(GR following)
“UNESCO Dünya Kitap Günü” vesilesiyle Mehmet Yaşın tarafından kaleme alınan bu yazının Yunanca bir versiyonu “Çözümlenebilir Bir Sorun Olarak Kıbrıs’ın Öteki Dili Türkçe” başlığı altında ve K24 ve T24’le eşzamanlı olarak Kıbrıs ile Yunanistan okurları için Politis gazetesinde yayımlandı.
Şair ve yazar Mehmet Yaşın tarafından Gazedda’ya gönderilen yazının Türkçe ve Yunancasını birlikte yayınlıyoruz.
İlk kez Kıbrıslırum basınına bir yazı yazıyorum. Türkiye basınında ise, bu can alıcı konuyu Yunanca yazımdan hareketle ilk kez gündeme getiriyorum. Çünkü Türkçe konuşan yurttaşların, Türkçenin AB dili sayılması yönündeki hukuken haklı ama siyaseten gerçekçi olmayan veyahut kısa sürede gerçekleşmesi mümkün olmayan boş girişimlerle harcayacak zamanı kalmadı. Türkçe, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasına göre Yunanca yanında Kıbrıs’ın öteki resmî dilidir ve AB dili olması gerektiği halde Lüksemburgca yanında henüz resmiyet kazanmayan iki Avrupalı dilden biridir. Türkçeye AB dili statüsünü kazandırmanın sürüncemede kalmasının başlıca nedeni, Kıbrıslırum tarafının güç paylaşımına dayalı bir antlaşma imzalamaktaki cesaretsizliğini fırsat bilen Türkiye hükümetinin Kıbrıs’ı AB şemsiyesi altında yeniden birleştirecek bir çözümden uzaklaşmasıdır.
Toplumsal varlıkları “üvey-anavatanları” Türkiye’nin yeni kolonyalist politikasıyla yok edilmekte olan Kıbrıslıtürklerin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak varlığını sürdürmesi amacıyla “üvey-anadilleri” Türkçe için belli alanlarda somut ve uygulanabilir adımlar atılmasına ihtiyaç var. Bu, birleşik Kıbrıs idealinin yaşatılmasında Kıbrıslırumlar için de ihtiyaç.
Türkçenin resmî AB dili, hiç değilse Yunanistan dahil diğer üç üye ülkedeki gibi AB’nin ayrıcalıklı azınlık dillerinden biri olarak kabul görmesi meselesinden önce bazı pratik iyileştirmelere gidilmesi düşünülmelidir. Bu amaçla Kıbrıs Cumhuriyeti’ne aktarılan dil, eğitim, basın-yayın ve kültür amaçlı AB fonlarında, Türkçenin özel durumu gözetilerek yeni düzenlemeler yapılabilir. Böylece Kıbrıslıtürk vatandaşların Türkçenin AB’den ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki birçok alandan dışlanması nedeniyle uğradıkları mağduriyetler kısmen giderilebilir.
Brüksel’de Türkçe için pankart açmaya giden AB’de mevki sahibi kimi Kıbrıslıtürk kökenli politikacı dostlarımızın, yol boyunca inşaatlarda çalışan Kıbrıslıtürk işçilerin dilinde hiçbir iş güvenliği yazısı bulunmayışından, kaza geçiren işçilerin gittiği hastanelerin acil servislerinde bile Türkçeye yer verilmeyişinden, Larnaka Uçakalanı’nda ise Türkçe yönlendirme levhalarına ve Kıbrıs uçaklarını kullanan sayısız Kıbrıslıtürk yurttaşın anlayabileceği anonslara rastlanmayışından rahatsızlık duymaması ve daha kolay çözebilecekleri bu meseleler için Kıbrıs Cumhuriyeti içinde bir girişim yapmaması şaşırtıcıdır. Çünkü Türkçenin resmî AB dili olması, AB Konseyi’nin kabul ettiği 1 Numaralı Yönetmeliğin uhdesinde olup, Kıbrıs Sorunu’nun gidişatına, ayrıca Türkiye ile ilişkilere bağlı karmaşık bir konudur.
Kıbrıs’ı uluslararası platformlarda temsil eden bir şair, yazar, akademi ve kültür insanı olarak, ülkem AB üyesi iken yazı dilim Türkçenin AB dili sayılmamasından ötürü sadece sıkıntılarla karşılaşmayıp, insanı gülümsetecek olaylar da yaşadığım vakidir. İngiltere’nin AB içinde yer aldığı 26 Nisan 2004 tarihindeki The Guardian gazetesi, “Yeni Avrupalı Akrabalarımızı Tanıyalım” başlığıyla AB’ye yeni üye olan 10 ülkenin yazarlarından birer yazı istemiş, Kıbrıs’ı ise benim makalemle tanıtmıştı. Orada, Türkçenin AB dili sayılmamasının yarattığı sorunlardan ve Kıbrıs’ı Avrupa’ya tanıtırken Türkçe konuşan bir Kıbrıslı yazar olmamın paradoksundan söz etmiştim. Ama o kadar uzağa gitmeye gerek yok: 26 Kasım 2022’de AB Komisyonu’nun girişimiyle gerçekleşen Tokyo Avrupalı Edebiyatlar Festivali’nde, Türkçe yazan bir şairin ilk kez tek başına bir uluslararası toplantıda Kıbrıs Cumhuriyeti’ni temsil etmesinden rahatsızlık duymayarak ileri bir adım atan Kültür Yardımcı Bakanlığı davet edilişime onay vermişti. Ben de Japonya’da diğer AB’li yazarların beklemediği bir biçimde, AB dili olmayan Türkçeyi, İngilizce ile Yunancaya karıştırmak durumunda kalmıştım.
Bunlar gibi birçok uluslararası toplantı vesilesiyle, Türkçenin Kıbrıs Cumhuriyeti ve AB içindeki yeri konusunda öteden beri girişimler yapmam gerekti. 1997-2001 arasında Kıbrıs’ın AB’ye tam üyelik sürecinden sorumlu Brüksel’deki birimle beş yıllık bir sözleşme imzalayarak tüm Kıbrıslıların dillerini ve kültürlerini birbiriyle buluşturup Avrupa’ya bağlayan yayınlar, çeviriler, şiir okuma günleri, akademik konferanslar içeren bir dizi projeyi yönetmiştim. Bu amaçla, B2 düzeyi organizasyonların başındaki Brüksel avrokratı M. Combescot ile işbirliği içinde çalışmıştım. Hem Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmî dillerinden hem de Kıbrıslıların edebiyat dillerinden biri olan Türkçenin AB’de nasıl yer alacağı o yıllarda hararetli bir tartışma konusuydu.
“Üveyanadil” kavramını da 1997’de Londra Middlesex Üniversitesi’nde öğretim üyesi olduğum aynı dönemde söz konusu AB projesi çerçevesinde düzenlediğim konferans konuşmalarını derleyen Step-Mothertongue: From Nationalism to Multiculturalism Literatures of Cyprus, Greece and Turkey adlı kitapta kullanmıştım. Bu başvuru kitabı bazı ülkelerde ders kitabı olduğu ve İtalyanlar “üveyanadil” kavramını “matrignalingua” olarak literatüre aktardığı halde henüz Yunancaya çevrilmedi. Ama üveyanadil, edebiyat teorisi ve Kıbrıs Edebiyatı üstüne incelemelerimi içeren Kozmopoetika adlı kitap için bir Atina yayıneviyle sözleşme imzalandı. Bunu da Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk yazarlara ait eserlerin Yunanca ile Türkçe arasında çevrilmesi için oluşturduğu programa borçluyuz. Halen Kültür Yardımcı Bakanlığı’nın yönettiği Yunanca-Türkçe çeviri ve yayın programı, burada ele alacağım Türkçenin temsili hakkındaki sorunların çözümü açısından iyi bir örnektir.
Kıbrıs basınında, özellikle ülkenin Türkçe gazetelerinde gördüğüm “Türkçenin AB dili olması için Brüksel’de gösteri yapıldı”, “AB makamlarına Türkçeyi tanımaları için mektup yazıldı,” vb. başlıklı haberler çözüm üretmekten çok siyasi propaganda izlenimi veriyor. Hiçbir şey yapılmadan “Türkçe için bir şey yapıldığı” yönünde kanaat yaratmaya dönük Brüksel’de çekilmiş fotoğrafların muhatabının AB değil, ama Türkiye ve Kıbrıslıtürk kamuoyu olduğu hissediliyor. Halbuki Türkçeye yer açılması maksadıyla kısa sürede atılabilecek adımlar için somut ve pratik öneriler hazırlanıp Kıbrıs Cumhuriyeti’ne sunulması en öncelikli, en mantıklı ve en sonuç alıcı yoldur.
1963 Kanlı Noeli ve 1974 İşgali’yle birlikte Türkçenin Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki konumunun ciddi biçimde zedelenmesi yüzünden özellikle mağdur olan kesimlerle, hem uzman isimler hem de onları temsil eden sivil toplum kuruluşları düzeyinde görüş alışverişinde bulunmak gerekir. Örneğin: Kıbrıslıtürk yazarlar, yayıncılar, basın mensupları; AB organlarında çalışabilecek donanıma ve hakka sahip olup da iyi Yunanca bilmeyen genç Kıbrıslıtürk profesyoneller; resmî evraklar, daireler ve mahkemelerde karşılaşılan dil sorunlarından şikâyetçi Kıbrıslıtürk avukatlar, kayıt işleri takipçileri; Güneyde çalışan Kıbrıslıtürk işçiler ile sendikaları; eğitim, araştırma, kütüphane, gibi kurumlarda Yunanca yetersizliği nedeniyle yer bulamayan Kıbrıslıtürk uzman ve akademisyenler; ayrıca, Kıbrıslıtürklere ilişkin Türkçe yayınların ve çeşitli arşiv malzemesinin kaybolmaması, derlenip kayıt altına alınması için çalışan kültür aktivistleri, vb.
