Boğaziçi direnişinin başlarıydı, bir Kıbrıslı dostum, “Sizin yine okulunuza kayyım atamışlar, bizim ülkemize atadılar” demişti, o sözü ben aylardır yanımda taşıyorum. Bir Kıbrıs yazısı yazmak ne zamandır şarttı da, tepeden bakan bir hadsizliğe ortak olmadan bunu yapmanın yollarını bulmak gerekti. Zira Türkiye’nin Kıbrıs’a tepeden bakışı, yalnızca kuzeyinde yer almasından kaynaklanmaz.
Türkiye halkı Kıbrıs’ı bilmez, tanımaz. Daha doğrusu şöyle diyelim; Türkiye halkı, Kıbrıs’ı bilmesi lazım geldiği kadar ve lazım geldiği şekilde bilir. Mesela, Denktaş’ı bilir ama Dr. Fazıl Küçük’ü bilmez. KKTC’yi bilir ama 1960 antlaşmasıyla kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni bilmez. ‘Barış Harekâtı‘nı bilir, 353 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararını bilmez. EOKA’yı bilir, düşman kardeşi TMT’yi bilmez. Kumarhaneleri, özel üniversiteleri bilir, Kıbrıslıyı, geleneğini, kültürünü bilmez. Türkiyeli Kıbrıs’ı, Britanyalının Hindistan’ı, Fransız’ın Cezayir’i bildiği gibi bilir. Gittiğinde de bildiği gibi davranır.
Türkiyelinin Kıbrıs cahilliği, sırtını egemen kibrine dayamış, konforlu bir cahilliktir; Kıbrıs’ı işine geldiği gibi bilmenin yanına kâr kalacağını bilerek gösterir kendini. Sıradan bir Türkiyeli için Kıbrıs’ın gerçeği hem ezeli, hem ebedi olarak aynıdır. Kaynağını 1970’li yılların gazete manşetlerinden alan, seçici geçirgen bir gerçektir. Osmanlı’yla başlar, Britanya’nın üstünden seker; Barış Harekâtı, KKTC, İstiklâl Marşı, kapanış. Yaşasın yavru vatan, yaşasın kumar fişleri, yaşasın vizesiz, pasaportsuz, eziklenmeden gidilen, ev sahibi misafirin türlü küstahlığını da duymamış gibi yapan, ucuzundan yurt dışı seyahati…
Sıradan Türkiyelinin Kıbrıslıyla konuşmuşluğu pek yoktur, Kıbrıslıyı dinlemişliği hele hiç yoktur. Kıbrıslı, Türkiyelinin dengi midir ki dinlesin? Hem Kıbrıslı, Kıbrıs’ın tarihini, ‘onları Rum’dan kurtaran Türk’ten daha mı iyi bilecektir. Hem Türkiyeli, Kıbrıslıyı daha ne kadar tanısın, arada televizyonda filan lehçesinin taklidini yapacak kadar biliyor işte!
Türkiyelinin Kıbrıs cahilliği öyle lalettayin cahillik değildir bu arada, bilinçli cahilliktir; bayram öncesi başını okşadığın koyunun, üç gün sonra tabağında kavurma olacağını bilmezden gelir gibi bir cahilliktir. Türkiye’nin bütün tekinsiz işlerini Kıbrıs’a taşıdığını bilir ama fazla düşünmez, kurcalamaz. Kuzey Kıbrıs’ın idaresinde Türkiye’nin rolünü, bütün sistemin Türkiye tak diye emredince, KKTC’nin şak diye yapması üzerine kurulu olduğunu düşünmez, düşünmesi gereken yerde ekranda ‘Ayşe tatile çıktı‘ yazısı belirir, fonda kahraman Mehmetçikler, arkada Yaşa, Varol Harbiye!.. Kıbrıs’ta en çok yaşayıp var olan Harbiyelilerin, plakasız siyah Mercedesli olanlar olduğunu düşünse akıl eder de, düşünmez.
