Tiyatro sanatçısı İzel Seylani, 27 Mart Dünya Tiyatro Günü dolayısıyla bir ‘özeleştiri’ yayımladı. Seylani’nin yazısı şöyle:
Mezarlıkta hayat çok üzücü olduğu için kurbağalar şarkı söylerler…
27 Mart özeleştiri yazısı…
Geçen sene 26 Mart’tan bu 26 Mart’a kadar Kapalı oyunu prömiyerinden itibaren 127 kez selam vermişim seyirci önünde. Kapalı, Godot’u Beklerken, Gizli Hazine, Biedermann ile Kundakçılar, 1964 ve Aristofanes Fındık Kabuğunda oyunlarıyla Lefkoşa Belediye Tiyatrosu, Antilogos Tiyatrosu ve THOC bünyesinde adanın hemen her yerinde sahneye çıkmışım. Sıkıntımız; meselemiz hep aynı; ortak; soluduğumuz hava gibi; kavga verdiğimiz ekmek gibi; yüreğimize oturan koca dünyanın derdi gibi…
Ada genelinde alt yapı, tiyatro sanatçılarının çalışma koşulları ve seyirci ile türlü nedenlerden buluşamama gibi aksaklıklarımız var. Hep bir suçlu var; hep bir “duyarsız yöneticiler”, “söz verip tutmayan siyasiler” yakınışı var dilimizde… peki biz ne yaptık?
“Midye gibi kapalı, rahat”, “korkak bir karanlık içinde” değil miyiz Akrep gibi?
Devlet Tiyatrosu’nun sahnesi yok, AKM’ye mahkum ettik, yağmur yağarken Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’nun kulis koridorlarına kova koyduk, Lefkoşa Sanat Tiyatrosu salonsuz soğukta oyun oynamak zorunda kalırken, amatör tiyatrolar sahne bulamazken oyunlarını izlemeye dahi gitmedik, bu ülkenin ihtiyacı var deyip her yıl konservatuvarlara öğrenci gönderdik; ama profesyonel tiyatro kurumları yıllardır kadro açmazken büyüyen işsiz; aşsız kitleyi görmezden geldik… İnandık umut ettik; Tiyatro Emekçileri Kolektifi dedik; konuştuk konuştuk kaybolduk… bu ülkede tiyatro sanatını seven tiyatro emekçisi bulmak her gün daha da zorlaşıyor… bir bayrak yarışıydı bu memlekette tiyatro; biz bayrağı kaybettik onu daha ileriye taşıyacağımız yerde. Estetik, felsefe, sanat konuşamaz olduk. Tiyatronun öz’ünü kaybediyoruz; ontolojiden bağımsız bir boyutta; konjonktürden kopuk bir laçkalıkla yürüyoruz yarına… ve yakınıyoruz her 27 Mart’ta… bireyselleşiyoruz; tiyatronun kolektif gücünü, örgütlü mücadelesini, anlatma; aydınlatma, uyandırma, harekete geçirme gibi ödevlerinden uzak felsefeden yoksun bir “eğlendirme” sığlığında yürüyoruz ve seyirciye ayna tutalım derken biz aynanın arkasında kalıyoruz…
Lorca “Mezarlıkta hayat çok üzücü olduğu için kurbağalar şarkı söylerler” der bir şiirinde… Aristofanes ise kurbağaları bir zaman insan olan ve tanrıya onları eski hallerine dönüştürmesi için yalvaran varlıklar olarak ele alır… biz ne zaman mezarlıkta şarkı söylemekten vazgeçip; bir çiçekle bahar gelmeyeceğini anlayacağız? Bir yazar; bir yönetmenle, bir oyuncuyla, sadece kendimizi sevmekle bu ülkede bişeyleri değiştiremeyeceğimizi anlayacağız?
Alıntı yapacağız Nazım’dan “yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşcesine” diye, yakınacağız her 27 Mart’ta, birileri kutlayacak; birileri bayram edecek… Bir sonraki 27 Mart’ta yine sadece bildirilerimizle mücadeleye devam edeceğiz…peki değişiyor muyuz ? İyileşiyor mu yolumuz?
Biz nereye gidiyoruz ?
Üzgün, karamsar, küskün değilim. Kızgınım bize, bizim için, bizim yüzümüzden … Guevara “özgürlüğün en büyük düşmanı zincirlerinden memnun kölelerdir” der, “Kurtuluşunu bir başkasında görmek, yıkılmanın en güvenli yoludur” der Simone de Beauvoir…
Uluslararası Tiyatro Bildirisi’ni bu yıl kaleme alan Peter Sellars “Epik bakış, amaç, iyileşme, onarma ve ilgi tiyatrosunun yeni ritüellere ihtiyacı var. Eğlendirilmemiz gerekmiyor. Bir araya gelmemiz gerekiyor. Alanları paylaşmamız ve paylaşılan alanları çoğaltmamız gerekiyor. Birbirimizi yürekten dinlediğimiz, korunaklı eşitlik alanlarına ihtiyacımız var.” diye vurguluyor ve ekliyor “Zaman aklımızı, duyularımızı, hayalgücümüzü, tarihlerimizi ve geleceklerimizi derinden canlandırma zamanıdır. Bu, birbirinden uzakta, tek başlarına çalışan insanlarla yapılacak bir iş değildir. Bunu birlikte yapmalıyız. Tiyatro, bu işi birlikte yapmaya davettir.”
Ortak meselemizi anladığımızda; buna duyarlı hale geldiğimizde, kucakladığımızda yoldaşlarımızı; bu topraklarda tiyatro emekçilerinin günü yeniden anlam kazanacaktır benim için… o günü getirene kadar da mücadeleye devam edeceğiz. Bu toprakların ortak acısına; ortak değerlerine; birlik ve beraberlikle sanatla sahip çıkıp sanatla sözümüzü ifade ettiğimizde mücadele bir bayrama dönüşecektir…
Bu 27 Mart gününde ömrünü tiyatro sanatının barındırdığı değerler felsefesine, toplumsal sorumluluğuna adayan; mumu meşaleye dönüştürme çabasıyla bizleri yarına taşıyan ustalarımızı, yoldaşlarımızı saygıyla selamlarım ve yazımı İoanna Kuçuradi’nin sözüyle tamamlamak isterim… “İnsan onuruna, kendi onurumuza, uğradıklarımızla değil, yaptıklarımızla zarar veririz, çünkü yaptıklarımızdan sorumluyuz, başkalarının bize yaptıklarından değil. Bir şeyi yapmak veya yapmamak kendi elimizdedir.”