Tiyatroya gidememe nedenlerimiz nelerdir?
- İlgimizi çekmez: Aslında ilgimizi çekip çekmediğini bilmeyiz çünkü gitmemişizdir ki bilelim. Bu bir önyargıdır o yüzden biraz da.
- Küçük çocuklarımız vardır: Evet haklı olduğumuz bir nedendir bu ve her neden bir haktır aslında. Ciddi bir plan yapmayı gerektirir kendimiz dışında sorumluluklarımız varsa. Yine de fırsatlar yaratıp gitmeli ki biz bunu yaptık eşimle bu oyunu izleyerek ve iyi ki de zorlamışız şartlarımızı.
- Oyunun başlama saati: Oyun tam da işten çıktığımız saatlerde başlıyordur; çünkü bazı çalışanların tiyatroya gitme hakkı da yoktur, ilgisi olsa da.
- Çok yorgunuzdur: İşten yeni çıkmışızdır; eve gidip ayaklarımızı uzatmak varken şimdi kim gider tiyatroya diye de düşünebiliriz. Zaten ne zaman ki bu düşünce değişecek, işte o zaman değişime daha yakın olacağız Nazen Şansal’ın da dediği gibi.
Ve oyuncular da diyor ki “ayaklarınızı uzatacağınıza, Ayak Bacak Fabrikasına gelin!”
Gittik!
Ne görelim, oyun içinde bir oyun. Aslında çok oyun var da oyunda, müzikli oyundan bahsediyorum ben. Sol Anahtarı’nın müziğini dinliyoruz bir yandan, bir yandan da oyunla daha yakın bir bağ kuruyoruz. Bir ülke var oyunda, bolluk dönemi yaşayan ve emeklerinin karşılığını buğdayla almış olan bir ülke. Halkın elinde bolca buğday var. E haliyle de böyle olunca; patron denen yöneticilerde, başlarda, bulunan kara tohumlar stoklarında kalıp çürümeye yüz tutmuştur.
Peki ne yapacaktırlar ellerindeki stoğu tüketmek için? Tabi ki devletin kademelerini, halkın da dini duygularını kullanacaklardır.
Peki halk kara tohumu yerse ne olacaktır? Tabi ki de kötürüm. Zaten halkın ayaklanmasını da kim ister ki?!
Kutsal balıkları olan kutsal bir göl vardır bu ülkede, Kutsal Efendi’si ile birlikte. İlla ki halkı elde tutabilmekse amaç, her kılıf hazırlanmalı değil mi?
Kutsal göl! Ah kutsal göl! Herkesin derdine derman aradığı göl! Vatandaşın biri aşıktır, gölde kutsal dansı yapar dileği olsun da sevdiğine kavuşsun diye. Vatandaşın diğeri açtır, kutsal dansa ayak uydurur karnı doysun diye.
Yani kimi aşk, kimi aş peşinde! Kutsal gölden ses seda yok.
Kutsal dansı bize doğru yapıyorlar ya hani, kendimi balık gibi hissediyorum, yüz ifadelerinde kendimi görüyorum, bizi görüyorum. Ne çabuk unutuyoruz her şeyi. Yapılan haksızlıkları, eşitsizlikleri, adaletsizliği. Çünkü unutmak, görmememiz için bir nedendir.
Aç vatandaş baktı ki balıklardan ümit yok, kendi çaresini buluyor; kutsal balıklarla beslenmeye başlıyor. E kimse duymuyor “açım” diye feryat edişini ne yapsın. Yediği balıkların kılçıkları etrafta kalınca, patronlar da bu kılçıkları görünce “kutsal balıklar ölüyor, kutsal balıkların buğdaya ihtiyacı var” düşüncesiyle halktan, ellerindeki kalitesiz kara tohuma karşılık, buğdayları almanın formülünü bulmuş oluyorlar. Ee inançlar ağır basarsa neden tutmasın bu plan?!
Akıllı vatandaş ne der bu durumda? “Kara tohum, buğdayın yerini tutar mı, tutsa da vatandaş doyar mı?” Devreye reklamı koyarak yedirmenin yolunu da buluyorlar.
Bir kız belirir sahnede, satılık. Açık artırma usulüdür satış. Öküzün yapması gereken her bir işi de yapar bu kız. Oyun boyunca bilgiç seslenişlerini göz ardı edemeyeceğimiz bir de öküz vardır tabi ki sahnede. İnsana akıl verir durur, tercümanlık dahi yapar. Neyse kız, açık artırma ile en çok buğday çuvalı veren sevdiceğine kavuşmuştur, mu acaba? Hayır değil çünkü tam o sırada açıklanır ki buğday yasaklanmıştır. Herkes elindeki buğdayı, patronlara vermek zorunda bırakılmıştır. “Vermeyiz” dese de halk, “vereceğiz ne yapacağız vermeyip” diyen sesleri ağır basar. Greve de gitmek isteseler, yasaktır her şey. Olmaz ne yapsalar. Kutsal balıklar için vereceklerdir ellerindeki buğdayları.
Bir oyuncak belirir sahnede. Adı Yumurcak. Onu kuran vatandaş bir de. “Ben demedim mi istediğimi kurup kurup yaptıracağım diye” bağırarak giriyor sahneye. Belki de kurulan hep biziz, patronlar tarafından! Oyuncak bile kuruldukça kaçar gider de ya biz?!
