1. Biraz ön bilgi, hukuk ve komünist tavır…
* Avrupa Parlamentosu seçim prosodürü ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ne kadar uyumludur?
Konuyu detaylandırmadan önce, Kıbrıs Cumhuriyeti ve Anayasası konusundaki duruşumuzu bir kez daha, kısaca ortaya koymakta yarar var.
1960’da kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunun sömürgelerin özgürlüğü ve ülkelerin bağımsızlığı prensiplerine aykırı olduğunu ve oluşturulan anyasasının da bunu yansıttığını görmemiz gerekmektedir.
Üstüne basa basa “bağımsız” bir cumhuriyet yaratıldığı iddiasına rağmen, topraklarının kritik bir bölümünü, ülkesini on yıllarca sömürgeleştirmiş olan Britanya’ya egemen askeri üs olarak vermeyi ve adanın her köşesinde varlığını ortaya koymasına müsade etmeyi onaylayan, anayasasının bir eki haline getirilen ittifak ve garanti anlaşmasıyla da, bir yandan Britanya’nın ada üzerindeki askeri varlığını ve üslerini korumayı garanti eden, Britanya ile birlikte Yunanistan ve Türkiye’yi Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin ve anayasal düzeninin garantörü yapan bir devletin bağımsızlığından söz edilemez.
Bu “bağımsızlık” olsa olsa, emperyalizm elinde oyuncak olacak bir bağımsızlıktır.
Nitekim, 1960 sonrası ortaya çıkan bütün gelişmeler, Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin emperyalizmin oyuncağı olduğunu defalarca kanıtlanmıştır, hem de kan ve gözyaşıyla…
Kuruluş şekli ve anayasasına bakıldığında, istendiğinde parçalansın diye kurulan bu emperyalizme bağımlı devlet üç yıl sonra, 1963’te, onu korusun diye garantör yapılan güçlerin de çabalarıyla milli temellerde ikiye bölünmüştür.
Bu durumda bizlerin Kıbrıs Cumhuriyeti devletini ve Anayasasını savunmamız sözkonusu olamaz. Bu devlet, başta Britanya ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından, diğer emperyalist devletlerin de onayı ve desteğiyle kurulmuş ve iki toplumun istendiğinde birbirini yemesine zemin hazırlayacak bir anayasa ile donatılmış bir devletti.
Buna rağmen, kendi kurdukları devleti yaşatmak ve anayasasına uymak için bu burjuvaların hiçbiri kıllarını bile kıpırdatmamışlardır. Tersine, yıkmak için hepsi de elbirliği yapmışlardır.
Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, “tüm diğer yasaların üstündedir ve hiçbir yasa anayasaya aykırı hüküm içeremez” (1) demelerine rağmen, “kendi anayasalarını” yıkmak için adeta yarışmışlardır.
Örneğin, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, toplumların kendi temsilcilerini kendi ayrı oylarıyla seçmesini hükmeder. Yani, Kıbrıslı Rum milletvekilleri, belediye başkan ve meclis üyelerini ve cumhurbaşkanını Kıbrıslı Rumlar; Kıbrıslı Türk milletvekillerini, belediye başkan ve meclis üyelerini ve cumhurbaşkan muavinini Kıbrıslı Türkler seçebilirdi. Bu nedenle, 1974 sonrası seçimlerde karşı toplumun diğer toplum seçimlerinde ne aday olarak, ne de seçmen olarak yer almaları sözkonusu değildi. (2)
Ama, Avrupa Parlamento (AP) seçimlerinde Kıbrıslı Rumlar ile Kıbrıslı Türkler aynı partiden (ortak) aday çıkabilecekleri gibi, bağımsız adaylar olarak da yer alabilirler ve seçmen kütüklerine kayıtlı olmak şartıyla istedikleri partiye veya adaya oy verebilirler.
Avrupa Birliği (AB) ve dolayısıyla da Avrupa Parlamentosu, Avrupa tekellerinin oluşturduğu emperyalist bir güçtür. Bu durumda, AP seçimlerinde uyguladıkları ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını hiçe sayan uygulamayı Kıbrıslıların birliği için uygulamadıklarının da farkındayız.
