Kutuplaşmış ülkemizi nihayet bir araya getirmiş olan şeyin kadınlar -o sözüm ona uysal ve uyumlu, özverili ve her şeyi güzel olan yaratıklar- olması belki de mantıklı.
Çünkü aşırı sağ ve aşırı sol, üzerinde anlaşabilecekleri tek şeyi buldu: Kadınlar hesaba katmaya değmez.
Sağın buradaki konumu daha iyi biliniyor; hareket on yıllardır kadınları temel haklardan yoksun bırakmaya saldırgan bir şekilde kendini adadı. Kısmen kadınlara yönelik taciz edici davranışlarla suçlanan iki Anayasa Mahkemesi yargıcı sayesinde, yaklaşık 50 yıldır hedef olan “Roe’ya karşı Wade” kararı, acımasızca bozuldu.
Çok daha şaşırtıcı olanı, solun, belki de istemeden ama etkili bir şekilde kendi kadın düşmanı gündemi ile bu dalgaya atlaması oldu. Kampüs gruplarının ve aktivist örgütlerin kadınlar adına kadın haklarını gayretkeşlikle savunduğu bir dönem vardı. Kadın hakları insan haklarıydı ve uğruna savaşılacak bir şeydi. ABD Anayasası’nın Eşit Haklarla ilgili maddesinin değiştirilmesi hiçbir zaman onaylanmamasına rağmen, hukuk bilginleri ve savunuculuk grupları, kadınları korunan bir sınıf olarak tanımlamak için yıllarca çalıştı.
Ama bugün, bir dizi akademisyen, süper-ilerici, trans aktivist, sivil özgürlükler örgütleri ve tıbbi kuruluşlar, tam tersi bir amaç için çalışıyor: kadınların insanlıklarını reddetmek, onları beden parçaları ve cinsiyet klişelerinin bir karışımına indirgemek.
Meslektaşım Michael Powell’ın haberleştirdiği üzere, “kadın” sözcüğü bile yasaklanmış durumda. Daha önce dünya nüfusunun yarısı için yaygın olarak kullanılan gayet net ve anlaşılır bir terim olarak bu sözcük, genetik, biyoloji, tarih, siyaset ve kültüre bağlı özel bir anlama sahipti. Artık değil. Onun yerine “hamile insanlar”, “menstrüatörler” ve “vajinalı bedenler” gibi ne idiğü belirsiz terimler var.
Bir zamanlar kadın haklarının sadık bir savunucusu olan Planlı Ebeveynlik, “kadın” sözcüğünü ana sayfasından çıkardı. NARAL Pro-Choice America, “kadın” yerine “doğum yapan insan”ı kullanmaya başladı. Uzun süredir kadın haklarının savunucusu olan Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği, geçtiğimiz ay “Roe’ya karşı Wade” kararının bozulma ihtimaline ilişkin öfkesini “birkaç grup için bir tehdit” olarak niteledi: “Siyah, Yerli ve diğer renkli insanlar, LGBTQ topluluğu, göçmenler, gençler.”
En çok tehdit altında olanları ise bu tanımın dışında bıraktı: kadınlar. Madde 9’un [devlet okullarında cinsiyet ayrımını yasaklayarak ABD’de eğitim sistemini köklü bir biçimde değiştiren sivil haklar yasası –ç.n.] 50. yıldönümünü kutlamanın bundan daha acı bir yolu olabilir mi?
“Kadın” sözcüğünü çıkarmanın arkasındaki o “asil” amaç, dişi biyolojik işlevinin özelliklerini koruyan ve gebe kalabilen, doğum yapabilen ya da emzirebilen nispeten az sayıda trans erkeğe ve “ikili olmayan” olarak tanımlanan bireylere yer açmak. Ama kapsayıcılık ruhuna rağmen, bu çabanın gerçek sonucu, kadınları kenara itmek oldu.