Kıbrıslıtürk toplumunda onca farklı kesimin Türkçe nedeniyle karşılaştığı sorunları dinlemeden, onları temsil eden kurum ve kuruluşlardan çözüm önerisi içeren raporlar talep etmeden AB organlarında siyasi konum sahibi kimi Kıbrıslı bireylerin Türkçenin AB dili olması için yaptığı açıklamaların inandırıcılığı olabilir mi? Sonuç üretmekten çok ortadaki sorunun kişisel siyasi kariyer çalışması amacıyla kullanıldığı kuşkusu yaratan kulağa hoş içi boş sözlere güvenilebilir mi?
***
Belirtmeye gerek yok ki, 1980’lerden beri Türkçe yazan tam-günlü profesyonel bir Kıbrıs vatandaşı şair ve yazar olduğumdan Kıbrıs Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği’nde Türkçeye yer açılması beni yakından ilgilendiriyor. Daha yirmili yaşlarımdayken 1988’de, George Vasiliou’nun Cumhurbaşkanlığı sırasında kendisine yaptığım ziyarette ve sonradan danışmanlarıyla görüşmelerimizde bu konuyu gündeme getirmiştim. 1990’ların başında yeniden gerek Lefkoşa’da, gerekse Brüksel’de görüşmeler yaptım.
O dönemde bana Kıbrıs’ta söylenen “Kıbrıslırum tarafının Türkçenin AB dili olmasına sıcak baktığı, ama Yunanca zaten AB dili olduğundan diğer Avrupa ülkeleri ile AB makamlarının isteksiz davrandığı” yönündeydi. Şayet Türkçe AB dillerinden biri olacaksa, adaptasyon çalışmaları için kurulacak birimin Kıbrıs Üniversitesi bünyesinde olması, bütçe ile organizasyonun Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından denetlenmesi hakkında konuşmalar yapıldığını hatırlıyorum. Buna en şiddetli itiraz ise Rauf Denktaş yönetiminden gelmişti.
Türkiye makamları da Türkçenin, Türkiye Cumhuriyeti üzerinden değil de, küçük Kıbrıslıtürk toplumu ve “Kıbrıslıtürkçesi” üzerinden, üstelik tanımadığı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin inisiyatifiyle AB dili olmasını istemiyordu. Türkiye’nin politika yapıcıları, Türkçenin AB resmî dili olarak kabul görmesinin, kendi ülkelerinin sosyal gelişimine ne büyük olanaklar sunacağını değerlendirmekten halen uzak görünüyorlar. Oysa Türkiye’nin AB’ye tam üyelik perspektifi de artık kalmadığından Türkçenin yakın zamanda ancak Kıbrıs Cumhuriyeti nedeniyle resmî AB dili olabileceği aşikârdır.
Öte yandan, Türkiye dahil AB içinde kimsenin Türkçeyi federal bir siyasi çözümden önce resmî AB dili yapmak istemediğini gayet iyi bilen Kıbrıslırum makamları, 2016’da Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’in yaptığı gibi, dönemin Hollanda Dışişleri Bakanı ve AB Konsey Başkanı Bert Koenders’e laf ola çeşitli mektuplar gönderip “Türkçeyi AB dili yapın” diye tekrarlayacaklardı. Bert Koenders ise AB Konsey Başkanı sıfatıyla 12 Nisan 2016’da verdiği resmî cevapta, “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesinden sonra Türkçenin AB’nin resmî dillerinden biri olmasının gereğini ve önemini kavradığını ve bu konudaki hazırlık çalışmasını AB Komisyonu ile Kıbrıs Cumhuriyeti hükümeti arasında başlatmaktan mutluluk duyacağını” belirtecekti. Bu son yazışmalar, Kıbrıs Sorunu’nun çözümüyle beraber Türkçenin AB dili olacağı konusunda kuşkuya yer bırakmıyor.
Ama 2017’de Cras Montana’daki barış görüşmeleri sonuçsuz kalınca, Türkiye, federal çözüm tezini terk etti. Yalnızca güney yarısı değil, Türkiye’nin de facto kontrolü altındaki kuzey yarısı da de jure anlamda Avrupa Birliği toprağı sayılan Kıbrıs’ta, Kıbrıslıtürk halkına sormaksızın “ayrı bir egemen Türk devletinin tanınması” gibi akıldışı taleplerde bulunmaya başladı. Bu yüzden de, Türkçeyi AB dili yapmak için başlaması öngörülen hazırlıklar yine ertelenmiş oldu.
Hal böyle iken asıl anlamakta zorlandığım, Türkçenin mevcut siyasi koşullarda AB dili yapılamayacağını bile bile, bu konuyu gerek Lefkoşa’da gerekse Brüksel’de kimi federal Kıbrıs savunucusu Kıbrıslı politikacı dostlarımızın ne diye tekrarladığıdır. Acaba Kıbrıslıtürk ve Türkiye kamuoyunda pozitif bir imaj yaratıp popülarite kazanmak için mi bunu yapıyorlar? Yoksa bütün bu tuhaflıklar, iş somut siyasi uygulamaya gelince risk almaktan kaçınırken “Kıbrıslıtürk kardeşlerimiz” retoriğini de sürdüren bağlantılı oldukları bazı Kıbrıslırum partilerinin bilgisiyle mi yapılıyor?
Kısa süre önce yaşadığım bir olay, Türkçe için dışarıdan yapılan bu beyhude girişimlerin asıl amacını anlayabilmemi iyice zorlaştırdı. Çünkü ülke içinde yapılacak çalışmalara ağırlık verilirse ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yetkili organlarına belirli alanları kapsayan somut ve uygulanabilir önerilerle gidilirse, Türkçe açısından bazı kazanımlar elde edilebileceği yönünde bir kanı edinmeme yol açtı:
Kıbrıs Cumhuriyeti Kültür Yardımcı Bakanlığı’nın yalnızca Yunanca eserlerin yabancı dillere çevirisi için fon vermesi nedeniyle kitaplarımı çevirenlerin başvurularının geri çevrilmesini ilk kez 2022 sonlarında ve dolaylı biçimde gündeme getirdim. Çeyrek yüzyıldır birçok dile kitaplarımı çevirmeye çalışanlara, “Kıbrıs Cumhuriyeti Yabancı Dillere Çeviri Programı”na Türkçe dahil olmadığı gerekçesiyle hiçbir katkı yapılmamıştı. Son olarak kitabımı Türkçeden değil, ama Yunanca üzerinden çeviren Arnavut çevirmenler de reddedilince, onların hazırladığı itiraz dilekçesine destek mahiyetindeki kısa bir mektubumu dosyaya iliştirdiler. Bu vesileyle çeviri programında, “Kıbrıslıtürk yazarların Türkçe yazdığı ve Yunancaya çevrilmiş bulunan eserlerine de fon verileceği” yönünde değişiklik yapıldı. Elbet orijinal dili Türkçe olan bir eserin Yunanca çevirisi üzerinden sponsorluk alması yetersizdir. Ama Kıbrıs Cumhuriyeti’nin attığı iyi niyetli yeni bir adımdır.
“TÜRKÇENİN AB DİLİ OLMASI 85 MİLYONLUK TÜRKİYE İLE AB ÜLKELERİNDEKİ 7 MİLYONLUK TÜRKÇE KONUŞAN KESİMİN DE MENFAATİNEDİR VE TÜRKÇE RESMÎ AB DİLİ OLUNCA MUHTEMELEN KIBRISLITÜRK CEMAATİNDEN ÇOK DAHA FAZLA AB İMKÂNI ONLAR TARAFINDAN KULLANILACAKTIR.”
Bu son olayla gördüm ki, eğer mevcut siyasi şartlar altında uygulanabilecek bazı net öneriler sunulursa bunların Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından dikkate alınması mümkün olabilir. Halbuki Brüksel’de “Türkçe AB dili olsun” diyen AB’deki mevki sahibi Kıbrıslıtürk kökenli sevgili siyasetçi dostlarımız, kendi cemaatlerinden yazarların ricalarına rağmen bu meseleye ülke içinde maalesef ilgi göstermediler. Kıbrıslıtürkler için Türkçeye alan açılması amacıyla Kültür Yardımcı Bakanlığı ile temas kurmama dahi Yunanistan’dan gazeteci arkadaşlarım yardımcı oldular.