Ama bu seçim prosodürünün Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası ile çeliştiği ve hangi yasa ile düzenlendiği bir yana, Kıbrıs Rum ve Türk adayları siyaseten ve seçmenleri örgütsel açıdan ortaklaştıran bir prosodürdür.
Bu prosodür, Kıbrıslı Rum ve Kıbrıslı Türk seçmenini aynı sandıkta ortaklaştırmanın da ötesinde, aynı parti içinde, yani aynı siyasal duruş etrafında toplanmayı olanaklı kılan bir prosodürdür. Bu prosedür Kıbrıs siyasal arenasını toplumlar/uluslar zemininden sınıf mücadelesi zeminine oturtmanın alt yapısını oluşturmaktadır.
İşte bu nokta, Kıbrıs Anayasasına ters olsa bile, biz komünistler tarafından önemsenmeli ve desteklenmelidir.
Bu destek, AB’yi ve AP’yi desteklemek anlamına gelmez.
Bu durum, sadece Kıbrıslı Rum gerici güçlerini değil, aynı zamanda da Kıbrıslı Türk gerici güçlerini de rahatsız etmekte ve endişelendirmektedir.
* Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AP’da 6 kişilik sandalyesi vardır. Yanlış bilmiyorsam, bu 6 sandalyenin nüfus oranı gereği 4 tanesi Kıbrıslı Rumlara, 2 tanesi de Kıbrıslı Türklere aittir (gene yanılmıyorsam, bu Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasındaki Temsilciler Meclisi %70 Rum, %30 Türk oranına dayanarak böyle belirlenmiştir). Bu nedenle bazı kesimler, “Avrupa Parlamentosuna gidecek Kıbrıslı Rum mebusları Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıslı Türk mebusları da Kıbrıslı Türkler seçmeli.” diyorlar.
Böyle yapılmadığı için de adaylar Kıbrıslı Türk dahi olsa “bizi temsil etmez” (3) diyorlar.
Yani, ortak aday ve ortak oy verme noktasından, ayrı aday ve ayrı oylama noktasına geri dönme olumsuzluğunu içinde barındırmaktadır.
* Bu konular Kıbrıs ve dünya işçi sınıfı çıkarları gözetilerek tartışılmalı, somutlaştırılmalı ve pratik adımlar atılarak güçlendirilmelidir. Bu adımların en önemlisi, 4 yıl sonraki Avrupa Parlamentosu seçimlerine Kıbrıs’ın Rum ve Türk anti emperyalistlerinin ortak bir liste ile aday olmanın yollarını bulmak olacaktır.
* Belki de, daha da önemlisi, “neden bu ortak tavır ve ortak örgütlülüğü Kıbrıs’ın kendi siyasal yaşamında da uygulamayalım?” sorusunu kaçınılmaz olarak gündeme sokacak olmasıdır.
Bu noktada yurtseverler, devrimciler ve komünistler şu kritik soruyla karşı karşıyadırlar:
Emperyalistlerin yaptığı ve Kıbrıs halkına dayattıkları, halkımızı milliyetler temelinde ayrıştıran ve milli çatışmalara temel oluşturan anayasanın korunması mı, yoksa, milli bölünmelere darbe vuracak ve sınıf temelinde oluşacak siyaset ve örgütlenme imkanı mı?
Bu soruya verilecek yanıt Kıbrıs’ın geleceğini belirleme potansiyeli taşımaktadır.
2. Avrupa’da neler oluyor?
2024 AB Parlamento seçim sonuçları bize üç önemli noktayı göstermiştir.
Birincisi, seçmenler, Avrupa Parlementosu’nun yaptırım gücü olmadığını ve esas kararların Başbakan/Başkan toplantılarında oybirliği ile alındığını bildiğinden bu seçimlere (birkaç ülke haricinde) başından beri rağbet göstermemektedir. Buna rağmen AB bu seçimler için milyarlarca Euro harcamakta bir avuç kesimi beslemektedir.
İkincisi, 2008 finansal krizi ve COVID-19, AB ülkelerini ekonomik krizden bir türlü kurtaramadı. Ayrıca Ukrayna savaşı nedeniyle AB üyesi ülkelerin nüfüsu büyük bir ekonomik yıkım yaşamaktadır. Buna 2008’den bu yana yaşanan siyasi ve sosyal krizleri de eklersek AB içerisinde yaşayan geniş kesimler -işçiler, emekçiler, küçük mülk sahipleri, aydınlar- bu ekonomik krizden çıkış yolu aramaktadırlar.