Kadınlar, elbette, “uzlaşmacı” idiler. Trans kadınları örgütlerine kabul etmişlerdir. Tecavüz kriz merkezleri, aile içi şiddet sığınma evleri, rekabetçi sporlar gibi erkeklerin varlığının tehdit edici ya da adaletsiz olabileceği durumlarda sadece biyolojik kadınlara herhangi bir alan önermenin şu anda bazıları tarafından “dışlayıcı” görüldüğünü öğrendiler. Uğruna savaşacak başka marjinal gruplar varsa, kadınların kendi gündemlerini desteklemek yerine, bu diğer grupların gündemlerine hizmet edecekleri varsayıldı.
Ama… ama… ama… Bundan biraz gerildiğiniz için kız kardeşliği suçlayabilir misiniz gerçekten? Böyle hemencecik rıza göstereceğinizin varsayılmasından irkildiğiniz için? Bunun daha geniş sonuçlarından endişelendiğiniz için? Genç kızlara kendi bedenlerinde iyi hissetmek, cinsiyetleriyle gurur duymak ve kadınlık umutları hakkında bunun ne tür bir mesaj gönderdiğini merak ettiğiniz için? Yaptığınız şey, basbayağı, tepki görmemek adına sessiz kalmak olduğu için?
Kadınlar bu kadar uzun süre, bu kadar zor bir mücadeleyi, artık kendinize kadın diyemezsiniz lafını duymak için vermedi. Bu sadece anlambilimsel bir sorun değil; bir ahlaki zarar sorunu; bu, kendimize yönelik algımıza bir hakaret.
Kadınların Adem’in kaburgasından yaratıldığı anlayışının yaygınlığını kaybetmesi daha çok olmadı. Kadınları sadece bir türev parçalar topluluğu olarak değil, kendi eksiksiz varlıkları olarak görmek, cinsel eşitlik mücadelesinin önemli bir parçasıydı.
Ama işte yine kadınları organlara ayırarak başlıyoruz. Geçen yıl Britanya’dan tıp dergisi The Lancet, menstrüasyonla ilgili bir kapak makalesi için kendi sırtını sıvazladı.. Oysa kapak, bu aylık biyolojik aktivitenin tadını çıkaran insanlardan bahsetmek yerine, “vajinalı bedenler”den bahsediyordu. Sanki diğer küçük parçalar -rahimler, yumurtalıklar ve hatta beyin gibi nispeten cinsiyetten bağımsız bir şey- önemsizmiş gibi. Bu tür şeylerin iki X cinsiyet kromozomuna sahip insan tipini imlediği görünen o ki artık söylenemiyordu.
“Biz neyiz, doğranmış ciğer mi?” diye espri yapmak isteyebilirsiniz ama bu organ merkezli ve büyük ölçüde mizah yoksunu atmosferde, yapmamak daha akıllıca olur.
Karışık duyguları ya da karşıt görüşleri kamuya açık ifade eden kadınlar, genellikle acımasızca kınanıyor. (Bunu yaptığınızda nasıl bir utandırma ile karşı karşıya kalacağınızı görmek için Google’da “transgender” sözcüğü ile Martina Navratilova, J.K. Rowling ya da Kathleen Stock’u birlikte aratın.) Bu kadınlar, işlerini ve kişisel güvenliklerini riske atmak zorunda kaldılar. Bir şekilde transfobik veya TERF olarak etiketlenerek iftiraya uğradılar. Twitter’ın ilgili gündemlerine dahil olmayanlara yabancı kalabilecek bir aşağılama. Başlangıçta Britanya feminist hareketinin bir alt grubuna atıfta bulunan sözüm ona “trans-dışlayıcı radikal feminist”in kısaltması olan “TERF”, feminist olsun ya da olmasın, trans kadınların hayatlarını haysiyetli ve saygın bir şekilde yaşamakta özgür olmaları gerektiğine inanmakla birlikte, onların, kadın olarak doğmuş ve tüm hayatlarını bu şekilde yaşamış olanlarla, tüm biyolojik tuzaklarla, toplumsal ve kültürel beklentilerle, iktisadî gerçeklerle ve içerdiği güvenlik sorunlarıyla özdeş olmadıklarını da belirten her bir kadını ifade etmeye başladı.
