Barbaros Şansal ile gerçekleştirdiğimiz röportajın ikinci ve son kısmını yayınlıyoruz.
Röportaj: Hasan Yıkıcı – Nuri Sılay
“Hukuku erkeklerin eline verdiğiniz an hukuk bitiyor”
Her şeye rağmen Kıbrıs’ın kuzeyindeki hukuk sisteminin Türkiye’ye göre çok daha iyi olduğunun altını çizen Şansal, bunun bir nedenini de mahkemelerde kadınların ağırlıkta olmasına bağlıyor. “Kıbrıs hukukunun bu kadar temiz ve bu kadar hakkaniyetli kalmasının sebebi bence Yüksek Mahkemelerin ve diğer kaza mahkemelerinin, ceza mahkemelerinin kadın yargıçların çoğunlukta olmasından kaynaklanıyor. Hukuku erkeklerin eline verdiğiniz an hukuk bitiyor.”
“Daha neyi konuşuyoruz?”
“Ben bu adaya ilk geldiğim zaman anahtar yoktu. Rum’un, Türk’ün herkesin kapısı açıktı” diye iç çeken Şansal, oturduğumuz yerin arkasındaki barikattaki kum torbalarını göstererek şunları söylüyor: “Dünyada bölünmüş olarak kalmış tek şehir Lefkoşa. Ben bir TC vatandaşı olarak Kıbrıs’ın kuzeyine Kıbrıs Cumhuriyet’inden girmek zorunda bırakılıyorum. Daha neyi konuşuyoruz?”
“Türkiye beni yordu”
Sürekli yaşadığı baskı ve şiddet ortamıyla ancak yok sayarak, pasif direnişlerle ve sessizlikle başedebildiğini kaydeden Şansal, “Türkiye beni yordu” diyor. Gülüşü, suratında beliren yorgunluk çizgilerini silercesine genişlerken, sözcükleri şu cümlelerde anlam buluyor: “Ben gerçekten yoruldum. Ben 1980 ihtilalinde tutuklanmış, Sansaryan’da işkence görmüş, polis minibüsünde ağzıma silah dayanıp üç polisin tecavüzünü yaşamış, Zührevi’de saçı traşlanmış, Gayrettepe’yi Beyoğlu’nu görmüş, üç cezaevi görmüş, onlarca mahkemede yargılanmış, dayak yemiş, kaçırılmış, linç edilmiş bir adamım. Türkiye beni yordu”
Mücadelenizi bırakacak mısınız diye soruyoruz, tereddüt bile etmeden “Bırakmam” diyor ve devam ediyor: “Orda, o topraklarda laik, demokratik, sosyal hukuk devletine inanan, çağdaş, hakkaniyetli, inançlı inançsız, Ermenisi Rumu milyonlarca insan var. Onları yüzüstü bırakmam. Ama Türkiye’den boşandım.”
“Zehirli sarmaşık olarak çıkar”
“Bir tek bedenim var benim” diyor Şansal, telafuz ettiğimiz düşüncelerin bile sistem tarafından yüklenmiş olan şeyler olduğunu belirtiyor. “Ulaşabildiğim bilgi bile izin verdikleri kadar. Bir tek bedenim var. Bedenim üzerinde de tahakküm kurulmasına izin veremem. Zaten inançlarıma, ideallerime ipotek koymuşsunuz. Zaten alnımda namlu, sırtımda mızrak yaşıyorum” ifadelerini kullanarak üzerine gelen hayata meydan okurcasına şunları söylüyor: “O zaman unutulma hakkımı kullanırım. Gömerim. Ama gömdüğüm tohum bir gün çıktığında feci bir zehirli sarmaşık olarak çıkar.”
Cumhuriyet gazetesi
Cumhuriyet gazetesinde ilk etapta ne olup bittiğini tam olarak anlayamadıklarını ifade eden Şansal, gazeteye “ulusol” bir operasyon yapıldığını belirtti. Şansal, “Yine ‘ulusol’ operasyonu yapıldı. Çünkü benim düşüncem, ben öyle çok iddialı laflar sevmem ama, Türkiye Cumhuriyeti’nde derin devlet yeniden işbaşına geldi. Demokrasi yürümedi, geleneksel derin devlet işbaşına geldi. Buna kimler aracı oldu? Vatan Partisi aracı oldu, MHP aracı oldu, her zaman ki gibi, sizdeki TMT meselesi gibi, derin devlet işbaşına gelince hükümetin de bu çöküş döneminde sığınacağı son liman, yine ultra-milliyetçilik, din, iman, bayrak, millet, vatan, ezan, cami, minare, kubbe oldu. Başlanılan yere dönüldü.”
