• Künye
  • Dayanışma
  • İletişim
  • Gizlilik Politikası
Salı, Mart 21, 2023
Bulamadık
Tümünü Gör
Gazeddakıbrıs
  • ANA SAYFA
  • HABER
    • GAZEDDA’NIN GÜNDEMİ
    • KIBRIS
    • DÜNYA
    • KORONAVİRÜS
    • İKLİM KRİZİ | EKOLOJİ
  • YORUM
    • EDİTORYAL KOLEKTİF
    • GAZEDDABLOG
      • GAZEDDA YAZARLARI
      • GÜNEYDEN YAZARLAR
        • PENNA
      • DÜNYADAN YAZARLAR
        • PROJECT SYNDICATE
    • RÖPORTAJ
  • MULTİMEDYA
    • GAZEDDAPOD
    • GAZEDDAWEBTV
  • TÜM İÇERİK
  • ANA SAYFA
  • HABER
    • GAZEDDA’NIN GÜNDEMİ
    • KIBRIS
    • DÜNYA
    • KORONAVİRÜS
    • İKLİM KRİZİ | EKOLOJİ
  • YORUM
    • EDİTORYAL KOLEKTİF
    • GAZEDDABLOG
      • GAZEDDA YAZARLARI
      • GÜNEYDEN YAZARLAR
        • PENNA
      • DÜNYADAN YAZARLAR
        • PROJECT SYNDICATE
    • RÖPORTAJ
  • MULTİMEDYA
    • GAZEDDAPOD
    • GAZEDDAWEBTV
  • TÜM İÇERİK
Bulamadık
Tümünü Gör
Gazedda
Bulamadık
Tümünü Gör
Ana Sayfa YORUM GAZEDDABLOG DÜNYADAN YAZARLAR

Arasta 🤍 Ulus Baker

Avrupa’nın yer yer Ortaçağa öykünmekten geriye kalmayan “kültürel birliği” sorununun çözülmesinde ilk etaplardan birinin iki Berlin’in birleştirilmesi (“duvarın yıkılması”) olması ve bunun onca ideolojik patırtı koparmasının nedeni belki de bu kaçınılmaz saygının bir kalıntısıdır. Ama elbette bambaşka biçimlerde ve bambaşka ideolojik meşrûlaştırma araçlarıyla...

Gazedda Gazedda
14 Mart 2023
Okuma Süresi: 7 dk
A A
Arasta 🤍 Ulus Baker
Yüzeydeki Çatlak
Ulus Baker

I. HAYALET ŞEHİR

Yeryüzü coğrafyasının hiçbir parçası, bölünmüş ve parçalanmış bir kent kadar tekinsiz, hazin, kuşku uyandırıcı ve üzüntü verici değildir: Berlin, Kudüs, Saraybosna ve Lefkoşa bize her zaman bir “ayrılma”nın, bir “eksikliğin”, bir “kopukluğun” öyküsünü anlatırlar. Çoğu zaman dikenli tellerin ve Barış Gücü şeritlerinin kapladığı kent alanları bir zamanların şehir hayatının en canlı, en civcivli, en zengin mekânlarıdır. İşte Lefkoşa’nın Türk ve Rum taraflarını birbirinden ayıran bir-birbuçuk kilometrelik bir kalınlığa sahip Yeşil Hat; “arasta” adı verilen eski, neredeyse antik bir “agora”yı belki bir zamanlar çağrıştırmış olan merkezi, yani kent yaşamının kalbini ortadan ikiye bölüyor gibidir. Westphalia barışı, Napolyon savaşları, Almanlarla Fransızları, çeşitli İtalyan kent bölgelerini ve Ruslarla Batılıları karşı karşıya getiren savaşlar, Batı uygarlığına belki de Ortaçağlardan beri riayet edilmesi gereken bir saygıyı öğretti: Sınırlar nereden geçerse geçsin, ama kentlerin içinden, onları ikiye bölerek geçmesin. Bu saygının bütün eski imparatorluklarda, Ortaçağ krallıklarında, Batılı ve Doğulu devletlerde neredeyse gizli bir uzlaşım temelinde gelenekselleştiğini düşünebiliriz. Avrupa’nın yer yer Ortaçağa öykünmekten geriye kalmayan “kültürel birliği” sorununun çözülmesinde ilk etaplardan birinin iki Berlin’in birleştirilmesi (“duvarın yıkılması”) olması ve bunun onca ideolojik patırtı koparmasının nedeni belki de bu kaçınılmaz saygının bir kalıntısıdır. Ama elbette bambaşka biçimlerde ve bambaşka ideolojik meşrûlaştırma araçlarıyla…1

Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz emperyalizmi Ortadoğu’daki her petrol kuyusunun başına bir “hilafet”, bir “devlet” ve bir “emir” geçirirken, çölün o muazzam yokluk ufkunu bir devlet geometrisinin hoyratlığıyla harita üzerinde bir cetvelle, düz çizgiler halinde çizebiliyordu. Sovyetlerle Çin arasında, elbette bambaşka nedenlerle 1960’lı yıllar boyunca vuku bulan “sınır çatışmaları” aslında bu iki dev “modern” ülkenin stepler ve dağlar arasında nereden geçtiği belli olmayan “muğlak” sınırlarla birbirlerinden ayrılışlarıydı. Nikita Mikhalkov’un Urga filminde iki ülkeyi ayıran sınırdaki son derece canlı, ama mahzun, felaketli ve göçebe yaşamın pek güzel ayırdına varıyoruz: Sınırdakiler… Çöl bedevileri, step insanları, maceracı tüccarlar, Kilisli kaçakçılar… bütün bu sınır insanları kendine özgü yaşam tarzlarını temsil ediyorlar.

Devlet kapitalizmi ve ulus-devletler çağı ise bize “artık sınırlarda yaşanamayacağını”, orasının bir blokaj, mümkün olduğunca dar ve kısa bir geçit (bir köprü bile değil), ölü bir zar olduğunu öğretmeye çalışıyor. Yeni Politika gazetesinin verdiği “Türkiye sınırında kaza” başlıklı haber (kaza Elbistan’daydı) yaşam ile ölümü ayıran, ama bizzat kendileri “ölümcül” olan ne tür dengelerin “sınır” adını verdiğimiz şu zarları biçimlendirdiğini (tahayyüllerde, istemlerde, arzular ve ideolojilerde) pek güzel ortaya koyuyor.

Ulus-devletlerin yüzeysel tarihi aslında yüzeylerin tarihidir: Toprak üzerinde yaşayan, üreten ve üretim aracına dönüştürülerek devlet aklınca “doğal kaynaklar” tablosunda tasnif edilebilen insanların, jeopolitik denge oyunlarının,2 güç çatışmalarının belirdiği, aktığı, dolaştığı bir yüzey. Romantik milliyetçiliğin Alman romantiklerinden beri huşu içinde temaşa ettiği “ülke”, Heim, bu tablonun dışında nerede yer bulabilir kendine? Yüzeyde değilse derinliklerde, Antik Yunan efsanesine layık “ekilen ejderha dişlerinden yerden biten insanlar”, Thebaililer, ktonik varlıklar masalına mı başvuracağız? Globalleşme adı verilen şey derindeki ktonik güçlerin, volkanların devrinin geçtiğini, her şeyin artık kaygan bir yüzeyde cereyan edeceğini ideolojik bir söz olarak veren bir masaldan başka nedir? İşte eski Yugoslavya’nın yüzeyine bakın: Ne oldu peki? sorusunun cevabı Avrupa’nın asırlık mimarisinin bu parçasında pek derinlerde varolan bir kaynamanın yüzeydeki çatlağı değil midir? Artık “iletişim”in, “liberalizm”in, “Yeni Dünya Düzeni” adı verilen şeyin zaten pek kısa bir süre inandırıcılığı olmuş masalları, ya kan gölleri, ya nüfusların muazzam yoksullaşması, ya da sıkıyönetim altında ve otoyol kenarında yaşayan gettolaşmış cemaatler dünyasının dehşet verici gerçeği karşısında iş göremez hale geliyorlar. Bugün biraz “gerçekçi” hiçbir Avrupalı, Avrupa projesinin gerçekleşme yolunda olduğunu söyleyemez. Bugün aklı başında hiçbir Amerikalı, Amerika’nın yetkin ve sağlam bir hegemonya oluşturabilmiş olduğunu iddia edemez. Bugün aklı başında hiçbir Japon ülkesinin ekonomisinin hâlâ o eski ve şaşırtıcı güce sahip olduğunu düşünemez. Bugün aklı başında hiçbir Afrikalı, Bandung rüyasından bu yana ortada olan gelişmelerin ışığında Afrika ülkelerinin dünya sistemine eklemlenebileceğini ve bir zamanlar Afrika ülkelerinin kuruluşunda büyük bir rol oynamış Yale ve Chicago üniversitesi kaynaklı “Development Studies”in artık sönmekte olan reçetelerinden medet umulabileceğini ümit edemez. Bu örnekler tüm dünya sathına yaygınlaştırılabilir.

