Kıbrıslıtürk lider Mustafa Akıncı bir süredir “devre dışı” bırakıldığına dair sitemlerle kamuoyunun önüne çıkmaktadır.
New York’ta gerçekleştirilen BM Genel Kurulu’nun yıllık toplantıları çerçevesinde Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki görüşmelerin basına yansıması ve bunun gerek Kıbrıslırum Hükümet Sözcüsü tarafından, gerekse TC Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Kıbrıs Rumları dahil herkesle konuşuyoruz” şeklindeki açıklamasıyla doğrulanmasının ardından Mustafa Akıncı yaptığı açıklamada “Kıbrıs’ta iki eşit taraf vardır ve bunlardan biri Kıbrıs Türk halkı ve onun demokratik yollarla iş başına getirdiği liderliğidir. Kıbrıs Türk tarafının önemsiz bir ayrıntı gibi görülmesine ve gösterilmesine fırsat verilmemelidir” demişti.
Akıncı son olarak önceki gün kişisel sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada ise “Kıbrıs Rum Yönetiminin Türkiye ile görüşmesinin süreklilik arzetmesi durumunda yaratacağı sakıncalara işaret eden açıklamam üzerine, bir çok değerlendirme yapıldığını gözlemledim. Bunların çoğu, Kıbrıslı Türk lider olarak şahsımın devre dışı bırakıldığı şeklinde oldu. Kıbrıs sorunu bağlamında Cumhurbaşkanı sıfatı ile Kıbrıslı Türk lideri yetkilendirip devreye koyan Kıbrıs Türk halkıdır. İsterse devre dışı bırakabilecek yegane güç de yine halktır. Gerisi laf-ı güzaftır” ifadelerini kullandı.
Mustafa Akıncı siyasi hayatı boyunca farklı siyasi duruşlarıyla karşımıza çıkmaktadır. Arşivler ise bizlere tutarsızlığı, çelişkileri ve yalpamaları açıkca göstermektedir.
Bunu, Mustafa Akıncı’nın sadece aktif siyasete veda etmeden önceki (Talat dönemindeki) siyasi değerlendirmeleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimi dönemi ve bugünkü siyasi değerlendirmelerini karşılaştırdığımızda daha net görebiliriz.
Mustafa Akıncı Kıbrıs sorunu müzakerelerinde özelde Kıbrıslıtürklerin, genelde de Kıbrıs’ın çıkarlarını savunmak yerine, Türkiye devletinin çıkarlarını savunma temelinde şekillenen resmi görüşün dışına çıkamadığı müddetçe kendisinden öncekilerle benzeşeceğini, Talat’laşacağını, dolayısıyla Denktaş’laşacağını göremedi. Bunu yapamadığı müddetçe de bütün iplerin TC Dışişleri’nin elinde olacağını dair Talat dönemindeki önemli tecrübeyi görmezden geldi. Oysa ki bizzat kendisi Talat’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde Kıbrıs’ın kuzeyindeki rejimi eleştiren, Talat’ın yanlışlarına işaret eden bir siyasi kişilikti.
Mustafa Akıncı 2007 yılında o dönem Türkiye’de yayın yapan Radikal Gazetesi’nden Neşe Düzel’e verdiği röportajda “KKTC nedir?” sorusuna şu yanıtı veriyor ve devamında önemli değerlendirmelerde bulunuyordu:
“Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, adı devlet olan ama bir devletin fonksiyonlarını yerine getiremeyen bir varlıktır. Türkiye’nin denetimi altında bir yapıdır bu. 1983 yılında ilan edildiği halde dünyanın tanımadığı, hatta Türkiye’nin bile tanımanın gereklerini yerine getiremediği bir antitedir KKTC.”
“Bugün bir AKP, yani bir Tayyip Erdoğan, Kuzey Kıbrıs’taki binlerce seçmen üzerinde bir yerel siyasetçiden çok daha etkilidir. Çünkü bunlar Türkiye’nin yerleştirdiği insanlardır. Onların gözü kulağı Ankara’dadır. KKTC’deki bu nüfus ve seçmen meselesi çok önemlidir.”
