“Boykotçu” dostlarımızın, boykot gerekçesi olarak ortaya koydukları nedenler büyük oranda doğru gerekçelerden, doğru tespitlerden oluşmaktadır.
Örneğin;
“İşgal koşullarında seçim olmaz!”diyor “Boykotçu” dostlarımız.
Doğru bir tespit. Evet, doğrudur, işgal altında seçim mi olurmuş? İşgalci bu siyasal riske hiç girer mi? Mesela, Hitler Nazizmi’nin işgal ettiği ülkelerde ‘seçim’ yaptığı görülmemiştir. Dahası, Hitler iktidarı kendi ellerine aldığı andan itibaret kendi anayurdu Almanya’da bile seçime müsaade etmemiştir.
AMA (büyük bir ama hem de…), oluyor işte! Hem de, 1976’dan beri Kıbrıs’ın kuzeyinde oluyor. Kıbrıs’ın kuzeyi hem işgal altında, hem de sürekli seçim oluyor. Hem de, belki de işgal altında olmayan birçok ülkeden de daha sıklıkla…
Bu gerçeği görüp kabullendiğimizde, bundan doğru sonuçları çıkarmak lazım.
“Boykotçu” dostlarımız hangi sonuca varıyorlar bu “işgal altında seçim olmaz” dedikleri, ama nerdeyse her iki yılda bir seçim olması gerçeği karşısında?
Vardıkları sonuç: “KKTC seçimleri sahtedir;BOYKOT!”
Yani, işgal altında olmayan burjuva sınıf hakimiyetindeki ülkelerdeki seçimler gerçekten halkın iradesini yansıtan, özgür ve eşit koşullarda yapılan, demokratik seçimler mi?
“Boykotçu” dostlarımızın vardıkları bu iki sonuç da yanlıştır. Birinci yanlışları, burjuva sınıfın hakimiyetindeki seçimlerin demokratik seçimler olduğu sonucuna varmış olmalarıdır. Çünkü, burjuva demokrasisi denen demokrasi türü, aslında burjuva diktatörlüğünden başka bişey değildir. İkinci yanlışları da, kendi gördükleri bazı gerçekleri (KKTC’de seçimlerin düzmece olduğunu) halkın da gördüğü sonucuna varmış olmalarıdır.
Ya, halk n’apıyor bu arada, seçimler konusunda?
Kimin umurunda halkın n’aptığı!!!
“Boykotçu” dostlarımız “ilkeli” siyasetçilerdirler; “işgal altında seçim olmaz!”diyorlarsa olmaz! Olursa da, görmezden gelirler, olur biter…
Halbuki, bu gerçekten çıkarılması gereken doğru sonuçlar şunlar olmalıdır: TC, Kıbrıs’ın kuzeyini işgalini, uluslar arası konjonktür gereği gizlemek, işgale uluslar arası tepkiyi hafifletmek amacıyla, ona yumuşatıcı “kılıflar” giydirmek zorundaydı. İşte “seçim” denen bu “kılıf” 1976’dan beridir işgal düzenine giydirilmiş “kılıflardan” sadece biridir. Bu “kılıfı” üzerimizden çıkarmak, parçalayıp atmak için, sadece bizlerin; aydınların ve devrimcilerin bu gerçeği görüp kavraması yetmez. Bu “kılıfı” üzerinden atacak olan halkdır. Halkın kayda değer bir çoğunluğunun bu gerçeği görmesi, görmekle kalmayıp, onun yerine başka bir yapıyı geçirmeye kararlaştırmış ve harekete geçmiş olması gerekmektedir. Yani, halk kendi geleceğini belirlemek üzere harekete geçmiş olmalıdır.
Peki; halkın işgali, yarattığı statüko ile birlikte (KKTC meclisini, hükümetini, cumhurbaşkanlık kurumunu, bunları oluşturmak için yapılan seçimleri) reddetmesi, boykot etmesi için aydınlar devrimciler nasıl bir çalışma içinde olmalıdırlar?
“Boykotçu” dostlarımız bu soruya “BOYKOT!” diyerek yanıt veriyorlar. Onların, ülke gerçeklerinden çıkardıkları sonuç budur.
Biz ise, işgale son vermenin, yerine farklı bir alternatif düzen yaratmanın yolu halkın bilinçlendirilmesi, işgalcinin seçimleri yerine başka bir yapıyı oluşturmak için örgütlenmesi amacıyla her türlü aracın kullanılmasından, her türlü çalışma tarzının hayata geçirilmesinden geçeceğini dikkate alarak, seçimleri bu uğurda araç olarak kullanmak zorunda olduğumuz sonucuna varıyoruz.