E bu cahillik Kıbrıs’ın politikasına da yansımayacak değildir elbet. Kuzey Kıbrıs meclisinde kaç milletvekili var, kaç parti var, hangi parti hangi politikayı destekliyor, bunlarla ilgilenmez. Seçimlerde, propaganda zamanlarında, Türkiye’nin rolü nedir, diplomatik makamlar ne iş görür, bunlar Türkiyelinin gündemi değildir. Anca, Mustafa Akıncı gibi ‘Rum ağzıyla konuşan‘ biri seçilirse, haddini bildirmeye bir el atar.
Oysa, Türkiye’nin halının altına süpürülen diğer temel dertleri gibi, Kıbrıs meselesi de, Türkiye’nin kendi kendisini zehirlediği bir iptilâdır. ‘Soydaş‘ dediği insanlara hapis yaşatıp efendi kibriyle ezmenin gizli ve irinli zevkidir. Milliyetçiliğin tavana vurmuş kolesterol gibi tüm damarları tıkadığı her meselede olduğu gibi, sonunda Türkiye halkının kendi boynuna dayanan bıçağı bileylemesinden başka hiçbir şey değildir.
Söz sanatının altını az kısıp biraz daha somut konuşalım. Türkiye’de, ülke halkının makus talihini yıllarca garantiye bağlamış bir hâkim düzen var. Bu hâkim düzenin aktörleri -buna ‘egemen blok‘ diyelim isterseniz- Türkiye halkını hikâyenin en başından beri kuru ezberlerle parmağında oynatıyor. Oyun mu düştü, çıkar Kürt düşmanlığını, halk açlıktan şikayet mi etti, ver anti-Komünizmi, iktidar cephesinde bloklar arası bağlantı kopar gibi mi oldu, ver Mehter’i, ver Onuncu Yıl Marşı’nı…
Kıbrıs, bu ‘Cambaza bak‘ oyununda yerini geç aldı nispeten. Zira 20’nci yüzyılın ikinci yarısına kadar resmî olarak ‘Türkiye’nin Kıbrıs diye bir sorunu yok‘tu. Kıbrıs’ı İngilizler idare ediyordu, biz de durumu idare ediyorduk. Hâlbuki o İngilizler, o sırada Kıbrıs’taki bağımsızlık yanlısı orta sınıf Rumların karşısına fakir Türkleri kolluk kuvveti olarak sürüyor; kendi vaziyetini sömürge karşıtlığından etnik ihtilaf devşirerek kurtarıyordu. Türkiye’de duruma ilk uyanan, 1944 Irkçılık-Turancılık davasıyla ayıklanan ülkücüler oldu. Kıbrıs, onlar için ‘egemen blok‘a geri eklemlenme fırsatıydı. Bunda başarılı da oldular. ‘Egemen blok‘un post-Kemalist ilk tezahürü, Milli Türk Talebe Birliği oldu. Bugün ana akımda yer alan her partiden bir MTTB bağlantısı çıkarabilirsiniz, hele ki Kıbrıs meselesinin yoktan var olduğu 1950’lerin ikinci yarısına bakarsanız…
Bizim mahalle, hatta karşı mahallenin de bir kısmı, 2000’lerdeki demokratikleşme melteminden beri 6-7 Eylül pogromuna ah eder oldu biliyorsunuz. Ha buna şükür tabii de, Türkiyelilerin nispeten en iyi bildiği gayri resmi tarih ögesi olan 6-7 Eylül bile müzmin Kıbrıs cahilliğinden azâde değildir. ‘Kulüp’ü izleyip “Vah vah neler olmuş öyle” demenin naifliği hoş görülebilir, hatta sempati de beslenebilir buna, ama lümpen tayfasının birden bire neden ve nasıl gaza getirildiği kurcalanmadan o olaylar anlaşılamaz. Mesele yalnızca ‘Atamızın evine bomba atıldı‘ provokasyonu değildir, zira 6-7 Eylül’le eş zamanlı ilerleyen Kıbrıs görüşmeleri boyunca basın, bu işin yolunu yapmış, gazetelerde her gün ‘kanıyla Kıbrıs haritası çizen ilkokul çocukları‘ türünden haberler manşet yapılmıştı. Özel Harp Dairesi’nden Sabri Yirmibeşoğlu’nun meşhur, “Ne mükemmel bir özel harp harekâtıydı, amacına da ulaştı” sözleri boşuna değildir; 6-7 Eylül, dört başı mâmur derin devletin İttihat ve Terakki sonrası en yüksek kudreti kazandığı olaydır. Bu arada sıradan Türkiyeli, komşuları sokaklarda sürüklendi, evleri, dükkanları basıldı diye o dönem nedâmet getirdi, tezgâhı tertipleyenlere cephe aldı filan sanmayın. 6-7 Eylül’de yüzlerce yıllık kökü, ana vatanlarından sökülemeyen Türkiyeli Rumlar, yine Kıbrıs etrafında çevrilen bir başka tezgâh sonrası, gazetelerde ‘adi suçlu‘ olarak afişe edilip ailelerinin parçalanması tehditleri eşliğinde Yunanistan’a postalandı. ‘Ah ne güzel tatlı yapardı‘ diye hatırladığınız Katya teyzenin İstanbul’daki evine de müteahhitler çöktü. 6-7 Eylül’de kaçıramadığımız millî kahraman Lefter’e de bir çabuk jübile yaptırıp onu Atina’ya kaçıran tarihtir 1964.