Öyleyse bakış “rejimimizi” biraz değiştirerek –belki de tümden tersine çevirerek– başka bir optiğe yerleşelim: Eğer hâlâ uygarlık diye bir şey varsa onun derindeki “ktonik” gücü kentten ve onun tarih boyunca aldığı farklı biçimlerden başka bir yerden gelemez. Tarihin “modern” akışı için bir zamanlar Braudel’in söylediğini –“Başlangıçtan beri iki koşulu vardı: Devlet ve şehir; ve kapitalizm, devletin şehir üzerinde zafer kazanmasıdır”– bugün artık “geleceğin süreci” olarak tersine çevirebiliriz: Eskiden devletler ortaçağın kentlerine “saygı” duyarak onları “ihtiva” eden sınırlarını çizerken bugün artık kentler, daha doğrusu metropoller neredeyse devletleri ve onun yapılarını işgal etmeye, ihtiva etmeye ve soğurmaya başlıyorlar. 1991’de Danzig kentinin Doğu Almanya’nın feshini beklemeksizin “biz Batı ile birleşeceğiz” diyebilmesi şimdiye dek siyaset ve diplomasi arenalarında, jeopolitik alışkanlıklarımızda pek rastlamadığımız bir olaydı. Avrupa’nın Paris-Berlin Ekseni üzerinde inşâ edilmesi yolundaki artık eskimiş hikaye de ilginç bir delildir.3

Eğer artık Samir Amin’in “çıplak bir yemek” gibi önümüze sunduğu “kaos” ile karşı karşıyaysak. Ulus-devletlerin yeniden tanımlanacakları bir dönemin eşiğinde olduğumuzun farkına varmalıyız: Ülkeleri yutan dev metropoller –birleşen Berlin, petrol ve doğalgaz boru hatları, uluslararası finans merkezleri, Pasifik Havzası vb., tüm bunlar yüzeyin yeni coğrafyasını şekillendirirken dışarıda bazı adalar, boş alanlar, yoksulluk cennetleri de bırakacaklar elbette: şimdi bu cennetlerden birine, hem ada, hem boş alan, hem de Türk kesimi açısından bakıldığında yoksulluk cenneti olan bir yere daha derinliğine dönebiliriz: Kıbrıs!

