
Demokrasiye ve özgürlüklere inanan insanlardan oluşan, geniş tabanlı ve içerici bir büyük koalisyon kurulmasının önemli olduğunu düşünüyorum. O anlamda bu geniş koalisyonun örgütlenmesinde en fazla kaçınılması gereken şey toplum içindeki kutuplaşmayı artıracak söylemler olmalıdır. Bu koalisyon; sol-sağ, Türkiyeli-Kıbrıslı ayrımlarını aşan, insan hakları, temel özgürlükler, demokrasi ortak paydasında birleşen insanları biraraya getiren, kapsayıcı bir oluşum olmalı. Zira Barbaros Şansal’ın sınır dışı edilmesine sosyal medyada binlerce insanın tepki göstermesi ve imza kampanyasına katılması bize bu konunun Kıbrıs’ın kuzeyindeki farklı kesimlerde rahatsızlık yarattığını gösteriyor.
Önümüzde çok zorlu bir süreç var. Korkabiliriz, umursamaz davranabiliriz, sırça köşklerimize çekilebiliriz, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyebiliriz. Ancak 1974’den sonra Kıbrıs’ın kuzeyinde tesis ettiğimiz siyasi düzen bir kumdan kale gibi devrilirken, Türkiye’deki baskı dalgası kıyılarımıza vururken, o konforlu ateşkes durumu içindeki savaş ganimetleri üzerine yükselen imtiyazlı hayatlarımıza çekilmek gibi bir lüksümüz yok artık. Ya sesimizi birleştirip bu ülkeyi sahipleneceğiz, tüm kurumlarımızla demokrasi, insan hakları ve temel hak ve özgürlükler için direneceğiz, ya da yaşadığımız bu ülkeyi baskının, muhafazakarlığın, otoriterliğin insafına terkedip tanıyamaz hale geleceğiz…
[1] İçişleri Eski Bakanı Asım Akansoy’un facebook sayfasında yapmış olduğu açıklama da bu vardığımız sonucu destekler niteliktedir: “Ülkemize giriş yaptığı sırada, 5 gr. hint keneviri ile yakalanmış olan ve Mahkemece 4 haftalık hapis cezası verilmiş olan Şansal, 4 haftalık süre sonunda Bakanlığa başvurarak KKTC’den sınır dışı edilmek istemediğini gerekçeleri ile birlikte belirtmiştir. Yasanın, Bakanı baş Muhaceret Memuru olarak yetkili kılması nedeniyle, Bakanlık üst düzey yetkilileri, hukukçuları ve Savcılık ile yaptığımız görüşme sonunda; Yıldırım Mayruk ile birlikte Moda Akademisi açma girişimi, Girne’de ciddi bir yatırımla ev edinmiş olması, çok az miktarda ve ilk kez madde ile yakalanmış olması v.d. nedenlerle ülkeden uzaklaştırılması uygun bulunmamıştır. Anlaşılan odur ki Barbaros Şansal’ın sınır dışı edilmesi eski suçuna dayandırılmıştır. Cezasını çektiği suçuna…”.