Ne demektir seçimleri araç olarak kullanmak?
Seçimleri araç olarak kullanmak, mümkün olan her türlü seçime katılarak, seçimin sunduğu olanakları kullanarak, bu tür ve koşullardaki seçimlerin sahteliğini halka anlatmaya çalışmak demektir. İşgal rejiminde seçimlerin “kılıf” olduğunu anlatmaya çalışmak demektir.
Seçim atmosferi halkın siyasal duyarlılığının arttığı dönemlerdir.
Böylesi dönemlerde halkı bilinçlendirmek ve örgütlenmesine maksimum katkıyı koymayı, çocukça ilke ve prensipler uğruna reddetmek, olsa olsa aydınlanmamış aydınların davranış şekli olabilir.
Örneğin; “Tüm bu gerekçeler ve nedenler sıralandığı zaman boykot bir son çare başvurusudur. Kendimize gelmeye, kendimiz olmaya ve toplumsal direniş iştahını artırmaya yönelik bir oyunbozanlıktır.” (**)(Ümit İnatçı, BOYKOT NE İŞE / KİME YARAR?, 13 Aralık) diyor başka bir “boykotçu” dostumuz.
Hangi gerçekler ve nedenler?
Alttaki “itiraflarda” bulunuyor aynı yazıda, sevgili “boykotçu” dostumuz:
“Yıllardır bu düzmece demokraside bir öz yönetim yanılgısı içinde seçimden seçime koştuk.”
“Yaşam koşullarını iyileştirme ve çözümün önünü kesecek siyasi oluşumlara karşı direnme adına bu ayrılıkçı devlet anlayışının süregelmesine yardımcı olduk.”
“Yaşadıklarımız bize öğretmiştir ki, sömürge güçleriyle yapılan işbirliği kendi toplumumuzun hem demografik hem de siyasi irade dengelerini bozmuş bizi bize yabancılaştırmıştır.”
Yalan mı? Hayır değil!
Gerçekten de, yıllarca yanlış siyasi emeller peşinde “… bu düzmece demokraside bir öz yönetim yanılgısı içinde seçimden seçime koş”muşsunuz…
Ama, bunun nedeni sizin siyasi ideolojik açmazlarınızdır.
Yanlış siyasetler peşinde koşmanızı ve günün sonunda halkınızın kurtuluşuna değil de, “ayrılıkçı devlet anlayışının süregelmesine yardımcı olmanıza” sebep, destek çıktığınız siyaset ve siyasetçilerin halkının çıkarlarına ihanet içinde olmalarıydı, sizlerin bu gerçeği hiçbir zaman görmek istemeyişinizdi. Sizleri sürekli uyarmamıza rağmen, bu tür siyaset ve siyasetçilerin peşinde koşmaya devam etmenizdi…
Şimdi de, karşımıza geçmiş, yaşananlardan ders almış edasıyla daha büyük yanlışlar içinde debelenmeye başladınız.
Hayır, siz yaptığınız hataları anlamış, yaşananlardan ders çıkarmış değilsiniz.
Şu basit gerçeği bile kavyayamamışsınız;
Sorun, seçime katılıp katılmamakta değildir!
Sorun, seçim ortamını reddetmeden, seçim olanaklarını da kullanarak, ülke ve dünya gerçeklerini anlatmayı, halkı bilinçlendirmeyi, örgütlenmesine katkı koymayı ve işgalcinin gözünün içine baka baka “Çık git yurdumdan!” diye haykırmayı göze alıp almamaktadır!
(*) Boykot sözcüğünü tırnak içinde kullanıyoruz, çünkü böylesi bir boykotçuluğun gerçekten işgali ve sistemi boykot değil, tersine işgali ve sistemi reddeden, edebilecek olanları boykot eden bir anlayışla sergilendiğini düşünüyoruz.
(**) Burada bu “boykot bir son çare başvurusudur” yargısının vahimliğini küçümsediğimizden değil ama, yazının akışını bozmamak için dipnotla vurgulamayı daha uygun bulduk.
Neyi ifade eder “boykot bir son çare başvurusudur”? ‘Başarısız olursak bu iş biter, çareler tükenir ve tükeniş başlar’ diye mi anlaşılmalı?
Bu “son çare” birilerinden alındı anlaşılan. O da, “bizim neslin ortaya koyacağı son çaba olacaktır.” demişti.
Kılavuzu karga olanın … diyelim mi?