Kıbrıs Sorunu’nun bugünkü çıkmazında, hele Türkiye’nin Kıbrıslıtürklerin kültürel varoluşunu silmeye çalıştığı son dönemde, öncelikli talebimiz Kıbrıslıtürklerin dil ve kültür haklarını korumak olmalıdır. Çünkü Türkçenin AB dili olması 85 milyonluk Türkiye ile AB ülkelerindeki 7 milyonluk Türkçe konuşan kesimin de menfaatinedir ve Türkçe resmî AB dili olunca muhtemelen Kıbrıslıtürk cemaatinden çok daha fazla AB imkânı onlar tarafından kullanılacaktır. Dolayısıyla Türkiye kamuoyunu bu konuda aydınlatmak, Kıbrıs Cumhuriyeti üzerinden Türkçenin AB resmî dili olacağı bilgisini Türk basınında paylaşıp, Kıbrıs’ın adil ve kalıcı bir çözümle yeniden birleşmesi için desteklerini kazanmak gerekir. Zaten 25 yıl önceki deneyimlerden biliyoruz ki, Türkiye makamlarıyla şöyle ya da böyle resmî temaslar kurulmadan Türkçenin AB dili olması için ciddi adımlar atabilmek çok zordur.
AB Komisyonu’nun, 2004’te Annan Planı ile Kıbrıs yeniden birleştiği takdirde Türkçeye resmî dil statüsü verileceği yönünde açıklamalarını da hatırlamak gerekir. Halen AB makamları, Kıbrıs’a AB şemsiyesi altında federal bir çözüm bulunur bulunmaz Türkçenin resmî AB dili olacağını her fırsatta tekrarlıyorlar. Gerçekten de Kıbrıslıtürklerin varlığı nedeniyle Türkiyeli ve Türkçe konuşan Avrupalı toplumlar için Türkçenin resmî AB dili olması sağlanacaksa, bunun Kıbrıs’ı birleştirecek adil ve kalıcı bir çözümle koşut gitmesi, benim gibi varoluşu Türkçeye bağlı birine bile daha uygun görünüyor.
“Bile” dedim, çünkü kitaplarımın telifiyle ve şair-yazar kimliğiyle yaptığım işlerle hayatımı idame ettirdiğimden, bir Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşı olarak Yunanca yazan meslektaşlarımın yararlandığı haklardan mahrum oluşum, yalnızca eserlerimin daha yaygın şekilde okurlara ulaşması gibi noktalarda değil, ama hayatımı idame ettirmemde açmazlar yaratıyor. Yunanca yazan Kıbrıslı vatandaşlarımın yanı sıra, vatandaşlık bağımız bulunmayan Türkiyeli yazarlara göre de birçok dezavantaj içinde oluşuma rağmen, çevrilen kitaplarımın hem Kıbrıs hem Türkçe edebiyatları adına dolaşımda bulunmasının Türk ve Yunan milliyetçiliği eksenli resmî dil ve edebiyat politikalarını kendiliğinden sorgulattığını Atina’da kitaplarımı inceleme konusu yapanlar da görebiliyor.
Türkçeye AB içinde alan açılması gibi önemli bir konunun, Kıbrıs’taki Toplumlararası Görüşmeler veya “İki-Toplumluluk” ötesindeki temel bir yurttaşlık ve insan hakkı olduğunu da belirtmek gerekir. O bakımdan “Kültürel Yakınlaşma” adımlarına bile bağlanamaz, ama yakınlaşma için güven verici bir adım olur.
***
Gerek kültürel yakınlaşma çalışmalarında gerekse Türkçeye AB üyesi Kıbrıs’ta alan açılmasında, Türkçe yazan bir Kıbrıslı şair ve yazar olarak beni temsil etmesi beklenen öncelikle Kıbrıs Cumhuriyeti’dir. Çünkü vatandaşıyım. Ada’daki Toplumlararası Görüşmeler yeniden başlasa ve “İki-Toplumluluk” esasında kültür komiteleri kurulsa da benim haklarımın korunmasını Kıbrıslıtürklerin seçmediği Ersin Tatar’dan değil, hiç değilse AB’nin tanıdığı 1960 anayasasına göre tüm Kıbrıs’ın Cumhurbaşkanı sıfatıyla seçilmiş Nikos Hristodoulides’ten beklemem daha gerçekçi ve hukukidir.
Türkiye’ye ilhakın ön adımı olan kuzeydeki ayrılıkçı devlet yerine bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti çerçevesinde çözüme ulaşılmasını savunan birçok Kıbrıslıtürk kültür insanı gibi ben de, Türkçe yazıyor olsam bile, KKTC’den destek bekleyemem. Dünyaya Kıbrıslıtürkler adına kurulduğu propagandası yapılan KKTC, Kıbrıslıtürk toplumunu temsil etmek bir yana, kültürel kimliğini silmek, toplumsal varlığını ortadan kaldırmak doğrultusunda bir işlev görüyor. Hele Mustafa Akıncı’dan sonra Kıbrıslıtürk tarihinde ilk kez tamamen kukla bir idare oluşturulduğu için Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıslıtürklere sahip çıkması yönündeki beklenti artmıştır.
Kaldı ki Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanlığı döneminde de Kıbrıslıtürk dili, edebiyatı ve kültürünü desteklemesi imkânsız hale getirilmişti. 2018’de ofisine gidip, dil, edebiyat ve çeviri projeleri önermiş ve Kıbrıslıların Türkçe eserlerini koruyacak kültürel bir organizasyon başlatmıştım. Mustafa Akıncı’nın ekibi projeleri samimi bir heyecanla desteklemiş ve bana resmî onay mektubu göndermişti. Ama bütçeleri “TC Büyükelçiliği Yardım Heyeti” adlı yeni bir oluşuma bağlandığı ve Türkiye tarafından yalnızca “KKTC’yi Tanıtım Fonu”yla edebiyat ve kültürü destekleme şartı konduğu için benim gibi birleşik Kıbrıs yanlılarına, hele Türkiye hükümetinin günden güne artan despotik tahakkümünü açıkça kınayanlara katkı yapamıyorlardı.
AB içinde çözüm umudu bulunduğu Mehmet Ali Talat döneminde Kıbrıslıtürklerin kültürel hayatı Türkiye tarafından bu derece baskı altına alınmamıştı. Şimdilerdeyse Türkiye hükümetinin gözünde “sakıncasız” tek Kıbrıslıtürk aydını kalmadı. Oysa Mehmet Ali Talat’ın Kıbrıslıtürk liderliğinde, partisinin ise yönetimde bulunduğu yıllarda, Kıbrıs’ın birleştirilmesi ve askersizleştirilmesi yönündeki “ama…”sız tutumum bilindiği halde benden muhtelif danışmanlık hizmetleri alıyorlardı.
Kıbrıslırum makamlarının geldiğimiz bu yeni siyasi noktada, “İki-Toplumluluk” söylemiyle Kıbrıslıtürklerin dil, edebiyat ve kültürünü kuzeye havale edebileceği resmî bir Kıbrıslıtürk muhatabı kalmadığını görmesi gerekir. Ne var ki Kıbrıslırum siyasiler arasında Türkçeyi, Helenizm tasavvuruyla yaklaştıkları Kıbrıs Cumhuriyeti devletinden dışlama alışkanlığı 1960’lardan beri süregeldiği için neredeyse normalleştirildi. Diğer taraftansa, kendilerini Kıbrıslıtürk halkının meşru sözcüsü diye sunan KKTC üst düzey idari makamları son birkaç yıldan beri Kıbrıslıtürklerin çıkarları aleyhine adeta kin ve nefretle çalışan, tümüyle Türkiye hükümetinin müdahalesiyle atanmış ya da doğrudan gönderilmiş ekipler tarafından işgal edildi. Uluslararası toplumun nazarında gayrimeşru oluşlarından daha önemlisi, en milliyetçisi dahil Kıbrıslıtürk halkı için de artık meşruiyetlerini yitirmiş olmalarıdır.
“TÜRKÇEYE AB İÇİNDE ALAN AÇILMASI GİBİ ÖNEMLİ BİR KONUNUN, KIBRIS’TAKİ TOPLUMLARARASI GÖRÜŞMELER VEYA “İKİ-TOPLUMLULUK” ÖTESİNDEKİ TEMEL BİR YURTTAŞLIK VE İNSAN HAKKI OLDUĞUNU DA BELİRTMEK GEREKİR.”
Dolayısıyla, ulusal bayrağını bile bir Kıbrıslıtürk ressamın çizdiği Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sadece Kıbrıslırum toplumunu değil, kurucu ortak Kıbrıslıtürk toplumunu da temsil etmesi her zamankinden daha acildir. Bu temsiliyet kâğıt üstünde kalmamalı, yasal düzenleme ve örgütlenmeleri içerecek adımlarla hayata geçirilmelidir.
Türkçeye AB çerçevesinde ne şekilde alan açılabileceğine dair çalışmalar yürütmek üzere bir Ad-Hoc komite kurulabilir, danışmanlar istihdam edilebilir. Diğer bir aciliyet ise Kıbrıslıtürk dili ve kültürüne ait eserlerin arşivlenmesi ve Kıbrıs kültürünün bütününe entegresidir. Bu konuda, Kıbrıs Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde aralıklarla ders verdiğim 2006-2011 yıllarından beri, birçok yüksek lisans öğrencisi ve genç edebiyat insanının katılımıyla hazırlanmış, ama ne zamanın Eğitim ve Kültür Bakanlığı’ndan, ne resmî akademi ve medya kurumlarından destek görmüş projeler bilgisayar dosyalarında duruyor. Kıbrıslıtürk toplumu için hazırlanan böylesi projelere uluslararası kuruluşlarda kapı açacak olanakların araştırılması da Türkçe için yapılacak girişimler çerçevesinde ele alınabilir.
