Kıbrıslıtürk toplumunda Taksim arzusu 1956 yılında, Britanya’nın yeşil ışık yakması sonrasında gündeme gelir. Dönemin, İngiliz kabinesi görüşmelerinde bu konuyla ilgili “Türkiye Taksimi değerlendiriyor” vurgusu yapılır, 2 gün sonra Parlemento’da dile getirilir. Ardından da Taksim, Türk Dış Politikasının merkezine oturur. Enosis’e karşı Taksim’i öne süren Kıbrıslıtürkler süreç içinde “Kıbrıslıtürkler ile Kıbrıslırumlar birlikte yaşayamaz” iddiası üzerinden adanın bölünmesine yönelik propagandalarını sürdürürler. Sırf bu yüzden 1 Mayıs 1958’deki eyleme katılan işçilerin bir kısmı TMT tarafından katledilir. Aynı zamanda seri olarak PEO sendikasına üye olanlara baskı yapılır, TMT dağıttığı afişlerde Kıbrıslırumlarla işbirliği yapanların katledileceğini duyurması ile gazetelere işçiler dönemin gazetelerine ilan vererek, Türk tarafının pozisyonuna sadık olduklarını açıklamak zorunda kalırlar.
1958 yılı Eylül ayında, Makarios Enosis’ten vazgeçip, bağımsız devlete olanak sağlayacak bir çözüme yönelik tavır değiştirince, Kıbrıslıtürkler bir anda Taksim iddiaları ile başbaşa kalırlar. Dönemin gazetelerinde Dr. Küçük, Makarios’un Enosis’ten vazgeçerek bağımsız devlet formülünü kabul etmesinden şikayetçi olur. Bağımsız devlet Enosis demektir diyerek manevra yapmaya çalışır. Açıklamalarında, Makarios’un Enosis tezini terk etmesinden resmen şikayetçi olur. Başta, bağımsız devlet fikrini reddeden açıklamalar yapan Dr. Küçük, çok değil 5 ay sonra kendini Zürih Antlaşmaları’nı imzalarken bulur. 11 Şubat’ta Zürih’te Garanti ve İttifak Antlaşmaları, 19 Şubat 1959’da Londra’da imzalanan anlaşmalarla bağımsız bir devlet kurulur. Adı Kıbrıs Cumhuriyeti olur. İmzalanan Garanti Antlaşması’nda ise adanın bölünmesi ya da başka bir devletle birleşmesi yasaklanır. 5 ay önce Kıbrıs Cumhuriyeti Enosis’tir diyen, 5 ay sonra hem Taksim’i yasaklayan hem de reddettiği bağımsız devlete dair antlaşmayı imzalayarak devletin Başkan yardımcısı olan Dr. Küçük’ten başkası değildir…
Tarihte, Kıbrıslıtürk sağının yalpalamalarına küçük bir örnek olan hikayenin bir benzerini yaşama ihtimali gittikçe artıyor. Avrupa Parlamentosu tarafından Maraş provokasyonu ile ilgili bir karar alındı. Türkiye aleyhine üretilen kararın detaylarına dair tartışmanın da son derece önemli olduğuna inanıyorum. Ancak, kktc Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan açıklamada; şöyle bir cümle geçiyor :
“Kıbrıs Türk tarafıyla yönetim ve zenginliği paylaşmayı kabul etmeyen Rum tarafının tutumu nedeniyle söz konusu federal ortaklık vizyonu çerçevesinde bir çözüme ulaşılamayacağını, bu hususta ısrar etmenin tarafları sonu gelmeyen bir müzakere sürecine hapsetmek olacağı anlamına gelir.”
Cümlenin berbat bir biçimde kurulmuş olması dışında, burada kktc Cumhurbaşkanlığı’nın iddiası Kıbrıs Rum tarafının “yönetim ve zenginliği paylaşmayı kabul etmemesidir”.
Gelinen müzakere sürecinde, yönetim ve güç paylaşımı çerçevesinde federal yetkiler belirlenmiş ve “Kıbrıs’taki doğal zenginliklerin” federal devlete ait olduğu belirlenmiştir. Henüz ortada olmayan bir zenginliğin paylaşımı konusu da, federal devletin kurulacağı güne kadar bekleyebilir. Diğer tarafta yönetimin paylaşımı ile ilgili konu, temel olarak “siyasi eşitlik” mevzusudur.
Özetle, kktc cumhurbaşkanlığının ifadesine göre esas olan Kıbrıs Rum tarafının siyasi eşitliği kabul etmemesidir. Kurulan kötü cümleyi tersten okursak, eğer siyasi eşitliği kabul etmiş olsaydı, yukarıdaki iddiada da belirtildiği gibi “federal bir çözüme ulaşılılır” böylelikle, federal ortaklık vizyonu ile ilgili sonuç alıcı olmuş olunurdu.
Bu noktada, Anastasiadis’in çıkıp, “siyasi eşitliği kabul ediyorum. Siyasi eşitlikle birlikte ele alınan detaylandırmalar konusunda da Gueterres çerçevesi içinde belirlenen ilkelere sadığım” dedikleri anda; tarih tekerrür eder mi diye düşünüyorum.
kktc cumhurbaşkanlığı o noktada, Anastasiadis’in siyasi eşitliği kabul etmesinden dolayı şikayetçi olur mu? Hayır, sen siyasi eşitliği kabul etmeyeceksin ki, her şey olduğu gibi kalsın der mi? Aniden, tükürdüğünü yalama konusunda kendini kanıtlayan, Kıbrıs Türk sağı yine aynı şeyi yapıp, aslında federasyon iyiydi, bundan sonra yeni koşullar oluştu o yüzden egemen eşitliği rafa kaldırdık der mi ?
Tarih tekerrürden ibarettir denir… Acaba gerçekten tarih tekerrürden ibaret mi?