Dışarıdan silah sesleri geliyor, kutlama varmış, San (Aziz) bilmem kim kutlaması.
Silahlarla kutluyorlar. Duman havada asılı kalıyor bir süre, sonra suya atılmış pamuk şeker gibi dağılıyor rüzgarla birlikte.
Ve her silah sesinde içimde çok ilkel, çok soyut, sureti olmayan bir irkilme dirilip dirilip tekrar uyukuya dalıyor.
Askeri bölgenin dibinde büyümüş çocukların tanıyabileceği bir irkilme bu. Sabah 4’te uykudan uyandıran, niye uyandığınızı anlamadan geri uyuya kaldığınız bir irkilme.
Çocukluktan kalma ve uzun zamandır uyanmayan, günlük gailelerin üzerini iyice örtüp ışığını kapattığı bir irkilme.
Malum ya, ben ki her gün sınır geçen, ben ki ‘diğer taraftan’ arkadaşları, sevgilileri, iş arkadaşları olan, ben ki gün olur ‘öbür tarafta’ yatıya kalan, proje yapan, vakit geçiren, sergide yer alan, tiyatroya katılan, ben ki ‘diğerlerini’ hiç düşman bilmemiş olan, bu soyut savaş irkilmesini o kadar uzun zamandır hissetmemiştim ki, güney İspanya’nın dağ başında bir köyünde uyanmasına fazlasıyla hazırlıksız yakalandım.
Kadim bir notaya istikrarlı bir şiddetle vuruyor o San bilmem kimi kutlama patlamaları, gözlerim doluyor, işimi bırakıp dışarıya çıkıyorum ve fiziksel olarak bu kadar uzak olduğum, akdenizin üçüncü büyük adasını düşünüyorum.
Pek tabii Kıbrıs Sorunu etkin bir şekilde ilişkili olan tüm aktörler için esasen ekonomik, lojistik, kaynaksal ve aslen de bir eski dünya pratiği olan sömürgeciliğin güncel uyarlamasından ibaret. Şüphesiz ki bu çok mühim insanlar, bu çok mühim masalara oturup, çok mühim müzakereler yaparken adada yaşayan, adayı evi bellemiş Kıbrıslı halkı nasıl yaşıyor, ne istiyor, onlar için en iyisi ne-yi konuşmuyorlar.
Ya da konuşuyorlarsa da maalesef günlük hayat akışımızı iyi yönde etkileyecek, toplumları bir birine yaklaştırabilecek uygulamaları hayata geçirmedikleri aşikar.
Şüphem konuşmadıkları yönünde. Konuşuyor olsalardı nesilsel olarak aktarılmış ve artık soyutlanmış bu travmalarla yetişmezdik. Ben ve benden sonraki neslin belki bu kadar kimliksel, aidiyetle alakalı bunalımları olmazdı. Belki aklı selim bazılarımız başını alıp potansiyellerini, kişisel menkıbelerini gerçekleştirebilecekleri, değerlerinin bilinecegi başka diyarlara göç etmezdi. Belki gittikleri yerlerde ‘sen nerelisin’ sorusunu anksiyeteyle beklemezlerdi.
Kim bilir. Soyut bir hasrete maruz bırakılıyoruz aslında. İronik bir şekilde (yapıyorum, hazırsın?) bir sıla hasretini, üzerinde yaşadığımız coğrafyayla deneyimliyoruz. Ev diyoruz ama bazı odalarına giremiyoruz. Ev diyoruz bahçesinde duvar var, dikenli teller var. Ev diyoruz.. içinde bilmediğimiz yabancılar. Ev diyoruz ama hiç bizim olmasına izin verilmedi. İşte bunları düşünerek patlamalardan oluşup yavaşça kaybolan dumanları izliyorum. Bir kaç gün sonraysa, yolunu şaşıran S-200 füzesiyle ilgili haberler akmaya başlıyor sosyal medyaya ve kalbim burkuluyor. Çünkü biliyorum ki benim yaşadığım o çocukluktan kalma irkilmeyi, o gece pek çok Kıbrıslı (Türkçe/Rumca konuşan, Maronit, Ermeni, Türk, Yunan, Latin, Filipinli, Endonez, Türkmenistanlı, Bulgar, Iranlı ve diğer tüm adada yaşayıp adayı evi bellemiş herkes) kat be kat şiddetle yaşayarak uyukularından uyanıp ne olduğunu anlamadan belki tekrar uyuya kaldılar.