Çünkü Kıbrıslıtürk toplumu hiçbir uluslararası kurumsal temsilciye sahip değil. Kıbrıslıtürklere ait çeşitli eski kurumsallaşmalar, örneğin Evkaf, Maarif Dairesi, belediyeler, meslek birlikleri, eğitim kurumları, kültür vakıfları, Din İşleri Dairesi, halk sanatları kuruluşları, resmî ve özel müzeler, vb. Türkiye hükümetinin artan müdahalesiyle özerk işleyişini yitirdi. Alternatif eğitim, kültür, edebiyat, vb. sivil toplum kuruluşlarının çoğu ise gerek siyasi baskılar, gerekse maddi imkânsızlıklar yüzünden etkin çalışma sürdüremiyorlar.
AB ve BM gibi kaynaklardan uluslararası fon bulabilen dil ve kültür projelerinin neredeyse hepsi “İki-Toplumluluğa” dayanıyor. Anayasal ve temel bir hak olan Türkçenin Kıbrıs Cumhuriyeti’nde temsili gibi önemli konular ise, AB’den fon alınamadığı için geçiştiriliyor. Bu noktada öncelikle AB yetkililerine sormak gerekir:
AB üyesi Kıbrıs’ın resmî destekle yalnızca Yunanca basılan kaynak niteliğindeki ve bilgilendirmeye dayalı yayınlarına, ülkenin resmî dillerinden Türkçeyi konuşan vatandaşların erişim olanağı bulamayışı bilgi alma hakkını engellemiyor mu? “Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıslı, Kıbrıs” gibi adlar altında esasen Yunan kültürü çerçevesinde Yunanca basılan ansiklopedilerden, antolojilerden, referans kitaplarından da, Türkçenin hem yayın dili olarak dışlanması hem 500 yıllık Türk kültür tarihine, yazınsal kaynaklarına dair referanslara yer verilmemesi kültürel ayrımcılık yaratmıyor mu?
Edebiyat, sanat ve akademide dahi “İki-Toplumluğu” mutlaklaştırıp, bunun iki ayrı devletin kültürel ve düşünsel zeminini inşa noktasına vardırılması tehlikelidir. Normal bir Avrupa ülkesindeki gibi çok-toplumlu bir edebiyat seçkisi, müzik ya da resim koleksiyonu hazırlayamaz hale gelecek kadar her şeyin üzerine “Kıbrıslırum – Kıbrıslıtürk” yazılması özcü bir kimlik politikasına dönüşmek üzeredir. Birkaç ay önce ilk kez röportaj verdiğim RİK televizyonunda da söylediğim gibi “İki-toplumluluğu ancak reel uluslararası politikayla açıklamak mümkün olabilir ki mantıklı görünsün. Yoksa Ada’daki pek çok şey gibi mantıkdışıdır.”
2023’ün küresel dünyasında, kendi kaderinin bir etnik-dinî cemaatin hayalî kimliğine bağlanmasına izin vermeyen diğer AB yurttaşları gibi, ben de “Kıbrıslıtürklük” tasavvuruyla Türkiye’nin savaş rehinesi olmayı da, Kıbrıs’ta ikinci sınıf muamelesi görmeyi de kabul edemem. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin farklı dilleri ve toplumlarıyla tek bir bütün olarak varoluşuna herkes saygı göstermeli. Umarım dile getirdiğim görüş ve dilekler bazı olumlu adımlar atılmasına katkı yapar.
Τουρκικά: Η άλλη γλώσσα της Κύπρου ως επιλύσιμο πρόβλημα
Του Μεχμέτ Γιασίν
Είναι η πρώτη φορά που γράφω στον ελληνοκυπριακό Τύπο, ενώ όσον αφορά στον Τύπο της Τουρκίας για πρώτη φορά θίγω αυτό το ζωτικό θέμα μέσα από τα ελληνικά γραπτά μου, επειδή οι τουρκόφωνοι πολίτες δεν έχουν άλλο χρόνο για χάσιμο για τις νομικά δικαιολογημένες αλλά πολιτικά μη ρεαλιστικές και απίθανες να υλοποιηθούν στο εγγύς μέλλον κενές προσπάθειες να γίνει η τουρκική, γλώσσα της ΕΕ. Σύμφωνα με το σύνταγμα της Κυπριακής Δημοκρατίας του 1960, η τουρκική είναι μία από τις δύο επίσημες γλώσσες της Κύπρου, μαζί με την ελληνική, ενώ παράλληλα, μαζί με τα Λουξεμβουργιανά, είναι μία από τις δύο ευρωπαϊκές γλώσσες που δεν έχουν ακόμη επισημοποιηθεί, αν και θα έπρεπε να αποτελεί γλώσσα της ΕΕ. Ο κύριος λόγος για τον οποίο η χορήγηση του καθεστώτος της τουρκικής γλώσσας στην ΕΕ έχει καθυστερήσει είναι ότι η τουρκική κυβέρνηση έχει απομακρυνθεί από μια λύση που θα επανένωνε την Κύπρο κάτω από την ομπρέλα της ΕΕ.
Για να μπορέσουν οι Τουρκοκύπριοι, των οποίων η κοινωνική υπόσταση καταστρέφεται από την αποικιοκρατική πολιτική της «θετής-πατρίδας» τους, της Τουρκίας, να συνεχίσουν να υπάρχουν ως μέρος της Κυπριακής Δημοκρατίας, χρειάζονται συγκεκριμένα και εφικτά βήματα σε ορισμένους τομείς για τα Τουρκικά, «τη θετή-τους-μητρική-γλώσσα». Αυτό είναι μια αναγκαιότητα και για τους Ελληνοκύπριους για να διατηρήσουν ζωντανό το ιδεώδες της ενωμένης Κύπρου.
Θα πρέπει να εξεταστούν ορισμένες πρακτικές βελτιώσεις προτού η τουρκική γλώσσα αναγνωριστεί ως επίσημη γλώσσα της ΕΕ ή τουλάχιστον ως μία από τις προνομιούχες μειονοτικές γλώσσες της ΕΕ, όπως συμβαίνει στα άλλα τρία κράτη μέλη, συμπεριλαμβανομένης της Ελλάδας. Για το σκοπό αυτό, μπορούν να γίνουν νέες ρυθμίσεις στα κονδύλια της ΕΕ για τη γλώσσα, την εκπαίδευση, τα μέσα ενημέρωσης και τον πολιτισμό που μεταφέρονται στην Κυπριακή Δημοκρατία, λαμβάνοντας υπόψη την ιδιαίτερη κατάσταση της τουρκικής γλώσσας. Έτσι, τα παράπονα των Τουρκοκυπρίων πολιτών λόγω του αποκλεισμού της τουρκικής γλώσσας από την ΕΕ και πολλούς άλλους τομείς στην Κυπριακή Δημοκρατία μπορούν να ξεπεραστούν εν μέρει.
Προκαλεί έκπληξη το γεγονός ότι κάποιοι από τους τουρκοκυπριακής καταγωγής αγαπητούς πολιτικούς μας φίλους, οι οποίοι κατέχουν θέσεις στην ΕΕ, οι οποίοι μεταξύ άλλων πήγαν στις Βρυξέλλες για να στηρίξουν την χρήση της τουρκικής γλώσσας, δεν ενοχλούνται σήμερα από την έλλειψη σημάνσεων ασφαλείας στη γλώσσα των Τουρκοκυπρίων στις Οικοδομές στον Νότο, από την ανυπαρξία σήμανσης στα νοσοκομεία και τις πρώτες βοήθειες, την έλλειψη πινακίδων κατεύθυνσης στο αεροδρόμιο Λάρνακας και στην απουσία ανακοινώσεων στην τουρκική για τους αμέτρητους Τουρκοκύπριους πολίτες που χρησιμοποιούν κυπριακά αεροσκάφη, και ότι δεν αναλαμβάνουν πρωτοβουλίες εντός της Κυπριακής Δημοκρατίας για τα θέματα αυτά που μπορούν να λύσουν ευκολότερα χρησιμοποιώντας τις θέσεις τους. Κι αυτό γιατί το θέμα της Τουρκικής ως επίσημης γλώσσας της ΕΕ εμπίπτει στην αρμοδιότητα του Κανονισμού αριθ. 1 που υιοθετήθηκε από το Συμβούλιο της ΕΕ και είναι ένα σύνθετο θέμα που εξαρτάται από την πορεία του Κυπριακού και τις σχέσεις με την Τουρκία.
Τραγελαφικά περιστατικά
Ως ποιητής, συγγραφέας, ακαδημαϊκός και άνθρωπος του πολιτισμού που εκπροσωπεί την Κύπρο σε διεθνείς πλατφόρμες, πρέπει να πω ότι ενώ η χώρα μου είναι μέλος της ΕΕ, δεν έχω αντιμετωπίσει μόνο δυσκολίες λόγω του γεγονότος ότι η γραπτή μου γλώσσα, η τουρκική, δεν θεωρείται γλώσσα της ΕΕ, αλλά έχω βιώσει και γεγονότα που σε κάνουν να μειδιάς. Στις 26 Απριλίου 2004, η εφημερίδα The Guardian, υπό τον τίτλο «Ας γνωρίσουμε τους νέους Ευρωπαίους συγγενείς μας», ζήτησε άρθρα από τους συγγραφείς των 10 νέων κρατών μελών της ΕΕ και παρουσίασε την Κύπρο με το δικό μου άρθρο. Εκεί, ανέφερα τα προβλήματα που δημιουργεί το γεγονός ότι η τουρκική γλώσσα δεν θεωρείται γλώσσα της ΕΕ και το παράδοξο του να είσαι τουρκόφωνος Κύπριος συγγραφέας και ταυτόχρονα να συστήνεις την Κύπρο στην Ευρώπη. Αλλά δεν χρειάζεται να πάμε τόσο μακριά: Στις 26 Νοεμβρίου 2022, στο Φεστιβάλ Ευρωπαϊκής Λογοτεχνίας του Τόκιο, το οποίο πραγματοποιήθηκε με τη συμβολή της Επιτροπής της ΕΕ, προσκλήθηκα από το Υφυπουργείο Πολιτισμού, γεγονός που έκανε ένα βήμα μπροστά για έναν ποιητή που γράφει στα τουρκικά να εκπροσωπήσει την Κύπρο για πρώτη φορά μόνος του σε διεθνή συνάντηση. Μπροστά σε άλλους συγγραφείς της ΕΕ στην Ιαπωνία, έπρεπε να αναμείξω την τουρκική γλώσσα, η οποία δεν είναι γλώσσα της ΕΕ, με την αγγλική και την ελληνική.
