Emir üzerine Sanayi Holding batırıldı, özel şirketlere peşkeş çekildi…
Neymiş efendim, “devlet plastik mi üretip satacakmış”, “uğraşmayın böyle ıvır zıvırla” dedi Özal, “siz İstanbul’un bir ilçesi kadar bir yersiniz” ve ekledi; “siz memur olun, biz size bakarız” diye…
Sanayi Holding’den sonra, ne varsa direk veya dolaylı toplumun malı, bir bir özel kişilere peşkeş çekilmeye başlandı…
O “özelleştirme furyası” içinde, fazla da bir ses çıkmadı toplumdan. O dönemlerde özelleştirme tüm kapitalist dünyayı “veba” misali sarmıştı, kolay değildi buna tutarlı bir karşı duruş sergilemek. Kimi muhalif doğrudan katıldı bu “furyaya”, hatta fırsatı yakaladıkları zaman ve yerlerde onlar yaptılar özelleştirmeleri ilericilik adına. Sadece devletin kontrolündeki kamu kurum ve kuruluşları değil, sendikalarımız, hem de “özelleştirme karşıtı şampiyonu” bazı sendikalarımızın yöneticileri kendi kontrolündeki bazı işletmeleri de özele peşkeş çekti, üyelerine bile doğru dürüst sormadan.
Burada da durmadı, kamu malı olan tüm diğer kurum ve işletmeleri sıraya koydu ülkeyi yönetenler. Eğitim özelleştirildi, sağlık özelleştirildi ve halkın parasını vergileriyle fazlasıyla ve peşinen ödediği hizmetleri alabilmesi için tekrardan para ödemesinin yolu açıldı böylece. Halk, doğru dürüst sağlık hizmeti alamamaktan, parasıyla rezil olmaya başlayınca, tekrardan para ödeyerek özel sağlık kurumlarına kaymaya başladı. Aynı süreç eğitimde de yaşandı.
Sonuç? Sonuçta, emekçi insanlar soyulmaya başladılar iyice ve bu arada sermayedarların da kasaları daha çok dolmaya başladı.
Yetmedi, devlet “inovasyon” palavrasıyla özellere hem açıktan para aktardı, hem de vergi afları vs ile onların sermaye birikimlerine büyük katkılar sağladı.
Bitti mi? Hayır bitmedi, sıraya hava ve deniz alanları ve hava yolları girdi. KTHY bilinçli operasyonlarla siyasilerin çiftliğine döndürülerek iflasa sürüklendi ve kapatıldı. Kısa zaman sonra TC sermayeli hava yolları buraya akın etti ve uyguladıkları fahiş fiyatlarla halkımız soyulmaya başlandı. Güney alanlarından uçuş olanağı olmayan ve Türkiye’ye gidecek yolcular soyulmaya devam ediyorlar.
KTHY çalışanları sokağa atıldılar, aylarca haklarını geri almak için mücadele ettiler. Binbir eza ve cefadan sonra, onlardan bazılarını kamu kurumlarına memur yaparak susturdular.
Bitti mi? Bitmedi.
Telekomünikasyon’u tümüyle özelleştirmeyi başaramadıklarından, mobil telefon şirketlerinin önünü açıp, kamuya ait olanakları onlara peşkeş çektiler ve iki tane şirketin, hem de yabancı iki şirketin halkı “haraca” bağlamasının yolunu açtılar. Böylelikle Telekomünikasyon Dairesi etkisiz bir kurum haline getirilmiş oldu.
Bitti mi? Bitmedi.
Şimdi de elektrik kurumuna göz diktiler. AKSA adında bir belayı halkın başına musallat ettiler. Yıllarca, alım garantili sözleşmelerle, halkın kullandığı ve kullanmadığı elektriği halka fatura ettiler. KIB-TEK’e yatırım yapmayarak, halka doğru dürüst ve ucuz hizmet vermesinin önünü tıkayarak AKSA gibi bir yabancı özel şirketin önünü açtılar. Ürettiğini peşin ödediler. Kullandıkları elektriği ödediler, kullanmadıkları elektriği ödediler. Çünkü, alım garantisi verdiler AKSA’ya.
Ve, şimdi de kontratı bitmek üzere olan AKSA’nı kontratını, gene alım garantili ve 15 yıllığına yenilemek için hazırlık yapmaktadırlar ülkemizin hain ve satılmış yöneticileri.
İşte, EL-SEN’in başlattığı direniş bunadır!
Bu direniş, KIB-TEK çalışanlarının maaş sorunu değildir.
Bu direniş toplumsal varoluş mücadelesinin bir kıvılcımıdır!
Çünkü, bu kavga ülkemizi kimin yöneteceği ile ilgili bir kavgadır.
Ankara, yanına AKSA’yı da alarak, yerli işbirlikçilerini de devreye sokarak, “bu topraklar benimdir, istediğim gibi yönetirim, beğenmeyenler terketsinler!” demeye başladı.
Buna karşı biz ne diyeceğiz?
İşte, günün sorusu budur! Gerisi teferruattır!