Kıbrıs bağlantısı ve Özel Harp’ın operasyonu, 6-7 Eylül’den ve Kıbrıs görüşmelerinden ibaret değil elbet. Türkiye’nin Kıbrıs meselesine bodoslama girişi, Turancıların ÖHD ile işbirliğiyle meydana gelmişti zaten. Türkiye’deki milliyetçi isteri krizinin içinde kim ararsanız vardı. 6-7 Eylül’de MTTB’nin iş ortaklarından Kıbrıs Türktür Cemiyetinin liderlerinden birinin Cumhuriyet gazetesinin eski yazarı ve bir dönem CHP parti sözcüsü Orhan Birgit olduğunu bilir misiniz mesela? Tan Gazetesi baskınındaki ve 6-7 Eylül’deki rolü, rahmetliye Edirnekapı Şehitliğinde bir ebedi istirahatgah kazandırdı, devlet evlâdını unutmadı. O vefalı devletin yönetiminde, MTTB’li hep çok oldu, ‘Yeni Türkiye‘de de, ‘Eski Türkiye‘de de…
Türkeşlerin, Mendereslerin başlattığını Ecevit ve Erbakan’ın bitirmesi ve Denktaş Bey’in deyimiyle ‘yıkılmak için kurulan‘ Kıbrıs Cumhuriyeti’nin içinden Türkiye’nin baştan beri hedeflendiği gibi uluslararası hukuka açıkça meydan okuyan koyu gri bir uydu yönetim yaratması, bugün Türkiye’deki bütün düzen partilerinin hayırla andığı bir durum. Niyesini kaçı bilir bilmiyorum, ama içgüdüsel olarak Kıbrıs’ın müesses nizamdaki nirengi oluşunu anladıklarından eminim. Dolayısıyla, hepsi Kıbrıs’la ilgili yarım asırlık ezberleri, adeta dua okuyormuşçasına tekrar eder; Kıbrıs mitlerine tazelenen iman, ‘egemen blok‘un kendi Tanrısallığına imandır zira.