Με την ευκαιρία πολλών διεθνών συναντήσεων όπως αυτές, χρειάστηκε να αναλάβω πρωτοβουλίες για τη θέση της τουρκικής γλώσσας στην Κυπριακή Δημοκρατία και στην ΕΕ. Μεταξύ 1997 και 2001, υπέγραψα πενταετές συμβόλαιο με τη μονάδα των Βρυξελλών που ήταν υπεύθυνη για την ενταξιακή διαδικασία της Κύπρου στην ΕΕ και διαχειρίστηκα μια σειρά από προγράμματα που περιλάμβαναν εκδόσεις, μεταφράσεις, ποιητικές αναγνώσεις, ακαδημαϊκά συνέδρια, τα οποία έφεραν κοντά τις γλώσσες και τους πολιτισμούς όλων των Κυπρίων και τους συνέδεσαν με την Ευρώπη. Για το σκοπό αυτό, συνεργάστηκα με τον γραφειοκράτη των Βρυξελλών M. Combescot, ο οποίος ήταν υπεύθυνος για τους οργανισμούς επιπέδου Β2. Η θέση της τουρκικής, μιας από τις επίσημες γλώσσες της Κυπριακής Δημοκρατίας και μιας από τις λογοτεχνικές γλώσσες των Κυπρίων, στην ΕΕ ήταν τότε ένα θέμα συζήτησης.
Θετή μητρική γλώσσα
Χρησιμοποίησα τον όρο «step-mothertongue» (θετή-μητρική-γλώσσα) στο βιβλίο Step-Mothertongue: From Nationalism to Multiculturalism Literatures of Cyprus, Greece, and Turkey, (Θετή μητρική γλώσσα: Από τον εθνικισμό στον πολυπολιτισμό – Λογοτεχνία της Κύπρου, και της Τουρκίας) μια συλλογή ομιλιών σε συνέδριο που οργάνωσα στο πλαίσιο του προαναφερθέντος προγράμματος της ΕΕ το 1997, όταν ήμουν λέκτορας στο Πανεπιστήμιο Middlesex του Λονδίνου. Το βιβλίο αυτό αναφοράς δεν έχει μεταφραστεί ακόμη στα ελληνικά, αν και αποτελεί εγχειρίδιο σε ορισμένες χώρες και οι Ιταλοί έχουν εισάγει τον όρο «step-mothertongue» στη βιβλιογραφία ως «matrignalingua». Ωστόσο, έχει υπογραφεί συμβόλαιο με εκδοτικό οίκο των Αθηνών για ένα βιβλίο με τίτλο Κοσμοποιητικά, το οποίο περιέχει τις αναλύσεις μου για τη θετή-μητρική-γλώσσα, γλώσσα και την κυπριακή λογοτεχνία. Αυτό το οφείλουμε στο πρόγραμμα που θέσπισε η Κυπριακή Δημοκρατία για τη μετάφραση έργων Ελληνοκυπρίων και Τουρκοκυπρίων συγγραφέων μεταξύ ελληνικών και τουρκικών. Το πρόγραμμα ελληνοτουρκικής μετάφρασης και έκδοσης, το οποίο διαχειρίζεται σήμερα το Υφυπουργείο Πολιτισμού, αποτελεί ένα καλό παράδειγμα λύσης των προβλημάτων της τουρκικής εκπροσώπησης, με τα οποία θα ασχοληθώ εδώ.
Τα δημοσιεύματα που έχω δει στον κυπριακό Τύπο, ιδιαίτερα στις τουρκόφωνες εφημερίδες, με τίτλους όπως «Πραγματοποιήθηκε διαδήλωση στις Βρυξέλλες για να γίνει η τουρκική γλώσσα, γλώσσα της ΕΕ», «Γράφτηκε επιστολή στις αρχές της ΕΕ για την αναγνώριση της τουρκικής γλώσσας» κ.λπ. δίνουν την εντύπωση πολιτικής προπαγάνδας και όχι λύσης. Θεωρείται ότι αποδέκτης των φωτογραφιών που τραβήχτηκαν στις Βρυξέλλες για να δημιουργηθεί η άποψη ότι «κάτι γίνεται για τα τουρκικά» χωρίς να γίνεται τίποτα, δεν είναι η ΕΕ, αλλά η τουρκική και τουρκοκυπριακή κοινή γνώμη. Ωστόσο, η ετοιμασία συγκεκριμένων και πρακτικών προτάσεων για βήματα που μπορούν να γίνουν σε σύντομο χρονικό διάστημα για να δημιουργηθεί χώρος για τα τουρκικά και η παρουσίασή τους στην Κυπριακή Δημοκρατία είναι η ύψιστη προτεραιότητα, ο πιο λογικός και ο πιο γόνιμος δρόμος προς τα εμπρός.
Με τα Ματωμένα Χριστούγεννα του 1963 και την Κατοχή του 1974, η θέση της τουρκικής γλώσσας στην Κυπριακή Δημοκρατία υπέστη σοβαρή ζημιά και είναι απαραίτητο να ανταλλάξουμε απόψεις με αυτούς που έχουν πληγεί ιδιαίτερα, τόσο σε επίπεδο εμπειρογνωμόνων όσο και σε επίπεδο οργανώσεων της κοινωνίας των πολιτών που τους εκπροσωπούν. Παραδείγματος χάρη: Τουρκοκύπριοι συγγραφείς, εκδότες, μέλη του Τύπου- νέοι Τουρκοκύπριοι επαγγελματίες που έχουν τα προσόντα και τα δικαιώματα να εργαστούν σε φορείς της ΕΕ αλλά δεν μιλούν καλά ελληνικά, Τουρκοκύπριοι δικηγόροι και γραμματείς που παραπονιούνται για γλωσσικά προβλήματα σε επίσημα έγγραφα, γραφεία και δικαστήρια, Τουρκοκύπριοι εργάτες και τα συνδικάτα τους που εργάζονται στο Νότο, Τουρκοκύπριοι εμπειρογνώμονες και ακαδημαϊκοί που δεν μπορούν να βρουν θέση σε εκπαιδευτικά, ερευνητικά ιδρύματα και βιβλιοθήκες λόγω της έλλειψης γνώσης της ελληνικής γλώσσας- πολιτιστικοί ακτιβιστές που εργάζονται για τη διατήρηση, τη συλλογή και την καταγραφή τουρκοκυπριακών εκδόσεων και διαφόρων αρχειακών υλικών κ.λπ. σχετικών με τους Τουρκοκύπριους.
Μπορούν να έχουν αξιοπιστία οι δηλώσεις ορισμένων ατόμων με πολιτικές θέσεις υπέρ της καθιέρωσης της τουρκικής ως γλώσσας της ΕΕ, χωρίς να ακούσουν τα προβλήματα που αντιμετωπίζουν όλα τα κοινωνικά στρώματα της τουρκοκυπριακής κοινότητας λόγω της τουρκικής γλώσσας, χωρίς να ζητήσουν από αυτούς εκθέσεις με προτάσεις λύσεων, χωρίς να έρθουν σε επαφή με τους ανθρώπους που ενδιαφέρονται περισσότερο για το πρόβλημα, όπως οι ενώσεις δημοσιογράφων και εκπαιδευτικών, οι ενώσεις συγγραφέων και εκδοτών, τα εκπαιδευτικά ιδρύματα και πολλοί άλλοι πολιτιστικοί φορείς; Μπορεί κανείς να βασιστεί σε εύηχες αλλά κενές υποσχέσεις που βασίζονται στη χρήση του εν λόγω προβλήματος για προσωπική πολιτική προπαγάνδα αντί να παράγουν αποτελέσματα;
Το προσωπικό ενδιαφέρον
Περιττό να πω ότι, ως Κύπριος επαγγελματίας ποιητής και συγγραφέας πλήρους απασχόλησης που γράφει στα τουρκικά από τη δεκαετία του 1980, ενδιαφέρομαι έντονα για το χώρο της τουρκικής γλώσσας στην Κυπριακή Δημοκρατία και την Ευρωπαϊκή Ένωση. Όταν ήμουν στα είκοσί μου χρόνια, το 1988, κατά τη διάρκεια της Προεδρίας του Γιώργου Βασιλείου, έθεσα το θέμα αυτό κατά την επίσκεψή μου στον Πρόεδρο και σε επακόλουθες συναντήσεις με τους συμβούλους του. Στις αρχές της δεκαετίας του 1990, πραγματοποίησα και πάλι συναντήσεις τόσο στη Λευκωσία όσο και στις Βρυξέλλες ως Κύπριος ποιητής, συγγραφέας και άνθρωπος του πολιτισμού.
