Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu aktivistleri Pembe Birinci ve Hüseyin Özinal, “25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü” sebebiyle Lefkoşa ara bölgede Kıbrıs ‘ta savaşlarda ve gündelik hayatta şiddete uğrayan kadınlar için sanatsal çalışma gerçekleştirdi.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu’ndan yapılan açıklamada çalışmada toplam 9 adet çeşitli boyutlarda metal yuvarlak halkalar birbirine tutturularak ve üzerinde mor tonlarında ipler gerdirilerek yayaların geçiş yolu üzerine çatılara asıldığı vurgulandı. Aktivistler, kamusal alanda soruna dikkat çekmek isteyerek tüm dünyada kadınların din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği gözetilmeksizin şiddete uğradığı yuvarlak halkalar ile anlatılırken, halkaların birbirine bağlanması ile de kadın dayanışmasının yaşamsal önemi vurgulandı. Kullanılan mor renk ise feminist politikalara vurgu yapmak için seçildi.
Platform’un 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü Bildirisi ise şöyle:
1960 yılında diktatörlüğe karşı mücadele eden üç kadın aktivist olan Mirabel kardeşlerin tecavüz edilerek öldürülmelerinin ardından ‘Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ olarak ilan edilen 25 Kasım, kadına yönelik şiddete karşı dayanışma ve direnişin yükseldiği gündür. Yıllar önce Mirabel kardeşlerin özgürce düşünmeleri ve düşüncelerini ifade etmelerini engellemek için uygulanan şiddet bugün de milyonlarca kadına yönelik olarak devam etmektedir.
Ataerki, kapitalizm ve militarizm üçgeninin bir ürünü olarak ortaya çıkan kadına yönelik şiddet günümüzde de artarak devam etmekte, kadınlar hayatlarının birbirinden farklı alanlarında sürekli olarak farklı şiddet türlerine maruz kalmaktadırlar. Kıbrıs’ın kuzeyinde önemli bir sorun olan aile içi şiddet devletin gerekli önlemleri almaması nedeni ile can almaya devam etmekte, kadınların şiddet kıskacından özgürleşmelerini zorlaştırmaktadır. . Kamusal kaynakların şiddet gören kadın ve çocukların sığınacağı sığınma evleri, şiddet önleyici birim ve çalışmalar söz konusu olduğunda kısıtlı olması fakat lüks makam araçlarına harcanması kabul edilebilir olmadığı gibi devletin şiddete ve şiddetin artan devamına göz yumması demektir. İş yerlerinde, evde, emekleriyle hayatlarını sürdürdükleri her alanda ekonomik yönden şiddete uğrayan kadınlar, kayıt dışı ekonomide ucuz iş gücü olarak emek sömürüsüne uğramaktadırlar. Sendikasız ve sigortasız olarak güvencesiz ortamlarda çalıştırılan kadınların sayısı ise gün geçtikçe artmaktadır. Ayrıca gerek iş yerleri, gerekse örgütlerinde mobbinge maruz kalan kadınlar bezdirici yöntemlerle çalışma yaşamından uzak tutulmaya çalışılmakta ve emeklerinin hiçleştirilmesi ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Lezbiyen, biseksüel ve trans kadınlar heteronormatif sistemde, sistematik olarak psikolojik şiddete maruz kalmaktadırlar. Kıbrıs’ın kuzeyinde seks kölesi olarak çalıştırılan kadınlar, şiddetin her türüyle yüzleşmekte ve insanlık dışı muamelelere düzenli olarak maruz kalmaktadırlar. Üstelik devlet yasaları ve uygulamalarıyla, kölelik sisteminin zeminini oluşturmakta, hatta bundan kar sağlamaktadır. Yıllardır barıştan uzak olan, savaşlarla dolu coğrafyamızda etkin olan militarizm ve ataerkil anlayış birbirini besleyip kadına yönelik şiddetin her geçen gün artmasına neden olmaktadır. Savaş ortamları şiddetin her halinin zirveye ulaştığı ortamlardır. Şiddet ‘namus’u koruma kisvesi altında meşrulaştırılmaktadır. Savaşlarda kadın bedeni, tıpkı toprak gibi bir işgal alanı olarak görülmekte ve ‘erkeğin/toplumun özel mülkiyeti’ , ‘erkeklik onuruyla oynamanın en önemli silahı’ haline gelmektedir. Birçok deneyimin bize gösterdiği savaşlarda kadının payına düşenin sömürülmek, şiddet görmek, tecavüze uğramak ve tamir edilemez yaralar olduğudur. Yakın coğrafyamız Ortadoğu’daki savaşlardan kaçan mülteci kadınlar, savaşın yarattığı etkileri atlatamadan, sığındıkları ülkelerde yeni trajedilerle yüzleşiyorlar ve şiddet görmeye devam ediyorlar. Yakın tarihimizde savaşı deneyimleyen, savaşın yaralarını taşıyan kadınlar olarak ülkemizde barışı özlüyor ve talep ediyoruz.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu olarak, barışın sesini çoğaltmaya ve kadına yönelik her türlü şiddet sonlanıncaya kadar mücadele etmeye devam edeceğimizi yeniden belirtiyoruz. Bu çerçevede gündelik hayatta şiddetin çeşitli türlerine maruz kalan kadınlar savaşlarda da ilk mağdur olanlardır diye düşünerek Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platforumu aktivistleri Pembe Birinci ve Hüseyin Özinal tarafından ‘Ara Bölge ‘ diye adlandırılan ve Lokmacı Barikatı olarak da bilinen sınır kapısında bir çalışma gerçekleştirdiler. Gerçekleştirilen çalışma tüm dünyada ve Kıbrıs ‘ta savaşlarda ve gündelik hayatta şiddete uğrayan kadınlar için yapılmıştır. Çalışmada toplam 9 adet çeşitli boyutlarda metal yuvarlak halkalar birbirine tutturularak ve üzerinde mor tonlarında ipler gerdirilerek yayaların geçiş yolu üzerine çatılara asılmıştır. Böylece aktivistlerimiz kamusal alanda soruna dikkat çekmek istemişlerdir. Bu çalışmada tüm dünyada kadınların din, dil, ırk, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği gözetilmeksizin şiddete uğradığı yuvarlak halkalar ile anlatılırken, halkaların birbirine bağlanması ile de kadın dayanışmasının yaşamsal önemi vurgulanmıştır. Mor renk ise feminist politikalara vurgu yapmak için seçilmiştir.
YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI!
YAŞASIN BARIŞ!
İMZACI ÖRGÜTLER
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Platformu Bileşenleri (KTÖS, Feminist Atölye, Feminist Öğretmen İnisiyatifi, YKP-fem, Kuir Kıbrıs, Envision Diversity, Mesarya Kadınları İnisiyatifi, Kıbrıs Dem Genç Kadın, CTP Kadın Örgütü, TDP TOCEK, BKP Kadın Meclisi, Kıbrıs Pir Sultan Abdal Kültür Derneği, POST Araştırma Enstitüsü, Mülteci Hakları Derneği, MAGEM, MAKAMER, DAÜ-SEN, Daü Bir-Sen, Kıbrıs Türk Tabipleri Odası, Tabipler Birliği, Kıbrıslı Türk İnsan Hakları Vakfı, KTAMS, Doğu ve Güneydoğulular Kültür Derneği, Lefkoşa Emekçi İnisiyatifi, YDÜ Özgür Kadın Dayanışması).