Sevgi gibi basit, muhteşem ve hayatta tek anlam ifade eden şeyi biz insanlar olarak ne kadar da karmaşık bir hale getirebiliyoruz. Alma ve verme dengesi çoğumuzun hayatında bozulmuş ne sevgiyi alabiliyoruz ne de gerçekten verebiliyoruz. İçimizdeki korkular bizleri öyle bir hale getirmiş ki, Sevgi gibi muhteşem bir şeyi zihinsel bir hale getirip, hiç ait olmadığı bir yerden yorumlamayı ve yaşamayı seçiyoruz. Oysa ki Sevginin zihnimizde ne işi var? Sevgi zihne ait değildir. Sevgi kalbin ürünüdür. Sevgi hesaplanamaz, ölçülemez, kanıtlanamaz, yorumlanamaz. Kelimelerin ötesinde bir varoluş halidir. Sevgi saftır ve bizlerin bu saflığa geri dönmesi mümkündür. Gerçekten sevmeyi kaçımız biliyoruz? Peki ya gerçekten sevgiyi kabul etmeyi hangimiz biliyoruz? Sevginin saflığını, onu zihnin malzemesi haline getirdiğimiz gün kaybettik.
Ancak bu saflığı tekrardan yakalamak belirli emekler sonucunda mümkündür. Korkularımızın üzerine adım adım gitmeliyiz. Kendi iç hesaplarımızı fark etmeliyiz. Karşılık beklediğimiz alanların farkındalığına varmalıyız. Kendi içimize yönelmeli ve kendi iç dünyamızın farkındalığında bir hayat sürmeyi seçmeliyiz. Böylelikle yavaş yavaş kişi, zihinsel tortularını temizledikçe ve sakinledikçe, kalp hissedebilmek için kendine alan bulmuş olur. Bu kadar muhteşem bir duygunun özleminde yaşıyoruz çoğumuz. Öfke, nefret, kin ve bunun gibi tüm sevgisiz davranışlar da sevgi açlığının sonucudur. Evet, insan olarak bu duyguları her birimiz mutlaka bazılarını ara ara deneyimliyoruz, ancak bu duyguların nereden kaynaklandığını görmemiz gerekiyor.
Her bize veya başkalarına zarar veren davranış en altında sevgiye olan açlığın çığlığını barındırır. ‘Çok kötü bir insan’ sizce gerçekten var mıdır? Yoksa sevginin açlığında kötü davranışlarla donatılmış insan mı vardır? Ne kadar fazla sevgi zihnin ürünü haline gelirse kişi o kadar fazla sevgisizliği deneyimler. Ne hayatına sevgiyi alabilir ne de gerçekten sevebilir.
Hayatımızda ne yapıyorsak yapalım, aslında özümüzde sevgiyi arıyoruz. Sevginin saflığına dönüş yolculuğunda kişi öncelikle kendisiyle olan ilişkisini çözümlemeli. Çünkü kendisiyle iyi bir sevgi ilişkisi olmayan başkalarıyla da iyi bir sevgi ilişkisi kuramaz. Kişi kendisine karşı kabulleniciliğini ve sevgisini artırdıkça başkalarına olan anlayışı, kabulleniciliğini ve gerçekten sevebilme deneyim şansını ayni oranda artırmış olur. Böylelikle hem alma hem de verme dengesi kişinin hayatında can bulmaya başlar. Verirken alma derdinde olmadan verir, alırken, kolaylıkla kabul eder ve saf Sevgi yolculuğuna dönüş onun hayatının merkezini oluşturur.