Her ne kadar “Kıbrıs” diye bir şeyin artık varolmadığına inanmaya çağrılıyorsak da bu, her resmî söylem gibi, artık yıllardır kabuk bağlamış bir yüzey çatlağının hukukileştirilmesinden ve ideolojileştirilmesinden başka bir şey değil elbette. Ama basit bir sezgi gücü, Kıbrıs’ın Türk ya da Rum kesimlerini dolaşan her kişiye, bir kentin trajedisinin çerçevesinden, işlerin böyle olmadığını anlatacaktır: Arasta üzerinden bölünmüş “çifte başkent”, Lefkoşa, yeni bir merkez, yeni bir “arasta” oluşturamamıştır. Bir anda çizilen edimsel sınırla hayatı bölemez, ayıramaz, parçalayamaz – olsa olsa umutsuz bir kesintiye uğratır. “Kıbrıs Sorunu”nun her şeyden önce Kıbrıs’ta yaşayan insanların da sorunu olduğu gerçeğini itiraf eden pek az basın yorumuyla, hükümet raporuyla, danışman sözüyle karşılaştığımız Türkiye’de bu sorun elbette büyük bir kolaylıkla “yükselen milliyetçiliğin” eline geçecek, Tanıl Bora’ya elinizdeki Birikim’deki makaleyi ilham edecektir.4

Öyleyse bu bölünmüş kentin hüznünü ve atmosferini biraz deşmekte yarar var: Asırlık yaşam biçimlerinin ve tarzlarının, sokak kenarı kahvelerinde yaşlıların oturma biçimlerinden tutun, öğle sıcağı rahavetine ve Kıbrıslının neredeyse zorunlu –üstelik resmileşmiş (yazın öğleden sonraları devlet daireleri ve bankalar çalışmaz)– siesta’sına varıncaya kadar, ortak özellikler Türk ve Rumlar arasında ne kadar paylaşılmış olurlarsa olsunlar, kendi başlarına bir “kimlik” oluşturmaya yeterli değildirler. Üstelik günümüz “sosyolojik düşün”ü “kimlik” adını verdiği bir sahte-kategoriyi bizzat kendileri de farklılıklardan oluşan insanların üzerine bir deli gömleği gibi giydirme alışkanlığından kolay kolay vazgeçeceğe benzemiyor. Her şeyden önce Kıbrıs adası, asırlar boyunca bir kentli kültürüne sahip olmayı sürdürmüştür: bir merkez, çarşı (arasta), Magosa kalesinin içinde içiçe geçmiş, Türkmen, Müslüman, Rum-Ortodoks, Maronit, Çerkes ve Çingene topluluklarına yaşam mekanı oluşturan son derece dar, örgülü ve üstüste binmiş evler, avlular, “modern” devlet idaresinin bilmem hangi çıkarlar nedeniyle hâlâ kurtulamadığı Osmanlı vakıf hukuku –bunların hepsi, kent rantlarının yeniden dağıtılması sürecinde (özellikle 1974’ten sonra)– o garip ve sessiz dirençlerini sürdürüyor gibiler. Bu direncin geçmişte ne türden dışlama, sessiz ya da açık düşmanlık, hattâ karşılıklı ikiyüzlülük biçiminde karşımıza çıkan eğilimlerden ve beslenmiş olduğu ayrı bir konudur. Günümüz cemaat ve devlet siyasetinin kullandığı düşmanlık araçlarından –askerî, ideolojik, siyasal ve iktisadî– daha masum oldukları kuşku götürmez. Ama masumiyetin de, suçluluğun da dereceleri var: Bitter Lemons (Acı Limonlar) yazarı Lawrence Durrell’in tanıklığı her “ezgi”nin başka bir ezgiyi, her saldırının karşı bir saldırıyı zorunlu olarak başlatacağını bizzat örneğimizin üzerinde pek güzel göstermiyor mu? Günümüzde Kıbrıslı’nın “kimlik sorunu”ndan söz edenlerin bu yüzden ilk olarak 1974 sonrası adaya yerleşen Türkiyeli nüfusun “kimlik sorunu”na eğilmeleri, açıkçası daha akıllıca bir yöntem olmaz mı?