Kapitalist-emperyalizmin genel krizi ve son dönemde yaşanan büyük buhran sadece AB ülkelerini etkilememiş, bu ülke dışında yaratılan emperyalist haksız savaşların yarattığı yıkımı da beraberinde getirmiştir. Libya, Afganistan, Suriye savaşları, Afrika’da yokluk ve etnik savaşlar (Somali, Etiyopya, Kongo, Sudan vs) ve de küresel ısınmanın yarattığı kuraklık büyük bir göç dalgası yaratmıştır. Bu göçmenler kurutuluşu Avrupa’da ve Amerika’da bulmak için yollara düşmüştür. İşte tam bu noktada açlık ve yoksullukla boğuşan Avrupa halkına yoksulluğun bu göçmenler yüzünden olduğu popülist propagansası yapılmış ve yapılmaktadır. Göçmene verilen her kuruşun ve her işin yerli halka verilmesini talep eden popülist siyateti aşırı sağ kesimler sahiplenmekte ve yerli geniş yoksul kesimler arasında destek bulmaktadır.
AP seçim sonuçlarından ortaya çıkan üçüncü nokta, kitlelerin ve özellikle de otuz yaş altı gençlerin uzun süre var olan mevcut siyasi partilere artık inanmadıkları ve popülüst sığ laflar eden aşırı sağ ve bireylere destek vermeye başladığıdır. Bu genç ve umutsuz yoksul kesimler AP’nin gücünün olmadığını bildikleri halde bu aşırı sağcı kesimlere veya popülist bireylere oy vererek aşırı sağcıları güçlendirmiştir. Almanya’nın doğu kesimleri, Belçika, Hollanda, İtalya, Fransa ve bir dizi diğer AB üyesi ülkelerde ırkçılık ve göçmen düşmanlığı güne damgasını vurmuştur. Emperyalist burjuvazi için bu bununmaz nimettir. Emperyalist tekeller işçi ve emekçiler arasında ırkçılığın tırmanmasından memnundurlar. Çünkü öfke kapitalist-emperyalist sistemi yıkmak yerine kapitalist-emperyalist sisteme can simidi olmaktadır.
Aşırı sağın büyümesinin önümüzdeki yıllarda nasıl geleşeceğini hep beraber göreceğiz.
3. Kıbrıs AB ve kapitalist dünyanın dışında değil ki!
Seçim sonuçlarından önce, AP seçimlerine (ve herhangi bir burjuva seçimine) hangi perspektiften bakmalıyız?
Milletler, halklar veya toplumlar sınıflardan oluşurlar ve bu herbir sınıfın diğer sınıflarla çelişen gerek ekonomik, gerekse de siyasal çıkar ve talepleri vardır.
Kapitalist sistemde burjuvalar var olan ekonomik ilişkileri korumak ister. Bu, onları toplumun en tutucu sınıfı yapar. Sürekli olarak gelişmeyi, ilerlemeyi gerektiren üretici güçlerin gelişmesi önünde engel teşkil etmek durumunda kalırlar. Bu engel olma durumu sadece ekonomik ilişkişlerle sınırlı değildir. Tabiatıyla siyasal ilişkilere de yansır; demokrasi demokrasi olmaktan çıkar, burjuva sınıfın oyuncağı haline gelir, toplumun diğer bütün sosyal ilişkileri (eğitim, güvenlik, adalet vs…) burjuva sınıfın çıkarlarına hizmet edecek konuma sokulur.
Ama, kapitalist toplumlar sadece burjuvalardan oluşmazlar, tersine nüfusun ezici çoğunluğu işçi ve emekçilerden oluşur. İşçilerin çıkarı üretici güçlerin sürekli gelişmesinden yanadır. İşçilerin hakları ve tüm yaşamları burjuvaların doymak bilmez iştahlarının malzemesi haline getirilir. İşçiler kendi çıkarları ve gelecekleri konusunda bir perspektif, burjuvaninkinden ayrı bir perspektif oluşturmak durumundadırlar.