Sıradan Türkiyeli, bu meselenin pek farkında değildir, gerçi farkında olsaydı da ne değişirdi bilemiyorum. Her gittiği yerde ikinci sınıf muamele gören Türkiyelinin, dükkanın sahibi edasıyla gezebildiği bir Kıbrıs’ın bizim Kıbrısımız olması, ulusal özsaygımız için çok kritik zira… Neticede birkaç milyonumuzun Kıbrıs’ta yasadışı bahis hesabı var, herkes ‘yavru vatan‘ı canını vererek sevecek değil ya, kimimiz de her Cumartesi üç maça elli lira basarak seviyor…
Aslında geçen yıl Kıbrıs konusunda ezberleri bozacak gibi olmuştuk, zira AKP-CHP-MHP-İYİP egemen blokunun söz birliği ettiği Kıbrıs’ta ‘omerta‘yı müesses nizamın eski fedaisi Sedat Peker bozdu. Peker’in, yalnız AKP’nin değil tüm devlet nizamının dayandığı Kıbrıs tuğlasını çektiği an ağzının bağlanmasının zamanlaması tesadüf olsun varsın, bahsettiği herkesin patır patır dökülmesi ne olacak bilemedim. Lâkin, günde beş vakit AKP yolsuzluklarından (pardon, ‘israf‘ diyorduk değil mi?) dem vuran CHP’nin, cayır cayır yolsuzluk iddiası ortaya atılan Kıbrıs konusunda kulağının üstüne yatışını da izninizle ‘müesses nizam‘a yoracağım. AKP’nin ‘bindirilmiş kıtalar‘ da dahil türlü manipülasyonla Ersin Tatar’a döndürdüğü KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası, Tunç Soyer’inden İmamoğlu’suna tüm yıldız belediye başkanlarını toplayıp, adı tarikat mensupluğuyla anılan Tatar’a resmi ziyaret düzenlemenin başka türlü açıklanması da çok mümkün olmasa gerek. “Yok, canım” diyenlere Kılıçdaroğlu’nun 2021 Haziran’ında yaptığı Kıbrıs ziyaretinde Mustafa Akıncı’yla olan randevusunu iptal etmesini de ara sıcak olarak vereyim. Kıbrıs Türk halkı için öyle mecazen değil, meâlen cephede savaş vermiş Mustafa Akıncı’nın KKTC’ye sömürge değil, bağımsız bir devlet muamelesi yapıp, onurunu koruması, yalnız Erdoğan’ın ya da onun iletişim memurunun değil, Kılıçdaroğlu’nun da ağırına gitmişti herhalde…
AKP-CHP-MHP-İYİP egemen blokunun, arasından su sızmayan bir ittifakla desteklediği KKTC yönetiminin nasıl seçildiğini gelin Doç. Dr. Yonca Özdemir’den dinleyelim: “Hatırlarsınız, geçen sene ekimdeki KKTC cumhurbaşkanlığı seçimlerine Türkiye alenen müdahale etmiş ve Ersin Tatar’ın kazanmasını sağlamıştı. Ardından UBP’ye de müdahale edip kurultaylarının yapılmasına engel olmuş, TC hükümetinin istediği kişinin, yani Ersan Saner’in başbakan olması sağlanmıştı. O günden beri Kuzey Kıbrıslılar kendi iradelerinin gasp edildiğini ve KKTC’nin tamamen bir Türkiye kuklası haline geldiğini hissetmekte.” Bu operasyonların finansmanını kim yapıyor, Falyalı bir gün anlatırdı herhalde, bir kurşun yağmuruyla infaz edilmiş olmasaydı…
Türkiye’nin egemen blokuna laf anlatmanın beyhudeliği malûm, ondan kelli benim sözüm sıradan bir Türkiyeli olarak sıradan Türkiyelilere olacak. Ey benim yurttaşım, senin ‘Serdar Ortaç’ın kumarhanesi‘ olarak bildiğin Kuzey Kıbrıs aslen bir ülke, hatta bir adanın yarısı. Orada doğmuş, büyümüş insanlar da oranın yurttaşı. Senin ülken, oranın devletini sözüm ona tanıyor ama bağımsız bir ülke olarak değil, sömürgesi olarak. Sen tanımaya zahmet bile etmiyorsun. Oysa başına ne tekinsiz iş gelse, Kıbrıs’tan geçerek geliyor. Sen kafanı çeviriyorsun Kutlu Adalı katlediliyor, sen kafanı çeviriyorsun kara para aklanıyor, sen kafanı çeviriyorsun tarikatlar seçim sonucu çeviriyor. Ve sen kafanı çeviriyorsun orada ne oluyorsa, burada da sana oluyor. Sen Kıbrıs’ı bilmemekten, Kıbrıslıyı insandan saymamaktan haz duyuyorsun da orada Kıbrıslıyı sömüren, gelip burada da senin kanını emiyor. Kıbrıs Kıbrıslıların, cahillik ise senin cahilliğin. Kıbrıs’ı sahibine, cahilliğini de bir kenara bırak, vallahi rahatlayacaksın.