Derken mahkeme kurulur; kızı, buğday karşılığı alan delikanlı halkı uyarmıştır çünkü, “kara tohum yemeyin kötürüm olursunuz” diye. Yargıç, savcı, Themis sahnede. Yalnız Themis’in bile terazisi şaşmıştır, bir tarafın ağır bastığı belli. Mahkeme kurulmuş da söz verilmemiş ki ağzı bağlı olarak kazığa bağlanan gence. Bu yüzden de savunma yok, tüm suçlamalar yıkılıyor üzerine. Doksan yıl kazığa bağlı kalma cezası alıyor. Bizim cezamız kaç yıl daha acaba diye düşünmeden edemiyor insan?!
Yumurcak geliyor sahneye, öyle de güzel hazırlanmış ki rolüne; bir defa kurulsa selam veriyor, iki defa kurulsa yürüyor, üç defa kurulsa duruyor, dört defa kurulsa yatıyor, beş defa kurulsa uyuyor hem de mışıl mışıl.. Ben bu oyuncağın sesini duymadım. Ayarlarında konuşma yok, insanda var; susturuluyor. Susuyor insan!
Susmaya da devam etsinler diye ne oluyor? Huzur operasyonu, hem de mobese destekli. Birçok kelime yasaklanıyor, oyunu yeniden izleyebilsem de tek tek sayabilsem yasaklı kelimeleri.. Günümüze uyarlandığı için oyun, tanıdık tabi ki adamızda bu kelimeler. Ayak, bacak, kılçık, sel, buğday, yağmur kelimeleri yasak mesela.
Sol Anahtarı eşliğinde giriliyor söze; sustum, sustuk, sustular..
Çünkü aradan bir yıl geçmiştir. Kara tohumlar yenmiştir ve ayaklar kötürüm olmuştur. Kazığa bağlı genç sağlam durur kazıkta, bir de buğday yiyen balıkları yiyen vatandaş!
“Bir yıl kara tohum yedik
Ayaklarımız tutmuyor
Çilemiz hiç bitmiyor” dilinize sağlık Sol Anahtarı.
Yabancı sağlık uzmanı gönderiliyor ülkeye. Bir takım çıkarları var tabi ki onların da fakat say say bitmiyor ki. Fakat herkes düşmüş kendi derdine.
Kutsal Efendi’yi hedef alıyor halk. Kutsal Efendi, kulaklarına inanamıyor, inanamıyor da bunca zaman halk ona inanmış, o neden kulaklarına inanamıyor acaba.
Başkan yalnızken vicdanı yoklar gibi oluyor onu; halka halkına nasıl yapar diye bunu, nasıl kötürüm eder insanları. Oyuncak bebek de kaçıp onun yanına gelmiştir, yürüyor selam veriyor. Başkan etkilenecek gibi oluyor ondan fakat başkan ya o, en büyük o, en güçlü o. Trafik polisi dahi dokunamaz ya ona hani, o dokunur – iter – kırar istediğini.Oyuncak bebeği ittiği gibi kırar.
Gerçeği gören bir vatandaş, elinde çöp bidonu ile saldırır başkana ve ekler “açım demedim mi?” Bir kravatlaysa her şey alır o kravatı, kendine takar. Neyin nasıl olması gerektiği hakkında bir de güzel nutuk atar. Güzel nutuklardır attığı; aç kaldık, çöp bidonları boş kaldı der. İnsan satışı kalkacak der. Grev yapma hakkı olacak der.
Patronlar görür ya yeni birini, hemen üşüşür elde etmek için. “Kutsal balıklar sizi bağışlasın, lider gibi konuştunuz”derler, e onlara da bir baş lazımdır haliyle ve balık da baştan kokar zaten!
Halkın elinden her şeyi alabileceklerini bir bir anlatırlar, almışlardır da zaten. Almadıkları ve almayacakları tek şey; halkın ümididir.
Yumurcak tekrar sahnededir, tamir edilmiştir; selamını verir, yürür, döner ve oturur. Dönüp dolaşıp aynı yere gelmemize seyirci olur o da! Adaleti, eşitliği, düzeni, değişimi savunan bile başa geçince başlıyor dönmeye bir bir sözünden.
Ah.. Ayağı alan da onlar veren de! Halk için ayak bacak fabrikası kuracağız diyerek, gelen ayak- bacakları, kendileri üretmiş gibi dönüp halka dağıtıyorlar. Bir takım istekler doğrultusunda fakat isteklere de takılmıyor kimse, herkes kendi derdinin çaresinde çünkü. Delikanlının sakladığı buğdaylardır ümit. O, buğdayları verecek, halk da ayakları alacak. Ümitler bittiğindeyse ya da can çekiştiğinde dua etmektir çare.
Ah o kutsal dans. Balık yüzleri oyuncuların. Seyircinin kendisi oyuncu, oyuncunun kendisi seyirci. Bir aynadır sahne bize. Balık hafızalı olmaktan ne zaman kurtulacağız bilmem fakat kurtulduğumuzda başlayacak düzen.
Ümit olan buğdayları da tabi ki sahnedeki zeki öküzümüz yer.
Kalabalık bir ekip, güçlü bir ekip, ayrı ayrı yetenekleri içinde barındıran güzel bir ekip fakat öyle yetenekler var ki, her oyunlarına gidilir. Artarak devam etsin oyunlar, oyuncular diyorum. Oyunda anlatılması gereken bir çok şey var aslında, karakterleri tek tek ele almak da isterdim. Her bir karakter içimizden biri/leri.. Başarılı bir oyun çıkarmışlar ortaya, iyi çalışmalar diliyorum Baraka Tiyatro Ekibi. İnsanlara ulaşmaya devam edin!