Kısacası; üretim araçları üzerinde özel mülkiyet sahipleriyle, yani burjuvalarla, üretim araçları üzerinde herhangi bir mülkiyeti olmayan, ürettiklerinin çoğuna burjuvalarca el konulan işçilerin çıkar ve perspektiflerinin aynı olması mümkün değildir.
İşte, bu nedenle AB Parlamento seçimlerine hangi perspektiften bakacağımız kritik öneme sahiptir.
Burjuva perspektiften mi bakacağız, yoksa devrimci/komünist perspektiften mi?
Yani; tavrımız ve tutumumuz kapitalist/emperyalist sistemin devamına mı yarayacak, yoksa bu sistemin yıkılıp yerine çok daha adil bir sistemin, sosyalizmin kurulmasına mı yarayacak?
İşte kritik soru budur!
Bu kritik soruya vereceğimiz yanıt, gerek seçimde nasıl davranmamız gerektiğini ve gerekse seçim sonrası ortaya çıkacak sonuçları nasıl değerlendireceğimizi belirleyecektir.
4. Fidias “dahi” mi, “siyasi şarlatan” mı?
* Siyasette belirleyici olan nedir?
Siyasette nicelik önemsiz değildir. Mesela, elde edilen oy oranı çok önemlidir. Bu oy oranını elde edebilmek için izlenen yöntem ve taktikler de önemsenmelidir. Bu yöntem ve taktiklerin değişkenliğine, zamanına göre kullanılmasına vs. vs. büyük özen gösterilmelidir.
Ama, siyasette daha önemli, hatta belirleyici olan içeriktir, özdür. Yani, İlkeler ve amaçlardır; kimin için (neden), hangi yollardan (neden) siyaset yaptığın ve sonuçta ne elde edeceğin belirleyicidir. Yani, hangi sınıf/sınıfları iktidardan uzaklaştırmak, hangi sınıf/sınıfları iktidar yapmak için çalışıyorsun. İşte, siyasette belirleyici olan budur.
Bu, senin taktiklerini, pratik çalışma tarzını vs. de belirleleyecektir.
Yani, stratejisi doğru olanın, önünde veya sonunda kullandığı yöntem ve taktikleri de doğru olacak, stratejisi onu doğru çalışma yöntemleri ve taktikler kullanmaya yönlendirecek ve zorlayacaktır. Stratejisi doğru olup da, yanlış çalışma yöntemi ve taktiklerde ısrar eden, günün sonunda stratejisini de yozlaştıracak ve değiştirecektir.
Kısacası strateji ve taktik elele ve uyumlu olmak zorundadır.
Bunun tersi de mümkündür; stratejisi yanlış olup da, doğru yöntem ve taktikler kullanmak da mümkündür. Ama, bu durum uzun sürmez, kişi veya örgüt stratejisiyle taktiklerini uyumlaştırmak durumundadır. Ya stratejisini değiştirip, doğru ve taktikleriyle uyumlu hale getirecektir, ya da taktiklerini ve çalışma yöntemlerini de yanlış olan stratejisine uyumlu hale getirecektir.
Lenin’in şu çok bilinen sözünü hatırlayalım:
“Devrimci teori olmadan, devrimci pratik olamaz!”
Ha, hemen vurgulayalım; bir de “popülizm” yapmakta olanlar var. Yani, öyle olmadığı halde kitlelerin desteğini almak için öyle görünenler var.
Hatta, bazıları burjuva siyasetlerin rezilliğinin, sahtekarlığının ayyuka çıktığı durumlarda, halk kitlelerinin desteğini alabilmek için, kitlelerin en geri kesimlerinin siyasi cehaletine hitap ederler; “biz siyaset yapmıyoruz!” diyerek boy gösterirler siyaset sahnesinde. Onlar, geri kalmış kitlelerin geri düşüncelerini savunurken kendilerini “halkçı” ve “demokrat” ilan ederler.
Bu nedenle, kendini ve partisini siyaset ötesi, nerdeyse “iyilik meleği” olarak gösterenlerin, “halk öyle istiyor” diyerek gerici pozisyonlar savunanların şarlatanlıklarına (4) kanmamak gerekmektedir.