Εκείνα τα χρόνια, μου έλεγαν στην Κύπρο ότι «η ελληνοκυπριακή πλευρά ήταν υπέρ του να γίνει η τουρκική γλώσσα γλώσσα της ΕΕ, αλλά οι άλλες ευρωπαϊκές χώρες και οι αρχές της ΕΕ δίσταζαν, επειδή η ελληνική ήταν ήδη γλώσσα της ΕΕ». Θυμάμαι ότι υπήρχαν συζητήσεις ότι αν η τουρκική γλώσσα ήταν μια από τις γλώσσες της ΕΕ, η μονάδα που θα ιδρυόταν για τις μελέτες προσαρμογής θα έπρεπε να είναι εντός του Πανεπιστημίου Κύπρου και ο προϋπολογισμός και η οργάνωση θα έπρεπε να εποπτεύονται από την Κυπριακή Δημοκρατία. Η ισχυρότερη αντίρρηση σε αυτό ήρθε από τη διοίκηση του Ραούφ Ντενκτάς.
Οι τουρκικές αρχές, αν και χρησιμοποιούσαν το θέμα για προπαγανδιστικούς σκοπούς, δεν ήθελαν να γίνει η τουρκική γλώσσα, γλώσσα της ΕΕ, όχι μέσω της Τουρκικής Δημοκρατίας, αλλά μέσω της μικρής τουρκοκυπριακής κοινότητας και της «τουρκοκυπριακής γλώσσας» της, με πρωτοβουλία της Κυπριακής Δημοκρατίας, την οποία δεν αναγνώριζε. Οι υπεύθυνοι χάραξης πολιτικής της Τουρκίας φαίνεται να απέχουν ακόμη πολύ από το να αντιληφθούν ότι η τουρκική ως επίσημη γλώσσα της ΕΕ θα προσφέρει μεγάλες ευκαιρίες για την κοινωνική ανάπτυξη της χώρας τους. Ωστόσο, δεδομένου ότι η προοπτική ένταξης της Τουρκίας στην ΕΕ δεν υφίσταται πλέον, είναι προφανές ότι η τουρκική μπορεί να είναι επίσημη γλώσσα της ΕΕ μόνο λόγω της Κυπριακής Δημοκρατίας.
Από την άλλη, γνωρίζοντας πολύ καλά ότι κανένας στην ΕΕ, συμπεριλαμβανομένων των τουρκικών και των τουρκοκυπριακών αρχών, δεν ήθελε να καταστήσει την τουρκική επίσημη γλώσσα της ΕΕ πριν από μια πολιτική διευθέτηση, οι ελληνοκυπριακές αρχές, όπως έκανε ο Πρόεδρος Νίκος Αναστασιάδης το 2016, έστελναν διάφορες επιστολές στον τότε Ολλανδό Υπουργό Εξωτερικών και Πρόεδρο του Συμβουλίου της ΕΕ Μπερτ Κούντερς, επαναλαμβάνοντας την έκκληση «κάντε την τουρκική γλώσσα της ΕΕ». Ο Bert Koenders, από την άλλη, στην επίσημη απάντησή του στις 12 Απριλίου 2016, ως Πρόεδρος του Ευρωπαϊκού Συμβουλίου, σημείωσε τα εξής: «Κατανοώ την αναγκαιότητα και τη σημασία της τουρκικής να είναι μια από τις επίσημες γλώσσες της ΕΕ μετά την επανένωση της Κύπρου και θα χαρώ να ξεκινήσω τις προπαρασκευαστικές εργασίες μεταξύ της Ευρωπαϊκής Επιτροπής και της Κυβέρνησης της Κυπριακής Δημοκρατίας».
Αλλά όταν το 2017 οι ειρηνευτικές συνομιλίες στο Κρας Μοντάνα απέτυχαν, η Τουρκία εγκατέλειψε τη θέση της ομοσπονδιακής λύσης. Όχι μόνο το νότιο μισό, αλλά και το βόρειο μισό υπό την de facto κατοχή της Τουρκίας, άρχισε να προβάλλει παράλογες απαιτήσεις όπως «αναγνώριση ενός ξεχωριστού κυρίαρχου τουρκικού κράτους» στην Κύπρο, η οποία θεωρείται ως de jure έδαφος της Ευρωπαϊκής Ένωσης, χωρίς να ρωτήσουν τους Τουρκοκύπριους.
Αυτό που δυσκολεύομαι να καταλάβω είναι γιατί ορισμένοι πολιτικοί τόσο στη Λευκωσία όσο και στις Βρυξέλλες, οι οποίοι είναι υπέρμαχοι μιας ομοσπονδιακής Κύπρου, επαναλαμβάνουν συνεχώς αυτό το θέμα, γνωρίζοντας ότι είναι αδύνατο να γίνει η τουρκική γλώσσα η γλώσσα της ΕΕ υπό τις παρούσες συνθήκες. Μήπως το κάνουν αυτό για να δημιουργήσουν μια θετική εικόνα και να κερδίσουν δημοτικότητα στην τουρκική και τουρκοκυπριακή κοινή γνώμη; Ή μήπως όλες αυτές οι ιδιορρυθμίες γίνονται εν γνώσει ορισμένων ελληνοκυπριακών κομμάτων με τα οποία συνδέονται, και τα οποία, αν και συχνά διστάζουν να πάρουν ρίσκο όταν πρόκειται για συγκεκριμένη πολιτική πρακτική, διαιωνίζουν τη ρητορική του «οι Τουρκοκύπριοι είναι αδελφοί μας»;
Ένα πρόσφατο περιστατικό με δυσκόλεψε περισσότερο στο να καταλάβω τον πραγματικό σκοπό αυτών των μάταιων προσπαθειών για την τουρκική γλώσσα από το εξωτερικό. Διότι με οδήγησε στο συμπέρασμα ότι θα μπορούσαν να επιτευχθούν κάποια κέρδη όσον αφορά την τουρκική γλώσσα, αν επικεντρώνονταν οι προσπάθειες στο εσωτερικό της χώρας μας και αν προσέγγιζαν τα εξουσιοδοτημένα όργανα της Κυπριακής Δημοκρατίας με συγκεκριμένες και υλοποιήσιμες προτάσεις που να καλύπτουν συγκεκριμένους τομείς.
Η απόρριψη των αιτήσεων
Στα τέλη του 2022, έθεσα για πρώτη φορά στο Υφυπουργείο Πολιτισμού την απόρριψη των αιτήσεων των μεταφραστών των βιβλίων μου, λόγω του γεγονότος ότι το Υφυπουργείο Πολιτισμού παρέχει κονδύλια μόνο για τη μετάφραση ελληνικών έργων σε ξένες γλώσσες. Επί ένα τέταρτο του αιώνα, όσοι προσπαθούσαν να μεταφράσουν τα βιβλία μου σε πολλές γλώσσες δεν είχαν λάβει καμία συνεισφορά, επειδή τα τουρκικά δεν περιλαμβάνονταν στο «Πρόγραμμα Μετάφρασης της Κυπριακής Δημοκρατίας σε ξένες γλώσσες». Τελικά, όταν οι Αλβανοί μεταφραστές που μετέφρασαν το βιβλίο μου όχι από τα τουρκικά, αλλά από τα ελληνικά, δεν έλαβαν επίσης συνεισφορά, επισύναψαν στο φάκελο μια επιστολή υποστήριξης της αίτησης ένστασης που είχαν ετοιμάσει. Με την ευκαιρία αυτή, το μεταφραστικό πρόγραμμα τροποποιήθηκε ώστε να αναφέρει ότι «θα χρηματοδοτούνται επίσης έργα Τουρκοκυπρίων συγγραφέων γραμμένα στα τουρκικά και μεταφρασμένα στα ελληνικά». Φυσικά, δεν αρκεί η χρηματοδότηση ενός έργου γραμμένου αρχικά στην τουρκική γλώσσα μέσω ελληνικής μετάφρασης. Είναι όμως ένα νέο βήμα που έγινε από την Κυπριακή Δημοκρατία με καλή πίστη.
Με την τελευταία αυτή εξέλιξη συνειδητοποίησα ότι αν παρουσιαστούν κάποιες σαφείς προτάσεις που μπορούν να εφαρμοστούν υπό τις παρούσες πολιτικές συνθήκες, μπορεί να ληφθούν υπόψη από την Κυπριακή Δημοκρατία. Ωστόσο, κάποιοι πολιτικοί φίλοι μας τουρκοκυπριακής καταγωγής, οι οποίοι βρίσκονται στις Βρυξέλλες και λένε «η τουρκική πρέπει να γίνει γλώσσα της ΕΕ», δεν έχουν δείξει κανένα ενδιαφέρον για το θέμα αυτό στην πατρίδα τους, παρά τις εκκλήσεις συγγραφέων από την ίδια τους την κοινότητα. Τελικά, δεν ήταν αυτοί, αλλά συνάδελφοι δημοσιογράφοι από την Ελλάδα που με βοήθησαν να έρθω σε επαφή με τους λειτουργούς του Υφυπουργείου Πολιτισμού.
