Aziz Nesin’in kitaplarıyla tanıştığımda ortaokul birinci sınıftaydım. İlk Nesin kitabını satın aldığım günü bugün gibi hatırlarım. Başlangıçta ilgimi çeken, kitabın adıydı; “Ah biz eşekler”. Kitabı okumaya başladıktan sonra, içindeki hikayelerin de en az kitabın başlığı kadar ilgi çekici olduğunu farkettim. Ancak Nesin’in o hikayelerde, gerçek anlamda neler anlattığını anlamam, ancak yıllar sonra mümkün oldu.
Kitaptaki hikayeler arasında en dikkat çekici olan, farelerle ilgiliydi. Çok becerikli bir yöneticiye sahip olan bir yiyecek ambarına, son zamanlarda fareler musallat olmuştu. Yönetici, birçok farklı yönteme başvurmuş olmasına rağmen, bir türlü farelerden kurtulmayı başaramamıştı. En sonunda çareyi, fareleri birbirine kırdırmakta buldu. Birkaç fareyi bir kafese koyarak, onları aç bıraktı. Aç kalan fareler, bir süre sonra, haliyle birbirini yemeye başladı. Sürecin sonunda hayatta kalabilmeyi başaran en güçlü fare, çok etkili bir fare avcısına da dönüşmüş oldu. Becerikli yönetici, hayatta kalan o son fareyi geri ambara saldı ve o fare, ambardaki diğer bütün fareleri yedi. Bu sayede, yönetici fare derdinden kurtuldu.
CTP’ye göre Kuzey Kıbrıs ekonomisinin en önemli sorunlarından bir tanesi, kamu maaşlarının devlet bütçesi içerisinde sahip olduğu yüksek pay, ve belli ki parti, ‘bu sorunun(!) üstesinden gelebilmek için, Aziz Nesin’in hikayesindeki becerikli yöneticin taktiğini uygulamaya koydu; emekçi kesimi birbirine kırdırmak!
Partinin yayın organı Yenidüzen Gazetesi, sistematik bir şeklide kamu emekçilerine saldırıyor. Ekonomik kriz derinleştikçe, bu saldırıların dozu da artıyor. Gazete, kamu emekçilerini topyekün, ‘oturarak, alın teri dökmeden para kazanlar’ olarak tanımlıyor. Hedefteki bu emekçiler arasında, en sevdiklerimizin sağlığını emanet ettiğimiz doktorlar ve çocuklarımızın geleceğini emanet ettiğimiz öğretmenler de var.
Eğer kamuda ‘oturarak, alın teri dökmeden’ para kazanlar varsa, bu devletin denetim görevini yeterince yerine getirmediğinin, yani acizliğinin bir göstergesidir; tüm kamu çalışanlarını, özel sektör çalışanlarının hedefi haline getirmenin gerekçesi değildir.
Gazetenin, kamu emekçilerinin maaşlarının ‘yüksekliğinden’ şikayet etmek yerine, özel sektör çalışanlarının maaşlarının nasıl artırılabileceği veya daha genel olarak ülkedeki ekonomik ferahın nasıl yükseltilebileceği üzerine kafa yorması beklenir. Sorun, kamu maaşlarının yüksekliği değil, sorun, özel sektör maaşlarının düşüklüğüdür.
Yenidüzen’in bu tavrı aslında, “bu öğrenciler de olmasa maarifi ne güzel yönetirdim” diyen Osmanlı Eğitim Bakanı Emrullah Efendi’nin yanında durarak, öğrencilere karşı tavır almaktan farklı değildir.
Peki nedir bu propagandayla amaçlanan?
Devlet, maaşları ödeyecek kaynak bulmakta zorlanıyor. Kamunun maaş yükü azalırsa, hükümetin işinin kolaylaşacağı ümit ediliyor ve buradan yapılacak tasarrufla, altyapı yatırımlarına kaynak yaratılacığı düşünülüyor.
Peki işe yarar mı?
İşe yaramayacağını daha önce de birçok defa yazdım. Maaşlarda bir kesintiye gidilmesi, KKTC hükümetinin işini kolaylaştırmayacak. Hatta daha da zorlaştıracak. Çünkü esas sorun özel sektörün yeterince vergi ödememesidir.
Dünyada, devletler altyapı yatırımlarını özel sektörden toplandıkları vergilerle yaparlar. Vergi toplamayınca da haliyle altyapı yatırımları yapılamıyor. En iyimser tahmine göre Kuzey Kıbrıs ekonomisinin %50’den fazlası kayıtdışı. Ekonomideki olmsuzların ana nedeni olarak gördüğümüz Türkiye bile bu konuda bizden çok daha iyi durumda. Türkiye için en kötümser tahmin %30 civarıda. ABD, Almanya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde, vergi ödememenin çok büyük cezası var.
Kayıtdışı ekonominin yanında, vergi gelirlerinin düşük olmasının önemli bir nedeni de uygulanmakta olan cömert teşvikler. Devlet, vergi almayarak özel sektörün gelişmesini sağlamaya çalışıyor. Sektördeki düşük ücret politikasının altında yatan neden de bu. Çalışma Bakanı Zeki Çeler, geçtiğimiz aylarda yaptığı bir açıklamada, asgari ücretin artırılmasının özel şirketleri zora sokacağını ve iflaslara neden olacağını belirtmişti.
Bir özel şirket, çalışanına iyi bir maaş verebilmeli ve kullandığı altyapının bir karşılığı olarak da devlete vergisini ödeyebilmeli. Bunu yapamaması, yeterli ekonomik değeri yaratamadığı anlamına gelir ve bu da o şirketin verimsiz çalıştığının bir göstergesidir.
