Kate Yoder‘ın Grist‘te yer alan bu makalesi Yeşil Gazete‘nin de parçası olduğu küresel gazetecilik ağı Covering Climate Now (CCNOW) işbirliğinin bir parçasıdır ve Yeşil Gazete tarafından kısaltılarak çevrilmiştir.
*
“Kirlilik” kelimesini duyduğunuzda aklınıza ne geliyor? Dumana boğulmuş bir şehir, çöplerle dolu bir sahil, kara is bulutları pompalayan fabrikalar..?
Bir de “karbon emisyonlarını” gözünüzde canlandırmayı deneyin:Gözünüzün önüne ne geliyor? Muhtemelen hiçbir şey, çünkü karbondioksit gözle görülmez.
Bu basit egzersiz bile, “karbon emisyonları” veya aynı şekilde “sera gazları” tabiri yerine “karbon kirliliği” veya “iklim kirliliği” gibi bir zamanlar nadiren kullanılan ifadelerin artan popülaritesinin önemini açıklamaya yardımcı oluyor.
İklim değişikliğini içgüdüsel olarak tehlikeli bir şeyle ilişkilendirmek, şu anda etkisini bizzat yaşamamıza rağmen hala genelde çok uzak bir gelecekte olduğu varsayılan bir sorunun aciliyetini vurguluyor. Haber sitelerinin web sayfalarında da giderek daha çok yer bulan “iklim kirliliği” tabiri, ABD başkanı Biden’ın konuşmalarında, ABD Çevre Koruma Ajansı’nın (EPA) sitesinde ve endüstriye dair basın bültenlerinde de benimsendi.
Bilim sosyal yardım kuruluşu Climate Communication‘ın direktörü Susan Joy Hassol, “Bence ‘kirlilik’, ’emisyonlardan’ daha iyi bir kelime” diyor, “çünkü herkes kirliliğin zararlı bir şey olduğunu anlıyor.”
İklim değişikliğini bir kirlilik sorunu olarak konumlandırmanın düşündüğünüzden daha büyük sonuçları var: Haziran sonunda Batı Virjinya ve EPA arasındaki davanın sonunda verilen mahkeme kararını düşünün: Mahkemenin muhafazakar çoğunluğu, EPA’nın Kongre’nin açık onayı olmadan karbondioksitle ilgili kapsamlı düzenlemeleri uygulayamayacağına karar verdi. Karar, Biden yönetiminin iklim değişikliğiyle mücadele taahhütlerini yerine getirme yetkisini sarstı.
Ancak bir buçuk ay sonra Başkan Biden tarafından imzalanan dönüm noktası iklim yasası ‘Enflasyon Azaltma Yasası‘, sera gazı emisyonlarını bir hava kirliliği biçimi olarak açıkça tanımlamak için 1970’de düzenlenen Temiz Hava Yasası‘nı değişikliğe gitti. Ve hukuk söz konusu olduğunda, tanımlar her şey demektir.
Küresel ısınmayı hava kalitesiyle ilişkilendirmek, her zaman popüler bir yaklaşım değildi. Yakın zamana kadar, çoğu çevre grubu bunları farklı problemler olarak ele alıyordu.
Çevre adaleti savunucuları ise küresel emisyonların, yerel hava kirliliği ile ayrılmaz bir şekilde bağlantılı olduğunu ve birlikte ele alınması gerektiğini savundular. Aksi takdirde bunun, kirlilikle boğuşan topluluklarda karar vericilerin hava kirliliğini gidermek konusunda çabalarını engelleyebileceğini savundular.
Hem iklim değişikliğinin kaynakları hem de etkileri, hava kirliliği ile bağlantılıdır: Karayolu trafiği, daha fazla küresel ısımayı tetikleyen daha fazla CO2 ve daha kirli hava yaratır; kötüleşen orman yangınları, insanların daha fazla partikül madde soluması anlamına gelir.
Son on yılda, daha fazla insan iklim değişikliğini, sadece “çevresel” bir sorun değil, sağlıkları için de bir tehdit olarak görmeye başladı.
İklim değişikliğini kirlilikle bağdaştırmak, bu sorunu yalnızca insanların yaşamlarıyla ilgili kılmakla kalmaz, aynı zamanda bu konuya dair bir şeyler yapıyor olmayı daha popüler hale getirir. Çünkü temiz hava sadece çevrecilerin değil, herkesin istediği bir şeydir.
“Sonuçta doğal, Biz de nefes veriyoruz!” gibi argümanlarla karbondioksitin kirlilik olarak kabul edilemeyeceğini savunan insanlara, Hassol, şöyle diyor:
“Sıcak su da kötü bir şey değil, ancak bir soğutma kulesinden bir dereye çok sıcak su boşaltıyorsanız bu balıkları öldürür ve buna izin verilmez. İnsanlar, kirliliğin ne anlama geldiğini sezgisel olarak anlıyor – çevreye doğal olmayan bir şekilde soktuğunuz zararlı bir şey. Ve bu, bu tanıma mükemmel bir şekilde uyuyor.”
Hassol, sera gazı emisyonlarını tanımlamak için de insanların anlamak için özel bir arka plan bilgisine ihtiyaç duymadan anlayabilmesi için “ısıyı hapseden kirlilik” ifadesini sevdiğini belirtiyor.
İnsanların “zehirlenmiş bir çevre” hakkında derin endişeleri var: Nehirlerin, okyanusların ve göllerin kirliliği sürekli olarak Amerikalıların ilk 10 korkusu arasında yer alırken, iklim değişikliği de son araştırmalarda bundan geri kalmadı.
“Araştırmalar, iklim değişikliğini halk sağlığı için bir tehlike olarak çerçevelemenin, insanların emisyonlar konusunda eyleme geçmeye desteğini artırdığını ve kendilerini daha umutlu hissettirdiğini gösteriyor.”