Ama toplumsal cinsiyet kimliklerinin seçildiği bir dünyada biyolojik bir kategori olarak kadınlar var olamazdı. Buna bazıları, kadınların silinmesi de diyorlar.
Her iki ideolojik kutuptaki kadın düşmanları da, onları beden bölümlerine göre tanımlamadıkları zaman kadınları katı toplumsal cinsiyet stereo-tiplerine indirgemekte kararlı görünüyor. Sağdaki formülü çok iyi biliyoruz: Kadınlar annedir ve evcimendir: hislidirler, vericidirler ve “beni boş ver” derler. Ama bu tür gerici rol biçmelere şaşırtıcı biçimde dahil olanlar, solun çeperindeki sözde ilericiler. Yeni benimsenen bir toplumsal cinsiyet kuramına göre, artık kendilerini feminen olarak tanımlamayan -gey ya da hetero kızların- bir şekilde tam olarak kız olmadıklarını öne sürüyorlar. Okullarda kullanılmak üzere trans savunuculuk grupları tarafından oluşturulan toplumsal cinsiyet kimliği çalışma kitapları, çocuklara belirli tarzların ya da davranışların “maskülen” ve diğerlerinin “feminen” olduğunu öne süren diyagramlar sunuyor.
Bu kısıtlı kategorileri 70’lerde kaldırıp atmadık mı?
Ne de olsa kadın hareketi ve eşcinsel hakları hareketi, maskülenlik ve feminenlik gibi eskimiş nosyonlarıyla cinsiyetleri, toplumsal cinsiyet kurgusundan kurtarmaya; erkek Fatma, “kız gibi kız” ya da “butch dyke”… tüm kadınları olduğu gibi kabul etmeye çalıştı. Tüm bunları geriye sarmak, kadınlar için – ve erkekler için de – zor kazanılmış zemini kaybetmek demek.
Kadınların eşitliğini tehdit gören sağcılar, kadınları ait olduklarına inandıkları yere geri döndürmek için her zaman şiddetle mücadele ettiler. Cesaret kırıcı olan şey ise, sol çeperdeki bazılarının, kadınlar bu hakkı tekrar savunmaya çalıştığında, zorbalığa, şiddet tehditlerine, alenen utandırmaya ve diğer korkutma taktiklerine başvurarak eşit derecede dışlayıcı olmaları. Bunun etkisi, kadınların sorunlarının kamusal alanda tartışılmasının azalması.
Ama burada düşman kadınlar değil. Gerçek dünyada trans erkeklere ve kadınlara yönelik şiddetin çoğunun erkekler tarafından gerçekleştirildiğini göz önünde bulundurun; oysa çevrimiçi dünyada ve akademide bu yeni toplumsal cinsiyet ideolojisine karşı çıkanlara yönelik öfkenin çoğunun kadınlara yönelik olduğu görülüyor.
Bu yürek parçalayıcı olduğu kadar amaca da zarar verici.
Bir grup için hoşgörü, illa ki bir başkası için hoşgörüsüzlük anlamına gelmez. Biyolojik kadınların -kendi özel gereksinimleri ve haklarıyla- hâlâ kendilerine ait bir kategori oluşturduğuna işaret eden kadınları azarlamadan da trans kadınlara saygı duyabiliriz.
Keşke kadınların sesi bu konularda dinlense ve saygı duyulsa. Ama ister Trumpçı ve gelenekçi, ister aşırı sol aktivist ve akademik ideolog olsun, siyasi yelpazenin her iki ucundan kadın düşmanları, kadınları susturma gücünden eşit derecede zevk alıyor.
Kaynak metin: https://www.nytimes.com/2022/07/03/opinion/the-far-right-and-far-left-agree-on-one-thing-women-dont-count.html
3 Temmuz 2022
Çeviren: S. Erdem Türközü