Her şey, adanın 1974 öncelerine dek uzanan bölünmüşlüğünün her şeyden önce kentlilik kültürünü şoka uğrattığını, yaraladığını gösteriyor. Bugün kent merkezinde kuşaklar boyu yaşamını sürdüren ciddi bir orta sınıf nüfusun adanın yüzeyinde ne kadar olabilirse “çevreye”, ucuza maledilmiş ya da Rumlardan miras kalmış “villa tipi” evlere göç ederek (bu kentleşme süreçlerinin günümüzde evrenselleşmiş kalıplarından biridir) Lefkoşa’yı, Magosa’yı hattâ o ufak tatil kenti Girne’yi Türkiyeli göçmenlere terkedişleri kent uygarlığının sancısının esas sorun olduğunu yeterince göstermiyor mu? Bu açıdan “karasakal”ın,5 bu yeni “paryalar”ın öyküleri belki de Kıbrıs’ın anlaşılmasında çok daha önemli bir yer tutuyor bence.

 

Gazedda'dan haberdar olmak için takipte kalın...

Takipten çık
Gazedda

Gazedda

Gazeddakıbrıs yurttaş gazeteciliği anlayışı ile yayın yapan, yurttaştan yana taraf olan ve gazetecilikte meslek etiği ilkelerine inanan bir yayın organıdır. Gazeddakıbrıs her koşulda barıştan yanadır.

Kıbrıs Çingeneleri 💃🏽🕺🏽 Derzinevesi
DÜNYADAN YAZARLAR

Kıbrıs Çingeneleri 💃🏽🕺🏽 Derzinevesi

Gazedda
21 Mart 2023
0

Cav, Olece’de göz demektir. Cavlık, gözlükle eş anlamlıdır. Hiç görülmeyen, saklanan, görmekten kaçınılan, bir toplumun yarası mıdır, yoksa kendinden kaçtığı nefreti midir. Elbet birileri toplumun içinde yaşayan insanları iyice tanımlayabilir....

Okumaya Devam Et
Kalanın da gidenin de gönlü hoş olsun 🥛 Aydın Boysan
DÜNYADAN YAZARLAR

Kalanın da gidenin de gönlü hoş olsun 🥛 Aydın Boysan

Gazedda
21 Mart 2023
0

Fotoğraf : Gazedda Kolektif / AI Art Görüyoruz ki dünya lezzetini kaybetmiş gibi davranıyor. Geçmişe genelleme yapmayı sevmediğimiz gibi, konuların bizi geleceğe itmesi yerine, anın tadına vardığımız o anlardan bahsetmek...

Okumaya Devam Et
Kayıp oğlunun yollarını gözleyen 🤍 Fikret Demirağ
DÜNYADAN YAZARLAR

Kayıp oğlunun yollarını gözleyen 🤍 Fikret Demirağ

Gazedda
19 Mart 2023
0

Fotoğraf : Gazedda Kolektif / AI Art Fikret Demirağ uzak bir görüntüyü bilinçli olarak beraberindeki anlamlarla kurardı. Aslında böylece şiirin daha fazla problemiyle uğraşmak zorunda kalıyordu. Sanki bizi başka kitaplara...

Okumaya Devam Et
Hangi birini sayayım toprak 🤍 Pembe Marmara
DÜNYADAN YAZARLAR

Hangi birini sayayım toprak 🤍 Pembe Marmara

Gazedda
19 Mart 2023
0

Fotoğraf : Gazedda Kolektif / AI Art Pembe Marmara’nı yeri belki de çok ayrıdır. Dünyada da yeri çok farklıydı belki de. Bir şairi sevmiş, fakat sonra çok geçinemediği, hatta yatak...

Okumaya Devam Et
Sevinç Söyler Şimdi 🤍 Bilge Karasu
DÜNYADAN YAZARLAR

Sevinç Söyler Şimdi 🤍 Bilge Karasu

Gazedda
19 Mart 2023
0

Fotoğraf : Gazedda Kolektif / AI Art Bugünü belirli bir gerçeklikle, tek tanımla saptayabilecek bir insanlık durumu yaratarak anlatmak zorlaşıyor. Karşıtlık ve olumsuzluk arasında kalıyoruz. Yaşamın çekilmez akışı içinden kurtulunamaz...