Kuzeyde, ister kişisel düzeyde, isterse parti düzeyinde şarlatanlar boldur. Kürekçi, Sadeli, Aslanbaba ve Maypa kişi düzeyindekilere, HP ise parti düzeyindekilere ilk akla gelen örneklerdir.
Bunlar, kısa vadeli “başarılar” sonunda hep hüsranla sonuçlanmış vakalardır. Hüsrana uğrayan sadece kendileri ve partileri olmuyor ama. Aynı zamanda, onları destekleyen, onlara kanan ve güvenen kitleler de hüsrana uğrarlar.
Sonu hüsranla biten en iyi örnek Nazizmdir. Nazizmin, kendini milliyetçi sosyalist (National Socialist) parti olarak tanıtması tam bir şarlatanlık örneğiydi. Faşistliklerini gizlemek ve kitlelerin burjuva demokrasisine olan inançsızlıklarından yararlanmak için başvurdukları bir şarlatanlık…
Avrupa Parlamentosu seçimlerinde ortaya çıkan Fidiyas olayı Kıbrıs’ta, bazı açılardan, herhalde daha önce yaşanmamış bir olaydır ve özel bir incelemeyi haketmektedir. Ama, bu olaya benzer olaylar dünyada ilk değildir. Ukrayna Cumhurbaşkanı Viladimir ZELENSKY ilk akla gelen örneklerdendir. Zelensky de, Fidias gibi ününü teknolojiyi ve şov dünyasını iyi kullanmasına borçludur.
Fidiyas, teknolojinin imkanlarını çok iyi değerlendiren ve dört sene içinde maddi olarak da “köşeyi dönen”, yürüttüğü kampanyayla kullanılan oyların %19’unu alıp Avrupa Parlamentosu’na seçilmiş 24 yaşında bir gençtir. Kullandığı yöntem ve tarz incelenmeli ve alınabilecek dersler alınmalıdır.
* Ama, “teknolojiyi kullanmak” tek başına kimseyi ilerici yapmaz.
Marks’ın konuyla alakalı ettiği lafları doğru anlamak lazım. Karl Marx 1856’da, Halk Gazetesi’nin kuruluş yıldönümündeki konuşmasında özetle şöyle diyordu:
“Buhar, elektrik ve kendi kendine hareket eden çıkrık, yurttaşlar Barbés, Raspail ve Blanqui’den bile çok daha tehlikeli nitelikteki devrimcilerdi.
(…)
Toplumun yeni çıkmış güçlerinin iyi çalışması için, yalnızca yeni çıkmış adamlar tarafından yönetilmek istediklerini biliyoruz – ve çalışanlar (proleterler bn. MO)da böyledir. Onlar da makinelerin kendisi kadar modern zamanın icadıdır.
(…)
Tarih yargıçtır, onun celladı, proleterdir.” (5)
Marks bu konuşmasında sadece modern teknolojinin devrimci niteliğinden bahsetmemektedir. Bu teknolojiyi kullanacak devrimci sınıftan da bahsetmektedir ve her ikisinin de aslında aynı güç (burjuvazi) tarafından yaratıldığına vurgu yapmaktadır. Engels ile birlikte kaleme aldıkları Komünist Manifesto’da bunu çok daha net olarak belirtmişlerdir.
Marks 1950’de yaptığı bu konuşmasında Barbés, Raspail ve Blanqui’den bahsederken, aslında onları övmekte değil, yermekte, “Buhar, elektrik ve kendi kendine hareket eden çıkrık” kadar bile devrimci olmadıklarına vurgu yapmaktadır.
Marks, bahsini ettiği teknolojik gelişmelerin “yaratıcısının” burjuvalar olduğunun farkındaydı elbette. Ama, bunun onları (burjuvaları) devrimci yapmaya yetmediğinin de çok iyi farkındaydı. Aynı zamanda, burjuvaların buhar makinesini, elektriği ve kendi başına hareket eden çıkrığı işçileri daha fazla sömürebilmek için kullandıklarının da çok iyi farkındaydı.
1800’lerde buharla çalışan makine, elektrik ve kendi başına hareket eden çıkrık neyse, günümüzde de mikro çipler ve kompüter teknelojisi odur.