“KKTC kâğıt üzerinde bağımsız. KKTC’yi asker ve sivil bürokrasisiyle Türkiye yönetiyor. Bu hep böyleydi. Annan Planı sürecinde seçimler yapıldı, yeni bir cumhurbaşkanı ve hükümet seçildi. Statüko yıkıldı gibi bir imaj verildi ve bu Türkiye’nin de işine geldi ama, KKTC’deki statüko asla yıkılmadı. Nitekim, bağımsız olduğu söylenen bir devletin cumhurbaşkanının ülkesinin başkentinde bir üstgeçidi bile izin almadıkça kaldıramayacağı ortaya çıktı. Bakın… Türkiye, KKTC’yi yıllardır ‘bağımsız devlet’ diye tanıtmaya çalıştı. Ama son olayla KKTC’nin aslında kendi kendini yöneten bağımsız bir devlet olmadığı, askerin vesayetinde olduğu herkese gösterildi. Zaten Kuzey Kıbrıs’ta askerle birlikte dışişleri bürokrasisi de çok hâkim. Burayı artık asker ve sivil bürokrasinin vesayetinden kurtarmak, Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkileri yeniden tanımlamak gerekiyor.”
“Kıbrıs Türklerine kendilerini kendi özgür iradeleriyle yönetmelerine, Türkiye tarafından hiç izin verilmedi. Türkiye’nin asker ve sivil bürokrasisi daima müdahale etti. Bu müdahaleler kimi zaman bir siyasi parti kılığında, kimi zaman bir partinin genel başkan yardımcısı kılığında, kimi zaman asker kılığında, kimi zaman sivil bürokrat kılığında oldu. Hükümetler bozuldu, hükümetler kuruldu, seçimlere karışıldı. Türkiye KKTC’deki 1990 seçimlerine de müdahale etti. Polisin sivil otoriteye bağlanmasıyla ilgili benim 2000’de yaşadıklarım var. Bütün bunlar Kıbrıs’ın gerçekleridir.”
“Tamamen Türkiye’nin kontrolünde ve başkanı Türkiye’den atanıyor. Bağımsız devlet diye konuşuyoruz ya, manzara budur işte. Mesela KKTC’de iki ordu var. Bir, KKTC’nin 2-3 bin askerden oluşan Kıbrıs Türk Güvenlik Kuvvetleri adındaki ordusu. İki, 35-40 bin askerden oluşan Türk Barış Kuvvetleri ordusu. İki ordunun da başkanını da Ankara’da Genelkurmay atıyor. Bir Kıbrıslı Türk KKTC ordusunun başkanı olamıyor. KKTC’nin bağımsızlığı bir makyajdır. Bağımsız devlet söylemini bıraksınlar artık.”
“KKTC’nin bağımsızlığı bir makyajdır. Bağımsız devlet söylemini bıraksınlar artık.”
“Peki… Kıbrıs Türkleri kendi gelecekleri hakkında kendi başlarına karar verebilirler mi? Veremiyorlar. Verseler bile verdikleri kararı uygulayamazlar . Lokmacı olayında gördük. Köprünün yıkılmasına karar verdi ama Ankara’nın onayı olmadan uygulayamadı.”
Tüm bu değerlendirmeleri yapabilme cesaretini gösteren Mustafa Akıncı’nın bugün “Kıbrıslı Türk lideri yetkilendirip devreye koyan Kıbrıs Türk halkıdır. İsterse devre dışı bırakabilecek yegane güç de yine halktır. Gerisi laf-ı güzaftır” söylemleri kendi ifadesiyle tamamıyla laf-ı güzaftır.
2015 yılında Cumhurbaşkanı adayı olarak aktif siyasete geri dönen ve seçimleri önemli bir destekle kazanan Mustafa Akıncı resmi söylemlerin dışındaki ifadeleriyle ve “bütünlüklü çözüm” dışındaki alternatif güven artırıcı önerileriyle karşımıza çıkmıştı.
Akıncı 27 Aralık 2014’te “Kıbrıs’taki duvar da elbet bir gün kaldırılacak, ama ona giden süreçte öncelikli olan beyinlerimizdeki duvarları kaldırmaktır. Bu konuyu geçmişte de dile getirdim ve bugün de aynı düşüncedeyim. Bireysel olarak zihinsel engelleri aşmayı başarmanın yanı sıra, toplumsal anlamda da bunu başarmanın yollarını bulmamız lazım. Toplumsal ve toplumlararası ilişkilerdeki değişimi gerçekleştirip daha güzel bir geleceğe yol alacağız. Bunu sağlamanın temel gereklerinden bir tanesi, bu seminerde de ifade edildiği gibi, bugüne kadarki düşünce kalıplarının dışına çıkabilmek ve bugüne kadar yaptıklarımızın ötesinde yeni şeyler yapmayı başarabilmektir” diyordu.