Düşük maaş politik bir tercihtir. Bu, KKTC’de, verimsiz şirketleri ayakta tutmak için uygulanan bir politika aracıdır. Örneğin, İskandinav ülkelerinde çok güçlü sendikalar var ve yüksek maaş politikası uygulanıyor. Bu politikayla hem devlet emekçinin hak ettiği maaşı almasını sağlıyor hem de özel sektörü verimli olmaya zorluyor. Bir özel şirketin ayakta kalabilmesi ancak verimli çalışması ve bu verimliliği artırıcı yeni teknolojiler ve yöntemler geliştirmesiyle mümkündür. Rekabet edemeyen şirket de piyasadan çekilmek durumda kalır.
KKTC’deki bu politik tercih, yeni bir ‘yol’ değil. Eski tarihlere dayanan bir geçmişi var. Arif Hasan Tahsin kitaplarının bir tanesinde, Rauf Denktaş’ın babası Raif Bey’in, kahve sohbetlerinde Türk çarşısının Rum çarşısına göre geri kaldığına dair konuşmalar yaptığını, Rauf Denktaş’ın da bu konuşmaları dinleyerek büyüdüğünü ve etkilendiğini yazar; “Türk’ten Türk’e” kampayalarının bunun biri sonucu olduğunu iddia eder.
Tabii Kıbrıs’ta ‘Türk, Türk’e yetmemeye’ başlayınca, zaman içerisinde Türkiye sermayesinin kapısı çalındı. Türkiye sermayesinin adaya çekilebilmesi için de bu alanda çok sayıda teşvik politikası yürürlüğe kondu. Başlangıçta Denktaş’ın amacı, bacalarından duman tüten, reel üretim fabrikalarını buraya çekmekti ancak teşvikler bu hedef doğrultusunda çalışmadığı gibi, özellikle son 10 yılda, ‘yatırım’ iddiasıyla gelip de bu teşvikleri gani gani kullanan sermayedarlar, esasen kumarhaneler ve neye hizmet ettikleri çok da belli olmayan özel üniversiteler oldu.
Yakın gelecekte imzalanması beklenen Ekonomik Protokol de Denktaş ideolojisinin bir devamı niteliğinde aslında. Basına yansıyan haberlere göre, protokol yoğun bir özelleştirme öngörüyor. Bu sayede de Türkiye özel sektörünün buradaki yatırımlarının kapsamı genişletilecek.
Türkiye sermayesinin, Kuzey Kıbrıs’ta yatırım yapmasının önündeki en önemli engellerden bir tanesi, buradaki maaşların Türkiye’deki maaşlara göre yüksek olması. Kuzey Kıbrıs’ta yatırımı Türkiye sermayesine daha cazip hale getirmek için maaşların, Türkiye’deki maaş seviyeleri dikkatle alınarak tekrar düzenlenmesi gerekiyor. Bunun önündeki en büyük engel de kamu maaşları. Çünkü KKTC özelinde, kamu maaşları, özel sektör maaşlarının belirlenmesindeki en önemli faktör. ‘Göç’ yasası olarak bilinen yasa da bu düşüncenin bir ürünüdür.
Üzücüdür ki, bu düzenleme için kamuoyu desteğini toplamak da, kuruluş sebeplerinden biri de bu tür düzenlemelere karşı durmak olan, CTP ve Yenidüzen’e kalıyor.
‘Emek en yüce değerdir’ sloganıyla yayın yapan Yenidüzen, dünyanın başka coğrafyalarında benzer sloganlarla yayın yapan gazetelerden farklı bir anlayış benimsiyor. Örneğin, The Guardian, yukarıda bahsettiğim İskandinav örneğini öven ve sürekli olarak İngiltere’nin bu örnekten nasıl yaranlanabileceğini tartışan analizleri sayfalarına taşırken, Yenidüzen’de bu tür analizlere rastlamak mümkün değil. Mümkün olmadığı gibi, gazete, tam tersi amaca hizmet eden yayınlarla dolu.
Bu noktada da akla şu soru geliyor; iktidardaki partisinin ekonomik ve politik ajandasının sözcülüğünü yürüten Yenidüzen Gazetesi’ni, Türkiye yandaş medyasından farklı kılan nedir?
Basın özgürlükleri ve de ahlakı konusunda tarihinin en utanılası dönemlerinden birini yaşayan Türkiye’de bile bugün bütün baskılara rağmen, bir grup aydın kesim, özgürlükleri pahasına, bıkmadan usanmadan, iktidarın yanlışlarını dile getirmeye devam ediyor. Kendini bugünün Türkiye’siyle kıyaslayıp demokrasi ve basın özgürlüğü konusunda kahramanlık naraları atan Kıbrıslı Türk basınında ise, iktidarı gerçek manada eleştirebilen kuruluş sayısı, tam bir hayal kırıklığı…
Bütün bu yaşananlar içinde beni en çok şaşırtan ise CTP milletvekillerinin sessizliği; toplumun geleceğini çok yakından ilgilendiren gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, halkın temsilcisi olarak mecliste bulunduklarını unutup, parti delegesi gibi davranmaları ve sessiz kalmayı tercih etmeleri…
Görünen o ki, geriye bu gidişatı değiştirebilecek tek bir güç kalıyor; o da sol seçmendir. CTP’nin ve yayın organının, Aziz Nesin’in hikayesindeki ‘becerikli ambar yöneticisi’ yöntemleriyle sizi birbirinize kırdırarak, oyunuzu alamayacaklarını bilmeleri gerekir.