Bu nedenle, Marks’ın bu düşüncelerini dillendirdiğinden yaklaşık 168 yıl sonra Nusret Şen yoldaşımız da, 22 Temmuz 2016’da şöyle diyecekti:
“Mikro-çipler kendilerini “devrimci” ilan eden bizim karakterlerden daha tehlikelidir!
Tarih yargıçtır – celladı, proleter!”
Gerçek komünistler farkındadırlar ki, kompüter teknolojisi, mikro çip sadece onu yaratanlardan (Bill Gates ve benzerlerinden) değil, aynı zamanda bu teknolojiyi kendi bencil çıkarları için kullananlardan da kat ve kat daha devrimcidir.
Dolayısıyla, sırf kullanıyor diye hiçbir teknolojik yöntem ve tekniğin kullananı devrimci yapmadığını görmek durumundayız.
Bu nedenle, Fidias’ın kullandığı yöntem ve teknikleri inceleyip nasıl yararlanabileceğimizi ele almalıyız. Ama, içerik olarak Fidias’tan öğreneceğimiz bişey yoktur. Fidias, gerek genel siyasal eğilim açısından, gerekse Kıbrıs sorunu açısından tam bir burjuvadır ve burjuva düzeni sonlandırmak diye bir kaygı taşımamaktadır. Tersine, onu, yani kapitalizmi “sahtekar” politikacılardan arındırıp güzelleştirmenin peşindedir.
Şimdi siz karar verin, Fidias bir dahi mi, yoksa bir siyasi şarlatan mı?
Bana göre Fidias tam bir siyasi şarlatandır.
Son söz: Keşke komünist bir “Fidias”ımız olsa!
NOTLAR:
(1) “Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası
KISIM XIII – SON HÜKÜMLER
MADDE 179
- Bu Anayasa Cumhuriyetin en yüksek kanunudur.
- Temsilciler Meclisinin veya Cemaat Meclislerinden herhangi birinin hiçbir kanun veya kararı ve Cumhuriyet dahilinde icra kuvvetini kullanan veya herhangi bir idarî görev gören herhangi bir organ, makam veya şahsın hiçbir muamele veya kararı hiçbir suretle, bu Anayasa hükümlerinden herhangi birine aykırı veya uyuşmaz olamaz.”
(2) “Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası
KISIM I -. UMUMİ HÜKÜMLER
MADDE 1
Kıbrıs Devleti, bu Anayasa gereğince, Cumhur Başkanı Kıbrıs Elen Cemaatı tarafından seçilen bir Elen ve Cumhur Başkan Muavini Kıbrıs Türk Cemaatı tarafından seçilen bir Türk olan, başkanlık rejimine sahip bağımsız ve egemen bir Cumhuriyettir”
KISIM IV – TEMSİLCİLER MECLİSİ
MADDE 61
Cumhuriyetin Teşriî Kuvveti, bu Anayasa ile açıkça Cemaat Meclislerine ayrılanlardan başka bütün konularda Temsilciler Meclisi tarafından kullanılır.
MADDE 62
- Temsilcilerin sayısı ellidir. Bu sayı, Temsilciler Meclisinin, Elen Cemaatinin seçtiği Temsilcilerin üçte ikisini ve Türk Cemaatinin seçtiği Temsilcilerin üçte ikisini ihtiva eden bir ekseriyetle alacağı bir karar ile değiştirilebilir.
- Bu maddenin 1’inci fıkrasında gösterilen Temsilci sayısının yüzde yetmişi Elen Cemaati ve yüzde otuzu Türk Cemaati tarafından kendi üyeleri arasından ve Temsilcilik sayısından fazla aday olduğu takdirde, ayni günde genel, tek dereceli ve gizli olarak ayrı ayrı yapılacak seçimle seçilir. Bu fıkrada konulan Temsilciler nisbeti herhangi bir istatistik sayısına tabi değildir.”
KISIMI V – CEMAAT MECLİSLERİ
MADDE 86
Elen ve Türk Cemaatlerinin her biri, kendi üyeleri arasından, bu Anayasa hükümleri gereğince açıkça kendisine ayrılmış bulunan yetkilere sahip olacak bir Cemaat Meclisi seçer.”