Okumaya Devam Et

YAZARLAR

Yolun kendisi olmak veya seçim(ler)e dair uyarı(lar)[*] | Sibel Özbudun – Temel Demirer
Sibel Özbudun

Yolun kendisi olmak veya seçim(ler)e dair uyarı(lar)[*] | Sibel Özbudun – Temel Demirer

Temel Demirer
19 Mart 2023
Bir çay hikâyesi | Tevfik Aytekin
Tevfik Aytekin

Bir çay hikâyesi | Tevfik Aytekin

Tevfik Aytekin
16 Mart 2023
İnsan betondan gelir betona gider | Tevfik Aytekin
Tevfik Aytekin

İnsan betondan gelir betona gider | Tevfik Aytekin

Tevfik Aytekin
14 Mart 2023
Çalıyor

Gazeddawebtv’nin yeni programı Sansürsüz yayınlandı

Gazeddawebtv’nin yeni programı Sansürsüz yayınlandı

Gazeddawebtv’nin yeni programı Sansürsüz yayınlandı

SANSÜRSÜZ
‘Hükümet istifa’ demek suç değil görevdir

Yas Evi | GAİN Orijinal Belgesel | Video Haber

GAZEDDA'NIN GÜNDEMİ
“Çocuklarımıza ulaşabilmek için yoğun bir çaba sarf ediyoruz”

Mağusa’nın en büyük acısı | Video Haber

GAZEDDA'NIN GÜNDEMİ
Umut’un babası | Sedat Yılmaz | Video

Umut’un babası | Sedat Yılmaz | Video

DÜNYA
Taraftarlar: Amedspor’a yapılan saldırı bir sistem sorunudur | Video

Taraftarlar: Amedspor’a yapılan saldırı bir sistem sorunudur | Video

DÜNYA
İlk resmî rapor | 33 bin 143 bina ağır hasarlı, 153 bin 506 daire derhal yıkılmalı

Kader Planı: Antakya | Video Haber

DÜNYA
“Çocuklarımıza ulaşabilmek için yoğun bir çaba sarf ediyoruz”

Isias’ta hayatını kaybeden Hayal’in ailesinden ‘AFAD’ çıkışı: 6. güne kadar göremedik | Video Haber

GAZEDDA'NIN GÜNDEMİ
Kabındaki mama ile 25 gün hayatta kalan ‘Fıstık’, kurtarıldı

Kabındaki mama ile 25 gün hayatta kalan ‘Fıstık’, kurtarıldı

GAZEDDA'NIN GÜNDEMİ
Dayanışmanın önceliği | Melike Özbay | Vesaire

140journos’tan “kader planı”

DÜNYA
“Kaybettiğimiz canların hakkını ne pahasına olursa olsun sonuna kadar arayacağız”

“Artık İsias davasında resmi anlamda temsiliyetimizle gözlemci ve katılımcıyız” | Video

GAZEDDA'NIN GÜNDEMİ

Twitter’da takip et

Tweetlerim

Instagram

Takip et

  • Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşam süren gençlerin yüzde 57.30’unun göç etmeyi düşündüğü; gençleri göçe iten en önemli etkenlerin ekonomi, gelecek kaygısı ve zorunlu askerlik olduğu ortaya çıktı.
  • Fransa’da emeklilik yaşını 64
  • İnsan hayatı küçük hesaplarınızdan daha değerlidir! #isiasemsaldavaolacak
  • İnsanların can güvenliğini sağlamayan bir devlet, devlet olur mu? #isiasmelekleresözümüzvar
  • Yaren Leylek ve Balıkçı Mehmet Amca yine buluştu
Yaren Leylek umutla bekleyişin sembolü olmuştu.

Yaren Leylek ve Balıkçı Mehmet Amca’nın dostluğu belgesele konu olmuş ve belgesel Prag Film Ödüllerinde En İyi Belgesel ödülünü almıştı.

Yaren Leylek ve Balıkçı Mehmet Amca’nın dostluğu bu yıl on ikinci yılına girdi.