“Türkiye güneye de müslüman nüfus yolluyor”
Türkiye’nin Kıbrıs’ın güneyine dair de bir nüfus politikası olduğunu ve geçen yıl 7 bine yakın kişinin güneye iltica ettiğini kaydeden Şansal, şöyle konuştu: “Ne kadar Kürt kökenli ya da Türkiyeli olsa da müslüman nüfusu güneye yolluyor. Yayılmacı islam zihniyetidir bu. Netice de o da camiiye gidiyor. O da camii istiyor. Avrupa Hukuku gereği de inşa edilmesi gerekiyor.”
“Kıbrıslı’nın elindedir kendi geleceği”
Kıbrıslı Türkelerin artık kendisini bulması gerektiğini kaydeden Şansal, bir de çağrı yapıyor: “Kıbrıslı Türklerin hemen tasarrufa geçmesi lazım, hemen. Yaşam tarzını değiştir. Özenme. Diriliş, miriliş bırak bu dizileri. Aşk-ı Memnu’yu falan bırak. Bırak o sahilleri işgal eden boktan otellere gidip, çin malı mobilyalarda kendini lüks hissetmeyi. Bullana dön, zeytinine dön, çakıstezine dön. Kendinizi bulmanız lazım. O kirli elbiseyi çıkarmanız lazım. Ütüsüz ve naif kimliğinizle çıplak kalmanız lazım. O zaman çıplaklık müstehcen olmaz. Ama sen örttükçe müstehcenlik artar. Kıbrıslı’nın elindedir kendi geleceği.”
İşte röportajın ikinci ve son kısmının tam metni:
-Kıbrıs’taki hukuk sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kıbrıs hukukunun bu kadar temiz ve bu kadar hakkaniyetli kalmasının sebebi bence Yüksek Mahkemelerin ve diğer kaza mahkemelerinin, ceza mahkemelerinin kadın yargıçların çoğunlukta olmasından kaynaklanıyor. Hukuku erkeklerin eline verdiğiniz an hukuk bitiyor.
-Ankara’nın Kıbrıs’taki hukuk sisteminden duyduğu rahatsızlığı da biliyoruz…
Evet, Ankara’nın emsal hukukuna karşı rahatsızlığı var. Kimseyi itham etmemek lazım ama bazı emsal davalarda görüyoruz ki emsalindeki minimum ceza yerine inisiyatifle maksimum ceza verilir. Ama bazı davalarda emsalinin cezası belliyken, cezasızlık da söz konusu olabilir. Kişisel ilişkilerle hukuk yürümeye başladıysa, sorun büyür.
“Adaya ilk geldiğim zaman anahtar yoktu bu adada”
-Kıbrıs’ın kuzeyinde size göre yapılması gereken nedir?
Derhal Kıbrıs’ın kuzeyinde giriş çıkışların uluslararası gümrük sistemine bağlanarak, pasaportlu hale gelmesi lazım. Memuriyet meselesine derhal el atılmalı, hep memurdan tenzil etmek, tırpanlamak yerine, özel sektörün haklarını, çalışanların sendikal haklarını yükselterek dengelemek lazım. Memurun her direnişinde hakkı tırpalanır, zavallı özel sektör köleleşmeye devam eder. Polisin çok iyi ele alınması lazım. Güvenlik teşkilatında görevlendirilecek insanların ne kadar Kıbrıslı olduğunu, iyi bir güvenlik kontrolünden geçirmek lazım. Cezaevi inşa etmek önemli değil. Ben yattım Lefkoşa Merkezi Cezaevi’nde. Türkiye’deki cezaevleriyle kıyasladığımız zaman, orası Fransız tatil köyü. Kimse şikayet etmesin. Ben bu adaya ilk geldiğim zaman anahtar yoktu bu adada. Rum’un, Türk’ün herkesin kapısı açıktı. Şurada, oturduğumuz yerin arkasında kum torbaları var.