Στο σημερινό αδιέξοδο του Κυπριακού προβλήματος, ιδιαίτερα στην πρόσφατη περίοδο που η Τουρκία προσπαθεί να εξαλείψει την πολιτιστική ύπαρξη των Τουρκοκυπρίων, το αίτημά μας θα πρέπει να περιοριστεί στα γλωσσικά και πολιτιστικά δικαιώματα των Τουρκοκυπρίων. Και τούτο διότι είναι προς το συμφέρον της Τουρκίας, με τα 85 εκατομμύρια κατοίκους της, και των 7 εκατομμυρίων τουρκόφωνων κατοίκων των χωρών της ΕΕ να γίνει η τουρκική επίσημη γλώσσα της ΕΕ, και πιθανότατα θα αξιοποιήσουν πολύ περισσότερες ευκαιρίες της ΕΕ από ό,τι η τουρκοκυπριακή κοινότητα όταν η τουρκική γίνει η επίσημη γλώσσα της ΕΕ. Ως εκ τούτου, είναι απαραίτητο να διαφωτιστεί η τουρκική κοινή γνώμη για το θέμα αυτό, να δημοσιευτεί στον τουρκικό Τύπο η πληροφορία ότι η τουρκική θα γίνει επίσημη γλώσσα της ΕΕ μέσω της Κυπριακής Δημοκρατίας και με αυτό τον τρόπο να διασφαλιστεί η υποστήριξή τους για την επανένωση της Κύπρου με μια δίκαιη και μόνιμη λύση. Επιπλέον, γνωρίζουμε από την εμπειρία 25 ετών ότι είναι δύσκολο να γίνουν σοβαρά βήματα για να γίνει η τουρκική γλώσσα, γλώσσα της ΕΕ χωρίς να έρθει κανείς σε επαφή με τις τουρκικές αρχές με τον ένα ή τον άλλο τρόπο.
Θα πρέπει επίσης να θυμόμαστε ότι η ΕΕ ανακοίνωσε το 2004 ότι η τουρκική γλώσσα θα μπορούσε να λάβει το καθεστώς της επίσημης γλώσσας αν η Κύπρος επανενωνόταν. Πράγματι, αν πρόκειται να δοθεί η τουρκική ως επίσημη γλώσσα της ΕΕ ως δώρο στην Τουρκία μέσω των Τουρκοκυπρίων, φαίνεται πιο σωστό ακόμη και σε έναν Κύπριο σαν εμένα, του οποίου η ίδια η ύπαρξη σχετίζεται με την τουρκική γλώσσα, αυτό να συμβαδίζει τουλάχιστον με μια δίκαιη και μόνιμη λύση για την επανένωση της Κύπρου.
Λέω «ακόμη», διότι, ως πολίτης της Κυπριακής Δημοκρατίας, στερούμαι τα δικαιώματα που απολαμβάνουν οι συνάδελφοί μου που γράφουν στα ελληνικά, όχι μόνο όσον αφορά την πρόσβαση των έργων μου σε ένα ευρύτερο κοινό, αλλά και όσον αφορά τα προς το ζην, αφού βγάζω τα προς το ζην κυρίως από τα πνευματικά δικαιώματα των βιβλίων μου και το έργο μου ως ποιητής-συγγραφέας. Το θέμα αυτό είναι επομένως σημαντικό όχι μόνο για την αποτίμηση των 40 χρόνων μου ως συγγραφέας, κατά τη διάρκεια των οποίων έχω εκδώσει περισσότερα από 20 βιβλία, τα οποία έχουν μεταφραστεί σε διάφορες γλώσσες και έχω εκπροσωπήσει την Κύπρο σε πολλές χώρες και στις πέντε ηπείρους του κόσμου, αλλά και για την προστασία των οικονομικών δικαιωμάτων, τα οποία είναι απαραίτητα για την επιβίωσή ανθρώπων που βρίσκονται στην ίδια κατάστασή με εμένα.
Θα προτιμούσα ένα τόσο σημαντικό ζήτημα να αντιμετωπιστεί στη Λευκωσία, προκειμένου να βρεθούν πραγματικές λύσεις, και όχι να χρησιμοποιηθεί ως όχημα για να κάνουν κάποια άτομα μια προσωπική κίνηση καριέρας από τις Βρυξέλλες στην Άγκυρα για λογαριασμό τους. Σε σύντομο χρονικό διάστημα, θα ήταν καλύτερο να συζητήσουμε με τους αρμόδιους ανθρώπους και οργανισμούς πώς και σε ποιους τομείς μπορούν να γίνουν βελτιώσεις ώστε να ανοίξει ο χώρος για τα τουρκικά και να επιλυθεί το θέμα μέσα στα πλαίσια της Κυπριακής Δημοκρατίας.
Θα πρέπει επίσης να σημειωθεί ότι πρόκειται για ένα θεμελιώδες δικαίωμα του πολίτη και του ανθρώπου που υπερβαίνει τις διακοινοτικές συνομιλίες ή τη «δικοινοτικότητα». Από αυτή την άποψη, δεν μπορεί καν να συνδεθεί με βήματα «πολιτιστικής προσέγγισης», αλλά θα ήταν ένα καθησυχαστικό βήμα προς την κατεύθυνση της προσέγγισης.
Πιστεύω ως Κύπριος ποιητής και συγγραφέας που γράφει στα τουρκικά, είναι πρωτίστως η Κυπριακή Δημοκρατία που αναμένεται να με εκπροσωπήσει ως Κύπριο ποιητή και συγγραφέα που γράφει στα τουρκικά, τόσο σε δραστηριότητες πολιτιστικής προσέγγισης όσο και στο άνοιγμα χώρου για την τουρκική γλώσσα στην Κύπρο, μέλος της ΕΕ. Ακόμη και αν οι διακοινοτικές συνομιλίες συνεχίζονται και οι πολιτιστικές επιτροπές δημιουργούνται στη βάση της «Δικοινοτικότητας», είναι πιο ρεαλιστικό και νόμιμο για μένα να περιμένω την προστασία των δικαιωμάτων μου όχι από τον Ερσίν Τατάρ, ο οποίος δεν εξελέγη από τους Τουρκοκύπριους, αλλά τουλάχιστον από τον Νίκο Χριστοδουλίδη, ο οποίος εξελέγη ως Πρόεδρος ολόκληρης της Κύπρου σύμφωνα με το σύνταγμα του 1960 που αναγνωρίζεται από την ΕΕ. Όπως και πολλοί Τουρκοκύπριοι άνθρωποι του πολιτισμού που υποστηρίζουν μια λύση στο πλαίσιο μιας ανεξάρτητης Κυπριακής Δημοκρατίας αντί του αποσχιστικού κράτους στο βορρά, το οποίο αποτελεί προκαταρκτικό βήμα για την προσάρτηση στην Τουρκία, δεν μπορώ να περιμένω υποστήριξη από την «ΤΔΒΚ», ακόμη και αν γράφω στα τουρκικά.
Η «ΤΔΒΚ», η οποία προπαγανδίζεται στον κόσμο και ιδρύθηκε για τους Τουρκοκύπριους, όχι μόνο δεν εκπροσωπεί την τουρκοκυπριακή κοινότητα, αλλά και λειτουργεί για να διαγράψει την πολιτιστική της ταυτότητα και να εξαλείψει την κοινωνική της ύπαρξη μεταξύ των εποίκων που αποστέλλονται από την Τουρκία. Ιδιαίτερα από τη στιγμή που μετά τον Μουσταφά Ακιντζί, για πρώτη φορά στην ιστορία των Τουρκοκυπρίων, εγκαθιδρύθηκε μια διοίκηση που είναι πλήρως μαριονέτα, η προσδοκία για την προστασία των Τουρκοκυπρίων από την Κυπριακή Δημοκρατία έχει αυξηθεί.
Επιπλέον, κατά τη διάρκεια της «προεδρίας» του Μουσταφά Ακιντζί, κατέστη αδύνατο να υποστηριχτει η τουρκοκυπριακή γλώσσα, λογοτεχνία και πολιτισμός. Το 2018, πήγα στο γραφείο του και πρότεινα έργα γλώσσας, λογοτεχνίας και μετάφρασης και ξεκίνησα μια πολιτιστική οργάνωση για την προστασία των τουρκοκυπριακών έργων. Η ομάδα του Moυσταφά Ακιντζί υποστήριξε τα έργα με ειλικρινή ενθουσιασμό και μου έστειλε επίσημη επιστολή έγκρισης. Ωστόσο, δεδομένου ότι ο προϋπολογισμός τους ήταν συνδεδεμένος με μια νέα οντότητα που ονομαζόταν «Επιτροπή Βοήθειας της Τουρκικής Πρεσβείας» και η Τουρκία όριζε ότι μπορούσαν να υποστηρίξουν τη λογοτεχνία και τον πολιτισμό μόνο με το «Ταμείο Προώθησης της ΤΔΒΚ», δεν μπορούσαν να συνδράμουν υποστηρικτές της ενωμένης Κύπρου όπως εγώ, ειδικά σε εκείνους που ασκούσαν ανοιχτή κριτική στην τουρκική κατοχή.
Ωστόσο, κατά την περίοδο του Μεχμέτ Αλί Ταλάτ, όταν υπήρχε ελπίδα για λύση εντός της ΕΕ, ο πολιτισμός των Τουρκοκυπρίων δεν καταπιεζόταν τόσο πολύ από την Τουρκία. Γι’ αυτό, όταν ο Μεχμέτ Αλί Ταλάτ ήταν ο ηγέτης των Τουρκοκυπρίων και το κόμμα του στην εξουσία, λάμβαναν διάφορες συμβουλευτικές υπηρεσίες από εμένα, παρόλο που ήταν γνωστή η «χωρίς αλλά…» στάση μου για την επανένωση και αποστρατικοποίηση της Κύπρου.