Her yıl göç eden Yaren Leylek tekrardan Mehmet Amca’nın yanına geri geliyor. Bazen zor ve amansız bekleyişe dönen bu dostluk, sevdiğini hasretle beklemenin en içten örneklerinden biri.

Örnek dostluğu karşılıksız sevgi ve güven olarak da tanımlayabiliriz. Günümüz dünyasında kilometrelerce birbirinden uzak kaldıktan sonra her yıl tekrardan aynı yerde buluşan bir insan ve bir hayvanın dostluğu, herkesin ilham alabileceği, birbirine kalbini tamamen açmış, şefkatle sevebilen, dünyanın hızından ayrı, dip dibe bir yaşamdan uzak bir yere varınca, insanın doğayla, hayvanla nasıl uyum içinde, bütünlükle yaşayabileceğini de ispatlıyor.

Hikayeyi kamuoyuna duyuran yaban hayatı fotoğrafçısı Alper Tüydeş de “Geçen yıl Yaren geldiğinde karlı bir havaya denk gelmişti. Belki yine kar ile karşılaşmamak için gecikmiştir. Ama yaşı da var, o yüzden gelememe ihtimalinden dolayı korktuk. Her sene bu ihtimalle uğurluyoruz onu. Neyse ki geldi. Bunca sıkıntılı ve üzücü gündem arasında, Yaren Leylek umutla bekleyişin sembolü olmuştu. Ve sonunda hikaye, bu yıl da gerçek oldu. Tüyü kadar ömrü olsun” diye konuştu.

Kaynak: BBC News Türkçe
  • Cinayet 40 gün önce gerçekleşti! #isias40karagün
  • Cevaplar yerine sorular bulmak, sorgulamak: ihtimallerle yüzleşmek istiyoruz. 
Gazeddawebtv, uzun bir aranın ardından Tevfik Aytekin  ve Nuri Sılay
  • Karl Marx, Kapital

Gazedda Sosyal Medya

SON EKLENENLER

Ekonomi, gelecek kaygısı ve zorunlu askerlik gençleri göçe zorluyor

15 saat önce
“Çocuklarımıza ulaşabilmek için yoğun bir çaba sarf ediyoruz”

‘Depremde yıkılan İsias Otel’in malzeme kalitesi kusurlu çıktı’

15 saat önce
Credit Suisse kurtarılmasına rağmen banka hisseleri düşüyor

Credit Suisse kurtarılmasına rağmen banka hisseleri düşüyor

20 saat önce
Fransa’da emeklilik reformuna karşı düzenlenen protestolarda 500’den fazla kişi tutuklandı

Fransa’da emeklilik reformuna karşı düzenlenen protestolarda 500’den fazla kişi tutuklandı

20 saat önce
Tarihin en uzun süreli kasırgası Afrika’da 522 can aldı

Tarihin en uzun süreli kasırgası Afrika’da 522 can aldı

20 saat önce
Gazedda

© 2022 Gazeddakıbrıs - Copyleft

  • Künye
  • Dayanışma
  • İletişim
  • Gizlilik Politikası

Bulamadık
Tümünü Gör
  • Ana Sayfa
  • HABER
    • GAZEDDA’NIN GÜNDEMİ
    • KIBRIS
    • DÜNYA
    • KORONAVİRÜS
  • MULTİMEDYA
    • GAZEDDAPOD
    • GAZEDDAWEBTV
  • YORUM
    • EDİTORYAL KOLEKTİF
    • GAZEDDABLOG
      • GAZEDDA YAZARLARI
      • GÜNEYDEN YAZARLAR
      • DÜNYADAN YAZARLAR
    • RÖPORTAJ

© 2022 Gazeddakıbrıs - Copyleft

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

Web sitemizde size en iyi deneyimi sunabilmemiz için çerezleri kullanıyoruz. Bu siteyi kullanmaya devam ederseniz, bunu kabul ettiğinizi varsayarız. Gizlilik ve Çerezler Politikası sayfamızı ziyaret edin.