Her bir kişinin, bir diğerinin başarısını ve mutluluğunu kendi başarısı ve mutluluğu gibi görebilen, bununla birlikte, diğerinin üzüntüsünü kendi üzüntüsü gibi derinden paylaşabilen bir dünyada yaşadığımızı düşünün. Ne kadar da farklı bir dünya olurdu? Birbirimizden ayrı olduğumuz illüzyonun bittiği, kendimiz için arzu ettiğimiz tüm mutluluğu, sağlığı, huzuru başkaları için de arzu edebildiğimiz bir dünyada yaşamak nasıl olurdu?
Egomuzun esiri olmaktan çıkıp, kendimizle ve başkalarıyla barış içerisinde yaşadığımız bir dünyada yaşamak ne kadar da şimdiki gerçekliğimizden farklı bir gerçeklik oluşturabilirdi. Oysa ki günümüzde maalesef çoğunlukla başkalarının mutsuzluğuyla beslendiğimiz, başkalarının başarılarını kıskandığımız, başkasının trajedisinden kendimizi ayrıştırdığımız bir dünyada yaşıyoruz. Birbirimizden kendimizi ayrı görüp, bu ayrılık bilincinde savunma mekanizmaları geliştirip, başkasının mutluluğunu gördüğümüzde bu mutluluğun hemen eleştirilecek yanlarını ön plana çıkararak veya kişinin mutsuzluğunu dedikodu malzemesi olarak kullandığımız bir gerçeklik yaratmışız. Peki acaba bu davranışlarımızın altındaki en derin kökteki sebep nedir? Kişinin kendinden kopuk, tatminsiz ve kendi gerçeğinden uzak bir hayata kendisini mahkum etmesini kökteki sebep olarak görebiliriz.
Bir kişi eğer sürekli diğerlerinin hayatlarına odaklanmış, onları sürekli eleştiren bir bilinçte yaşıyorsa, bu kişi ayrılık bilincine hapsolmuştur. Aslında bu konuya daha derinden bakacak olursak, özünde bu insan bir yardım çağrısı içerisindedir. Kişi, kendisini duyma zamanı ayırmadığı ve odağını kendine çeviremediği ve hayatında bir ‘Ben’ kavramı olmadığı için bu çağrıyı genelde duyacak halde olmaz. Bu bir seçimdir. Ancak bu seçimi yapabilmesi için gerçekten en derininde kendi özünün çağrısını duyabilmesi gerekir. İçindeki derin acı ve hüzün, onu başkalarının hayatındaki mutsuzlukla mutlu olan bir hale getirir. Çünkü bir parçası ona ‘bak gördün mü bir tek sen mutsuz değilmişsin başkaları da mutsuz’ diyordur. En özünde daha çok kendisine zarar veren bu davranış aslında kendi iç benliğinin acısından kaynaklanmaktadır. İnanmak istemesek de her kötü davranış aslında bir yardım çığlığıdır. O insanın kendi içinde çıkmazda oluşunun çağrısıdır. Sadece bunu fark etmemiz gerekiyor.
Kendimizi tanımaya ve bize hizmet etmeyen davranışlarımızı fark etmeye ayırdığımız vakit ile hayatımızdaki tatmin ve mutluluk ayni orantıda gelişecektir. Kendimizle barışmamız, kendimizi her anlamda gerçekleştirmemiz, başkalarına da el uzatma veya yardım etme güdümüzü ayni oranda artıracaktır. Ayrılık bilinci yavaş yavaş son bulacak ve karşımızdakinin de bizim parçamız olduğu bilincine yükseliş gerçekleşecektir.