Η νέα πολιτική συγκυρία
Σε αυτή τη νέα πολιτική συγκυρία, οι ελληνοκυπριακές αρχές πρέπει να συνειδητοποιήσουν ότι δεν υπάρχει επίσημος τουρκοκυπριακός συνομιλητής στον οποίο να μπορούν να απευθυνθούν για τη γλώσσα, τη λογοτεχνία και τον πολιτισμό των Τουρκοκυπρίων στο βορρά υπό τη ρητορική της «Δικοινοτικότητας». Τα τελευταία χρόνια, οι υψηλόβαθμες θέσεις της ΤΔΒΚ, οι οποίες παρουσιάζονται ως οι νόμιμες για την Τουρκοκυπριακή κοινότητα καταλαμβάνονται από ομάδες που διορίζονται ή αποστέλλονται απευθείας με την παρέμβαση της τουρκικής κυβέρνησης, λειτουργώντας με εχθρότητα και μίσος ενάντια στα συμφέροντα των Τουρκοκυπρίων. Πιο σημαντικό από το γεγονός ότι στα μάτια της διεθνούς κοινότητας τα αξιώματα στη διοίκηση δεν είναι τόσο νόμιμα, είναι η πραγματικότητα ότι έχουν χάσει τη νομιμότητά τους και στα μάτια της Τουρκοκυπριακής κοινότητας, συμπεριλαμβανομένων και των πιο εθνικιστών. Επομένως, είναι τώρα πιο επείγον από ποτέ για την Κυπριακή Δημοκρατία να εκπροσωπεί όχι μόνο την ελληνοκυπριακή κοινότητα αλλά και τον ιδρυτικό εταίρο, την τουρκοκυπριακή κοινότητα.
Αυτή η εκπροσώπηση δεν θα πρέπει να παραμείνει στα χαρτιά, αλλά θα πρέπει να υλοποιηθεί μέσω νομικών ρυθμίσεων και οργάνωσης. Θα μπορούσε να συσταθεί μια ad hoc επιτροπή για τη διεξαγωγή μελετών σχετικά με το πώς μπορεί να δοθεί χώρος στην τουρκική γλώσσα και να προσληφθούν σύμβουλοι. Μια άλλη επείγουσα ανάγκη είναι η αρχειοθέτηση των αντικειμένων της τουρκοκυπριακής γλώσσας και πολιτισμού και η ενσωμάτωσή τους στον κυπριακό πολιτισμό στο σύνολό του. Από την άποψη αυτή, από το 2006-2011, όταν δίδασκα κατά διαστήματα στο Τμήμα Τουρκικών Σπουδών του Πανεπιστημίου Κύπρου, εργάστηκα σε προγράμματα που προετοιμάστηκαν με τη συμμετοχή πολλών μεταπτυχιακών φοιτητών και νέων λογοτεχνών, τα οποία όμως δεν έλαβαν καμία υποστήριξη από το τότε Υπουργείο Παιδείας και Πολιτισμού, ούτε από επίσημα ακαδημαϊκά ιδρύματα και μέσα ενημέρωσης. Η αναζήτηση ευκαιριών για να ανοίξουν πόρτες σε διεθνείς οργανισμούς για τέτοια έργα για την τουρκοκυπριακή κοινότητα μπορεί επίσης να εξεταστεί στο πλαίσιο των πρωτοβουλιών για την τουρκική γλώσσα.
Αυτό οφείλεται στο γεγονός ότι η τουρκοκυπριακή κοινότητα δεν έχει διεθνή θεσμική εκπροσώπηση. Διάφοροι παλαιοί τουρκοκυπριακοί θεσμοί, όπως το Εβκάφ, το Τμήμα Παιδείας, οι δήμοι, οι επαγγελματικές ενώσεις, τα ιδιωτικά εκπαιδευτικά ιδρύματα, τα πολιτιστικά ιδρύματα, τα δημόσια και ιδιωτικά μουσεία κ.λπ. έχουν χάσει την αυτόνομη λειτουργία τους λόγω της αυξανόμενης τουρκικής παρέμβασης. Οι περισσότερες από τις εναλλακτικές εκπαιδευτικές, πολιτιστικές, λογοτεχνικές κ.λπ. οργανώσεις της κοινωνίας των πολιτών δεν είναι σε θέση να λειτουργήσουν αποτελεσματικά λόγω πολιτικών πιέσεων και οικονομικών περιορισμών.
Σχεδόν όλα τα γλωσσικά και πολιτιστικά προγράμματα που λαμβάνουν διεθνή χρηματοδότηση από πηγές όπως η ΕΕ και ο ΟΗΕ βασίζονται στη «δικοινοτικότητα». Σημαντικά ζητήματα, όπως η εκπροσώπηση της τουρκικής γλώσσας, η οποία αποτελεί συνταγματικό και θεμελιώδες δικαίωμα, στην Κυπριακή Δημοκρατία παρακάμπτονται λόγω της έλλειψης χρηματοδότησης από την ΕΕ. Σε αυτό το σημείο, θα πρέπει πρώτα απ’ όλα να ρωτήσουμε τις αρχές της ΕΕ:
Το γεγονός ότι οι τουρκόφωνοι πολίτες, μια από τις επίσημες γλώσσες της χώρας, δεν έχουν πρόσβαση στις εκδόσεις αναφοράς και πληροφόρησης της Κύπρου, μέλους της ΕΕ, οι οποίες τυπώνονται μόνο στα ελληνικά με επίσημη υποστήριξη, δεν εμποδίζει το δικαίωμα στην πληροφόρηση; Ο αποκλεισμός της τουρκικής γλώσσας ως γλώσσας έκδοσης και η απουσία αναφορών σε 500 χρόνια πολιτιστικής ιστορίας και λογοτεχνικών πηγών σε εγκυκλοπαίδειες, ανθολογίες και βιβλία αναφοράς που εκδίδονται στα ελληνικά με ονομασίες όπως «Κυπριακή Δημοκρατία, Κυπριακό, Κύπρος» στο πλαίσιο του ελληνικού πολιτισμού δεν δημιουργεί πολιτιστικές διακρίσεις;
Υπερασπιζόμενοι την κοινή πατρίδα και όχι τη διχοτόμηση, είναι επικίνδυνο να απολυτοποιούμε τη «δικοινοτικότητα» ακόμη και στην τέχνη και τον ακαδημαϊκό χώρο και να την φέρνουμε στο σημείο να οικοδομούμε τα πολιτιστικά και πνευματικά ερείσματα δύο ξεχωριστών κρατών. Επιπλέον, το πολιτιστικό επίπεδο της Κύπρου υποβαθμίζεται με την προβολή ανιστόρητων λογοτεχνικών και καλλιτεχνικών προϊόντων μόνο και μόνο για να εμφανίζονται δίπλα-δίπλα Τουρκοκύπριοι και Ελληνοκύπριοι. Η αναγραφή του «Ελληνοκύπριος – Τουρκοκύπριος» στα πάντα σε βαθμό που να μην είναι δυνατή η ετοιμασία μιας πολυκοινοτικής λογοτεχνικής επιλογής, μουσικής ή ζωγραφικής συλλογής, όπως σε μια κανονική ευρωπαϊκή χώρα, κοντεύει να μετατραπεί σε μια ουσιοκρατική πολιτική ταυτότητας. Όπως είπα στην εκπομπή «Biz=Εμείς» του ΡΙΚ πριν από μερικούς μήνες, «η δικοινοτικότητα μπορεί να εξηγηθεί μόνο από την πραγματική διεθνή πολιτική, ώστε να έχει νόημα. Διαφορετικά, όπως και τόσα άλλα πράγματα στο νησί, είναι παράλογη».
Στον παγκοσμιοποιημένο κόσμο του 2023, όπως και άλλοι πολίτες της ΕΕ που δεν επιτρέπουν η μοίρα τους να συνδεθεί με την πλασματική ταυτότητα μιας εθνο-θρησκευτικής κοινότητας, έτσι και εγώ δεν μπορώ να δεχτώ να είμαι όμηρος πολέμου της Τουρκίας ή στην Κύπρο να με αντιμετωπίζουν ως πολίτη δεύτερης κατηγορίας, εξαιτίας μιας φανταστικής «Τουρκοκυπριακότητας». Η ύπαρξη της Κυπριακής Δημοκρατίας ως ενιαίου συνόλου με τις διαφορετικές γλώσσες και κοινότητες της πρέπει να γίνεται σεβαστή. Ελπίζω ότι οι απόψεις και οι επιθυμίες που εξέφρασα θα συμβάλουν στο να γίνουν θετικά βήματα.
*Μετάφραση από την τουρκική Γιάννης Μούτσης
Η τουρκική έκδοση αυτού του άρθρου, που γράφτηκε για την εφημερίδα Πολίτης με αφορμή την «Παγκόσμια Ημέρα Βιβλίου» της UNESCO, δημοσιεύτηκε ταυτόχρονα στην τουρκική εφημερίδα T24, με τίτλο «Τουρκική, η άλλη γλώσσα της Κύπρου που αναμένεται να γίνει επίσημη γλώσσα στην ΕΕ».
www.mehmetyashin.com