MADDE 94
- Bu maddenin 2’nci fıkrası hükümleri mahfuz kalmak şartiyle, yirmibir yaşına varmış ve ilgili cemaat seçim kanununda gösterilen ikamet şartlarını haiz her Cumhuriyet vatandaşı, ilgili cemaat seçim listesine seçmen olarak kaydedilmek hakkına sahiptir: Ancak, Elen Cemaati üyeleri yalnız Elen cemaat seçim listesine ve Türk Cemaatı üyeleri yalnız Türk cemaat seçim listesine kayıt edilebilirler.
“MADDE 95
Seçim zamanında aşağıdaki vasıfları haiz olan her şahıs bir Cemaat Meclisi üyeliği seçiminde aday olabilir: –
- Cumhuriyet vatandaşı olmak ve ilgili cemaat seçim listesinde kayıtlı olmak;
- yirmi beş yaşına varmış olmak;”
“MADDE 173
- Cumhuriyetin en büyük beş şehrinde, yani Lefkoşe, Leymosun, Mağusa, Larnaka ve Bafta bunların Türk halkı tarafından ayrı belediyeleri kurulur: Ancak, bu Anayasanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dört sene içinde, Cumhur Başkanı ve Cumhur Başkan Muavini, yukarıdaki şehirlerdeki belediyelerin ayrılmalarının devam edip etmemesi meselesini incelerler.
- Yukarıdaki şehirlerde, Elen Belediye Meclisleri şehrin Elen seçmenleri tarafından ve Türk Belediye Meclisleri Türk seçmenleri tarafından seçilirler.”
(3) Kutlay Erk (2 Haziran Facebook paylaşımı)
“Avrupa Parlamento (AP) seçimleri, Kıbrıslı Türklerin seçimleri değildir; Kıbrıslı Türklerin taraf olmasının kendilerine yarar getireceği bir seçim değildir….
Tamamen ve sadece Kıbrıs Rum siyasi partilerinin katılımcı olduğu AP seçimlerine Kıbrıslı Türklerin oy kullanmasını özendirme girişimleri Papadopulos’un OSMOSİS siyasetini anımsatıyor. Kıbrıs Türk federalistleri bu açıdan da bir analitik irdeleme yapmalı…”
Bu da, gelen bir yoruma verdiği cevap:
“Kıbrıslı Rumların seçimleri bu, Kıbrıslı Türklere de şovdan başka mesajı olmadı…
ELAM’a gelince… Güney’in meclisinde var, KT karşı yapacağını burda yapıyor; AP’da alacağı çok çok 1 sandalye ile KT’e verebileceği zarar kayda değer değildir. ELAM’ın AP’ye seçilmesini tehlikeli koz gibi gösterip, Güney Kıbrıs’taki etkinliğini hiç öne çıkarmamak doğru siyaset değildir.
AP seçimleri KR’ın kendilerinin, kendileri için yaptığı bir seçimdir; bizim 2 sandalyemizi işgal ettikleri bir seçimdir ve bu işgali yapabilmeleri için gidip oy kullanacağız?! HAYIR…
Papadopujlos (Papadopulos MO) OSMOSİS ile ne ön ghörüyordu (öngörüyordu MO), neyi nasıl başaracaktı? Bir düşünün…
Gene de gidip oy kullanacaksanız, siz bilirsiniz; ben katışıksız federalist olmayha (olmaya MO) devam edeceğim.”
(4) Şarlatanlık, tıp hekimliği, diş hekimliği, veteriner hekimlik veya eczacılık üzerine herhangi bir eğitim ve lisansı olmadığı halde bu meslekleri icra eden sahtekârlar için kullanılan bir hukuk terimi olarak ortaya çıktı. Bilir geçinen, kendi bilgi ve niteliklerini veya mallarını överek karşısındakini kandıran, dolandıran kimseler için kullanılan bir sıfattır. Şarlatan Fransızca kökenli bir kelimedir ve günümüzde çok konuşan, sahtekâr anlamına gelir. Aynı kelime çoğu dilde mallarını ya da kendi bilgisini, niteliklerini överek saf insanları aldatan, dolandıran kimse anlamında kullanılır.
(5) (Orijinal İngilizce metin için bkz: https://www.marxists.org/archive/marx/works/1856/04/14.htm)