Mustafa Akıncı seçim programında ise “Birleşmiş Milletler parametrelerinin öngördüğü ve son olarak 11 Şubat 2014 tarihli ortak açıklama metninde de ifade edilen, iki kesimli, iki toplumlu federal bir çözümde, her iki tarafın da kazanacağı çok şey vardır. Böylesi bir çözüm, bölgesel istikrara da katkıda bulunacaktır. Bu bağlamda, çözüm odaklı bir anlayış ve halkın iradesini müzakere masasına yansıtacak bir kararlılıkla hareket edeceğiz. Kapsamlı çözüm uğraşlarının yanı sıra, paralel bir süreçte, her iki toplumun günlük yaşamına katkı yapacak çeşitli güven artırıcı önlemlerin uygulanmasına özel önem vereceğiz. Bu kapsamda, Kapalı Maraş bölgesinin BM gözetiminde yerleşime açılması ve bu açılışa eş zamanlı olarak Kıbrıslı Türklerin, ticaret ve turizm alanında yaşadıkları dar boğazların aşılması için Mağusa Limanı ve Ercan Havaalanının kullanılabilmesinin yolları üzerinde uzlaşma aranacaktır. Bunun tüm paydaşlara sağlayacağı ortak yararın yanında kapsamlı çözüm çabalarına da katkı yapacağına inanmaktayız” vaadini veriyordu.
Tüm bunların ardından Kıbrıs sorununa çözüm arayışları devam ederken “sığınacağımız tek liman Türkiye’dir” diyebilen, başarısızlıkla sonuçlanan Kıbrıs Konferansı sonrası federal çözüm arayışının başarısızlıkla sonuçlandığını ilan edip, BM parametlerinin tartışılmaya açılmasına neden olan, “Genç kuşaklara başarılar dilerim ama bizden önceki nesiller Kıbrıs’ı bu hale getirdiler, biz bunu düzeltemeye, toparlamaya çalıştık, bunu başaramadık. Özeti bu. Temenni ederim bundan sonraki kuşaklar daha iyisini yapsınlar” diyen, çözüm olmadığı takdirde “Kıbrıs’ta iki ayrı yapı kök salarak yoluna devam eder“ diyebilen bir Mustafa Akıncı’ya ulaştık.
Özet olarak Mehmet Ali Talat döneminin bir dejavusu olarak Mustafa Akıncı karşımızda durmakta.
Kendi elleriyle devre dışı bırakılmanın yolunu döşeyen Akıncı’nın bugünkü çıkışları laf-ı güzaftır. Çünkü mesele içinde bulunduğu politik yanlıştır.
Gazedda olarak Mustafa Akıncı’ya soruyoruz:
- Talat’ı en fazla eleştiren kişi olarak onunla aynı çizgiye düşmekten rahatsızlık duymuyor musunuz?
- Kıbrıs’ta var olan resmi söylemin dışına çıkılmadığı, Türkiye’nin çıkarlarını savunmaya devam edildiği müddetçe, sizin ifadenizle “Türkiye’nin alt yönetimi olan KKTC”de devre dışı bırakılmamak mümkün müdür?
- Eğer gerçekten KKTC bir alt yönetimse “Kıbrıslı Türk lideri yetkilendirip devreye koyan Kıbrıs Türk halkıdır” ifadeniz gerçekçi bir değerlendirme midir?
- Garantiler ve müdahale hakkında hiçbir duruş ortaya koyamayan ve konuyu Türkiye’nin insafına bırakan kişi olarak devre dışı bırakılmaktan bahsetmeniz ciddiye alınacak bir çıkış mıdır?
- Crans Montana’dan neredeyse bir yıl sonra “Gutteres Çerçevesi”ni kabul ettiğinizi samimiyetsiz bir şekilde basın yoluyla duyurmanızın ardından, Türkiye’den yapılan “asker çekmeyeceğiz, arttıracağız” açıklamalarına cevap dahi verememenizi çelişkili bulmuyor musunuz?
- “Bir toplumun güvenliği, diğer toplumu tehdit etmemelidir” diyen siz, “sığınacağımız tek liman Türkiye’dir” diyen de siz. Peki ipleri Türkiye’nin eline veren, kendi kendini devre dışı bırakan kim?
Gazeddakıbrıs Editoryal Kolektifi