Ekonomik kriz derinleştikçe devletten destek isteyen sektörlerin sayısı her geçen gün artıyor.
Hükümet yetkilileri ise bu çağrılara çok farklı bir pencereden bakmayı tercih ediyor. Geçtiğimiz günlerde, konuyla ilgili açıklama yapan hükümet sözcüsü Kudret Özersay, insafsızca, destek çağrılarının temelinde ‘…bir yerden para koparayım’ mantığının yattığını iddia ediyordu. Bakış açısı bu olunca, iki hafta önce kamu çalışanlarıyla didişen hükümetin, bu hafta hayvan yetiştiricileriyle çatışma halinde olmasına şaşırmamak lazım. Hal böyle olunca da, ekonomik krize bir de yönetim krizi eklenerek durum daha da karmaşık bir hal alıyor.
Destek isteyenler haksız mı? Bence değil. Mesela, hayvan yetiştiricilerinin eylemini ele alalım. Hayvan yetiştiricileri üretimin durma noktasına geldiğini söyleyerek isyan ediyor. Sektörde, yıllar içerisinde dışa bağımlı bir yapı oluştu. Hayvan yemleri büyük ölçüde ithal ediliyor. Dolar arttıkça, yem fiyatları da artıyor. Dolar arttıkça artan sadece yem fiyatları da değil. Elektrik ve akaryakıt fiyatları da artıyor. Bütün bunlar da girdi maliyetlerini artırıyor. Bu artan girdi maliyetleri üretilen ete ve süte tam olarak yansıtılamıyor. Bunun bir nedeni süt fiyatlarının hükümet tarafından belirleniyor olması. Daha spesifik örnek vermek gerekirse, önemli bir girdi olan arpa fiyatlarında yaklaşık %130’luk bir artış yapılırken, süt fiyatlarındaki artış yaklaşık %60. Bunlar yaşanırken, zaten gecikmeli ödenen tarımsal desteklerin %30’lara varan enflasyonla eriyor olması da hayvan yetiştiricilerinin ekonomik durumunu daha da zorlaştıran diğer bir faktör.
Peki, Tarım Bakanı Erkut Şahali ne diyor bu duruma? Şahali’nin açıklamaları sorunlara çare olmaktan uzak ama en azından, Özersay’ın açıklamalarından farklı olarak, üreticiye saygılı. Sorunların farkında olsa da Şahali, bütçe kaynaklarının hayvan yetiştirici ve üreticilerinin taleplerini karşılamaya imkan vermediğini belirtiyor. Şahali, ek desteğin ‘çocuklarımızın ve torunlarımızın kaynaklarından kullanma’ anlamına geleceğini de söylüyor.
Şahali’nin vurguladığı nesiller arasındaki adalet önemli bir konu. Şüphesiz, bir ekonomik karar alırken sadece bugünü değil geleceği de dikkate almak lazım. Peki, Şahali savunulan bu politikalarla çocuklarına ve torunlarına nasıl bir ülke bırakmayı hayal ediyor?
Bu soruyu, KKTC hükümetinin savunduğu politikaları bir süredir uygulayan Türkiye’nin tecrübesine bakarak cevaplayabiliriz. Türkiye hayvan yetiştiricilerinin yaşadığı sorunlar Kuzey Kıbrıs’taki yetiştiricilerin yaşadığı sorunlarla aynı. Yukarıda da özetlemeye çalıştığım gibi, dolar arttıkça, girdi maliyetleri de artıyor ama gelirler aynı oranda artmıyor. Zarar eden üretici, üretmeyi bırakıyor. Azalan üretim de gıda fiyatlarında artışa neden oluyor.
AKP yönetimi de hayvancılıkta yerli üretimi destekleyip, üretimi artırıp, fiyatları düşürmek yerine, daha ucuz diye ithalatı tercih ediyor. Türkiye, şu anda, sığır ithalatında Avrupa birincisi. Daha ucuz diye tercih edilen ithalat, yerli üretimi azaltıcı etki yaptığı gibi TL’nin değer kaybetmesiyle de pahalılaşıyor. Ve hayvanlarla beraber, Türkiye bir çok hayvan hastalığını da ithal ediyor. Örneğin geçtiğimiz ay, Brezilya’dan şarbon, daha önce ise Bulgaristan’dan veba ithal edildi. Üretimdeki azalmanın diğer bir olumsuz etkisi de kırsaldan büyük şehirlere insan göçünü hızlandırıyor olması. Bu da sosyal dengelerin bozulmasına neden olan bir faktör olarak karşımıza çıkıyor.
Şahali, ek desteğin ‘çocuklarımızın ve torunlarımızın kaynaklarından kullanma’ anlamına geleceğini belirterek üreticinin taleplerinin yerine getirilemeyeceğini ifade ediyor ama bu karşı çıkış aslında, Türkiye örneğinde de görüldüğü gibi, çocuklarımıza ve torunlarımıza et, süt ve süt ürünleri gibi toplumun en temel gıda maddelerinin üretilmediği bir ülkeyi miras bırakma anlamına geliyor. Sonuçta, zarar eden üreticiye nasıl hayvancılık yaptıracaksınız?
Hayvancılığın yanı sıra tarım sektöründe de işlerin yolunda gitmediğini, üretimin neredeyse durma noktasında olduğunu, süpermarketlerin meyve sebze reyonlarındaki boş raflardan da görmek mümkün.
Tarım ve hayvancılık sektörleri dünyanın her yerinde, stratejik olarak desteklenen sektörler. Kooperatifleşmenin olmadığı ve verimliliğin düşük olduğu KKTC’de ise, tarım ve hayvancılığın desteklenmesi ekonomik olduğu kadar sosyal da bir öncelik olmalı.
Bunun lamı cimi yok. Bunu başaramamak, en temel ihtiyaç olan gıdada ithalata muhtaç olmak demektir.
‘İyi güzel söylüyorsun da, bu desteği sağlayacak para yok’ dediğinizi duyar gibiyim. Eğer şu anda bunu sağlayacak kaynak yoksa, gıpta ettiğimiz ülkelerde olduğu gibi, varsın bütçede geçici bir süre açık verilir, bu kaynak sağlanır ve bu hayati sektörler heba edilmez. Nesiller arası adalet de bunu gerektirir. Bütçe açığı bir süre sonra kapanır ama yok olan bir hayvancılık ya da tarım sektörünü yeniden var etmek, bütçe açığını kapatmak kadar kolay olmaz.