Dinsel ve ulusal farklılıklar hep insan olmamızın önüne geçti, on yıllardır adamızda.
Özellikle geçen yüzyılın ikinci yarısında tohumları yeşertilen ve filizlenen ayrılıkçı ve bölücü anlayış, o günlerde bunun için en uygun zemini ulusalcılıkta buldu.
Dinsel, dilsel farklılıklar dururken ulusalcılığın da alevlendirilmesi ve adadaki iki baskın toplumun ayrıştırılması çok kolay olacaktı. Nerede denendiyse tutan bir formül için adada da düğmeye basıldı.
Ada’daki iki toplumun da bir gözünün ve bir kulağının çevrili olduğu Türkiye ve Yunanistan’da da durum buna uygunken, adamızda toplumları güven bunalımına düşürmek ve ayırmak artık çok kolaydı. Ufak ufak kıvılcımlar yeterliydi.
Yüzlerce master ve doktora tezleriyle beraber bir o kadar da kitabın yazıldığı bu konuda sözü fazla uzatmaya gerek yok, sonuçta bugünlere geldik.
***
Toplumlar, ufak bir azınlık dışında birbirlerine güven duymuyor. Büyük ayrılık diyeceğimiz yarım asırlık çatışmalı ve dikenli tellerle bölünmüşlüğün ardından nihayet son 15 yılda iki toplumun buluşma şansı olmuş.
Biraraya geliş, adanın birleştirilmesi için yapılan ve sonucu olumsuz olan referandumla beraber “travmalı” bir başlangıçla gerçekleşmiş.
İşte tam da bu sürecin hemen ardından, güven bunalımının daha da derinleşmesinden sonra bizler ne yapabildik?
Adada insanları her türlü ayrıştırıcı öğeyi ardında bırakan, insani ve barışçı değerlerle beraber adamızı ortak evimizi görenler olarak görevimizi yapabildik mi? Belki sessiz çoğunluk idik. Ama görünür olabildik mi ayrılıkçı düşünce karşısında? Buna karşın her türlü fanatizimden beslenenler karşılıklı bir uzlaşı içinde oldu her zaman! Hem toplumları hem de insanları birbirini düşürmekten yana aralarında müthiş dayanışma içinde olan bu kesimlere karşı sessiz çoğunluk, hep görünür olmaktan, eylem içinde olmaktan geri durdu.
***
Toplumlar arası güven bunalımını aşamadık. İnsanlık adına, buranın barış adası olması adına gerektiği tonda mesajlar veremedik, işbirliği yapamadık. Özeleştirimizi yapamadık ve yapamazsak adamızı yaşanabilir bir ada da yapamayacağız. Güven bunalımı varken siyasi çözümün imkansızlığını yaşadık, yaşıyoruz.
Tam da şimdi adada barış içinde birarada yaşamaya, toplumlar arası işbirliğine, yakınlaşmaya büyük ihtiyacımız var. Her bir bireyinden tutun da bu konuda çalışan ve buna inanan sivil toplum örgütleriyle beraber siyasi partilere büyük görevler düşmektedir.
Sosyal, kültürel, ekonomik her türlü çalışmanın ada barışına, insanların yakınlaşmasına, fanatizmin mağlup edilmesinde büyük rolü olacaktır.
Önce son 15 yılın bir özeleştirisi, sonrasında da yola koyulmak lazımdır. Daha fazla geç kalmadan!