“Kıbrıs’ın kuzeyine Kıbrıs Cumhuriyet’inden girmek zorunda bırakılıyorum. Daha neyi konuşuyoruz?”
Dünyada bölünmüş olarak kalmış tek şehir Lefkoşa. Ben bir TC vatandaşı olarak Kıbrıs’ın kuzeyine Kıbrıs Cumhuriyet’inden girmek zorunda bırakılıyorum. Daha neyi konuşuyoruz? Akıncı’yı da şahsen tanıyorum, Kudret beyin de evinde şarap içmiş insanım. Hepsini birebir şahsen tanıyorum. Hepsinin ortak dostlarıyım. Kıbrıs toplumuna göre ben üst seviye bir insanım. Bana bunlar yapılabiliyorsa , sıradan bir insana ne yapmazlar? Hakkını nasıl arar?
“Yok sayın”
-Sürekli bir baskı ve psikolojik şiddet altındasınız. Buna kah dalga geçerek, kah apolitize ederek direnç gösteriyorsunuz. Son saldırıda da sessiz bir direniş gösterdiniz. Dalga geçmek devrimci bir eylem olabiliyor….
Duran adamdan sonra sessiz adam. Yok saymak. Yok sayın. Bunların, bu faşizan yönetimlerin stratejisi sizi tahrik etmek, reaksiyon göstermeminizi sağlamak, siz reaksiyon gösterdiğinizde de suçlu ilan edip, yargılayıp cezalandırmak. Bunu çözdüm ben. Bu oyuna artık gelmeyeceğiz. Yok sayacağız. Ciddiye almayacağız.
TC diyorum kızıyorlar, Türkiye Cumhuriyeti diyorum kızıyorlar, Türkiye diyorum kızıyorlar. TC desen Kürt müsün diyorlar, Türkiye Cumhuriyeti desen ulusolcusun, Türkiye desen islamcısın.
“Türkiye beni yordu”
-Yaşadığınız bunca şeyden sonra kendinizi nasıl hissediyorsunuz ve bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Ben gerçekten yoruldum. Ben 1980 ihtilalinde tutuklanmış, Sansaryan’da işkence görmüş, polis minibüsünde ağzıma silah dayanıp üç polisin tecavüzünü yaşamış, Zührevi’de saçı traşlanmış, Gayrettepe’yi Beyoğlu’nu görmüş, üç cezaevi görmüş, onlarca mahkemede yargılanmış, dayak yemiş, kaçırılmış, linç edilmiş bir adamım. Türkiye beni yordu. Geçenlerde Alman gazetesine verdiğim röportajda bana sordular, ne yapacaksın? Ben Türkiye’yi büyük bir aşkla sevdim. Çok tutkulu bir evliliğimiz vardı. Ama aile içi şiddetli geçimsizlikten dolayı boşandık. Eski evliliğinden bir tane yavrusu var, ‘yavruvatan’, allahtan benden değil, nafaka ödemek zorunda değilim. Anlayan anlar yani.
-Mücadelenizi bırakacak mısınız?
Bırakmam. Orda, o topraklarda laik, demokratik, sosyal hukuk devletine inanan, çağdaş, hakkaniyetli, inançlı inançsız, Ermenisi Rumu milyonlarca insan var. Onları yüzüstü bırakmam. Ama Türkiye’den boşandım. Üvey evladımdan da kopar mıyım kopmaz mıyım bilmem. Rüştünü isbat edene kadar bekleyeceğim. Bir ‘delikanlı adam’ olarak aleyhlerinde konuşturmayacağım.
-Üvey evlat size müteşekkir olur herhalde…
Kıbrıs benim vatanımdır. Ben sizlerin gördüğü Rum-Türk-Maronit-Ermeni hristiyan-müslüman gibi bir ayrım göremiyorum. Siz nasıl görüyorsunuz ben onu anlamıyorum.
-Bu ayırım bir kodlamanın sonucu… Sürekli Türk ve Rum ayrımı yapılıyor fakat bu adada Ermeniler var, Maronitler var, Ruslar var, Kürtler var, Anodolu’dan gelen farklı kimlikler var…
Geçen sene kuzeyden güneye iltica edenlerin sayısı 7 bin. Ağırlıklı olarak Kürtler. Buradan (barikatı gösteriyor) atlayıp gidiyorlar.
-Güneyde İçişleri Bakanı’nın açıkladığı verilere göre 20 binin üzerinde iltica başvurusu var…
Çoğunluğu kuzeyden geliyor. Denizden gelemiyor, çok az denizden gelenlerin sayısı. Buraya nüfus kağıdıyla yollayarak bunu Türkiye yapıyor.
-Bunun bilinçli bir şekilde yapıldığını mı düşünüyorsunuz?
Bilinçli bir şekilde yapılıyor. Güneyi rahatsız etmek için yapılıyor.
-Bu bir nüfus politikasının sonucu mu?
Ne kadar Kürt kökenli ya da Türkiyeli olsa da müslüman nüfusu güneye yolluyor. Yayılmacı islam zihniyetidir bu. Netice de o da camiiye gidiyor. O da camii istiyor. Avrupa Hukuku gereği de inşa edilmesi gerekiyor. Güneydeki camilerde sorun yok. Hepsi açık, pırıl pırıl. Kuzeydeki kiliselerin hepsi virane. Ya da çoğu ihtiyaç olmadığı halde camiye döndürülüyor. Örneğin bazı köylerde viran şekilde bir kilise, yanında dev aleminyum kubbeli bir cami, köyde de üç ev var. Ben inançsız biriyim ama camiye karşı değilim. Tercih, yönelim, inanç bunlar çok kişisel şeyler. Cinsellik ve dinsellik çok kişiler şeyler. Ama dinler bize sadece ne yeyip yemeyeceğimizi, kimle sevişip sevişmeyeceğimizi söylemeye çalışıyor. Bu bana artık çok çağdışı ve çok saçma geliyor. Bir tek bedenim var benim. Şu an ki telafuz ettiğim düşünceler bile bana sistem tarafından yüklenmiş olan şeyler. Ulaşabildiğim bilgi bile izin verdikleri kadar. Bir tek bedenim var. Bedenim üzerinde de tahakküm kurulmasına izin veremem. Zaten inançlarıma, ideallerime ipotek koymuşsunuz. Bedenime de sürekli zarar veriyorsunuz. Bir nokta var ki, Feri Cansel’in dediği gibi, “sepeti koluna herkes yoluna”. Zaten alnımda namlu, sırtımda mızrak yaşıyorum. O zaman unutulma hakkımı kullanırım. Gömerim. Ama gömdüğüm tohum bir gün çıktığında feci bir zehirli sarmaşık olarak çıkar. Ben 52 yıl Türkiye’de dikiş diktim. İnönü’sü, Özal’ı, Yılmaz’ı, Çiller’i, Erbakan’ı aklına kim geliyorsa, Sabancı’sı, Koç’u, Doğan’ı, Simavi’si, Ilıcak’ı aklına kim geliyorsa. 10 bin kadının hayatını, ailesini, sırlarını ve ilişkilerini biliyorum. Korkuları o zaten. Dökülürsem bokunda boğulur ortalık…
“Cumhuriyet’e ‘Ulusol’ operasyonu”
-Cumhuriyet Gazetesi’nde ne oldu? Yaşananları nasıl değerlendiriyor sunuz?
Cumhuriyet’te ne olup, ne bittiğini aslında biz de anlamadık. Bir gecede operasyon yapıldı. Bir anda oldu. Bizim hiç haberimiz yoktu. Bir anda yönetim değişti, davacı olanlar, Murat Sabuncu’yu, Erdem Gül’ün herkesin hapse atılmasına sebep olanlar yönetimin başına geldi. Yine ‘ulusol’ operasyonu yapıldı. Çünkü benim düşüncem, ben öyle çok iddialı laflar sevmem ama, Türkiye Cumhuriyeti’nde derin devlet yeniden işbaşına geldi. Demokrasi yürümedi, geleneksel derin devlet işbaşına geldi. Buna kimler aracı oldu? Vatan Partisi aracı oldu, MHP aracı oldu, her zaman ki gibi, sizdeki TMT meselesi gibi, derin devlet işbaşına gelince hükümetin de bu çöküş döneminde sığınacağı son liman, yine ultra-milliyetçilik, din, iman, bayrak, millet, vatan, ezan, cami, minare, kubbe oldu.
“Abdülhamit, Kıbrıs’ın üstündeki insanları kiraladı”
Başlanılan yere dönüldü. Onun da en büyük ikonu yeni havalimanına Abdülhamit demek oldu. Abdülhamit ki Kıbrıs’ı 92 bin gümüş liraya, sterlinge veren adam. Kıbrıs’ı vermesi önemli değildi. Üstündeki insanları kiraladı. Kiraladı insanları. İnsan hayatına ipotek koydu. Sormadan. Sonra Lefkonuklu olayları geldi… Kıbrıs tarihinde fena değilimdir…
-Oldukça iyisiniz…
Hem de bakın, hangi gün F-35 anlaşması yapıldı biliyor musunuz? (İngiltere Başbakanı) Teresa May’in İstanbul’a geldiği gün. May, Türkiye’ye gitti ve Tayyip Erdoğan’la F-35 anlaşması imzaladı. 100 milyar dolarlık. Abdülhamit’in Kıbrıs’ı verdiği günün yıldönümü günüydü. Rey gelmişti o zaman, sonra May geldi…
-Kıbrıs hakkında bu kadar çok şey biliyorsunuz. Sizin de dediğiniz gibi çok uzun yıllardır Kıbrıs’a geliyorsunuz. Kıbrıs’a duyduğunuz bu sevginin sebebi nedir?
Beşikköy’de ilkokulda yatılı okurken, Kıbrıs’ta Işıl Eczanesi’nin oğlu Şevki o da bizim okula yatılı olarak gelmişti. Aynı yatakhane, aynı sırada 5 yıl geçirdik. Yaz tatilleri, ailelerin geliş gidişleriyle başlar. Ta ilkokuldan. Hatta ilk bizim hocamız tanıtırken arkadaşımızı ‘yavruvatan’ demedi, hiç unutmuyorum. Yıl 1964-65. Sarışın mavi gözlü bir arkadaş. “Bizde misafir bir öğrencimiz var ama bizden biridir. Başka bir ülkeden geliyor. O Kıbrıs Cumhuriyeti’nden geliyor” dedi. Henüz daha Cumhuriyet’ti. Tam bozulmaya başladığı yıllar. İş Bankası’nın gelişi, getirdiği mühimmat, EOKA, cunta falan derken hep İngilizler izledi. Hala izliyorlar.
“Kıbrıslı’nın elindedir kendi geleceği.”
-Son olarak ne söylemek istersiniz?
Ben umutsuz değilim. Eğer Kıbrıs’ın kuzeyi bankacılık sistemini Dünya Bankası ve Avrupa Merkez Bankası sistemine dahil edip toparlarsa, yasallaşırsa, vergi sistemi düzeltilirse, çalışma hakları, memur sayısı düzeltilirse, siyaset hiçbir yerde temizlenmez ama biraz toparlanırsa… Aldığım duyumlara göre şu an iktidarda olmayan bir partide, partiden uzaklaştırılacaklar arasında olan biri, “beni seçin seni müşavir yapayım, müsteşar yapayım” diyerek pazarlıklar yapıyor ama önerdiği ve sunduğu makamlar yok devlette.
Kıbrıslı Türklerin hemen tasarrufa geçmesi lazım, hemen. Yaşam tarzını değiştir. Özenme. Diriliş, miriliş bırak bu dizileri. Aşk-ı Memnu’yu falan bırak. Bırak o sahilleri işgal eden boktan otellere gidip, çin malı mobilyalarda kendini lüks hissetmeyi. Bullana dön, zeytinine dön, çakıstezine dön. Kendinizi bulmanız lazım. O kirli elbiseyi çıkarmanız lazım. Ütüsüz ve naif kimliğinizle çıplak kalmanız lazım. O zaman çıplaklık müstehcen olmaz. Ama sen örttükçe müstehcenlik artar. Kıbrıslı’nın elindedir kendi geleceği.
-Çok teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.
RÖRORTAJIN İLK BÖLÜMÜ İÇİN TIKLAYIN: