Hayatın amacı acı çekmek midir? Yoksa bizler acıya bağımlı olduğumuz için acı dolu bir dünya mı yaratıyoruz? Yukardan bizi izleyen ve bizi cezalandıran bir Tanrı mı var? Peki eğer bir Tanrı var ise, ve bizi cezalandırmıyorsa, bize verdiği özgür iradeyi nasıl kullandığımızı üzülerek izliyor olabilir mi? İnancımız ne olursa olsun, dünyaya baktığımızda bizler bir şeyleri yanlış yapıyor gibi görünüyoruz.
Dramanın hakim sürdüğü bu dünyada, her gün durmadan izlediğimiz, dinlediğimiz, kendi kontrolümüzde olan ve olmayan medyanın bize sunduklarıyla dolu bir hayat yaşayıp duruyoruz. Peki ama gerçek ne? Gerçekle ilgili en ufak bir fikrimiz var mı yoksa durmadan bir şeylerden korkarak ve bu korkulardan beslenerek mi yaşıyoruz? Bunun cevabını içimizde bir yerlerde biliyoruz. ‘Hayır ama ne demek istiyorsun dışarıda olan kötü olaylar aldığımız, duyduğumuz kötü haberler gerçekte olmuyor mu’?
Tabi ki de oluyor. Ama biz bunlardan ne kadar beslenerek yaşıyoruz? Bu olayları kimler yaratıyor?Bu duyduğumuz kötü olayları nasıl olur da kendimizden ayrı bir şeyler olarak değerlendirebiliyoruz? Bu oyunda hepimiz beraberiz ve bakış açılarımızı ve gerçekten kendimize karşı dürüst olmayı öğrenmezsek muhtemelen süregelen bu acı senaryolarıyla beslenmeye ve onları yaratma konusunda iyice uzmanlaşmaya devam edeceğiz. Bizler çok mutlu, huzurlu ve güzel bir dünyayı hayal edebiliyor muyuz? Bu izni kendimize veriyor muyuz? Yoksa böyle bir hayalle ne yapacağımızı ne hissedeceğimize dair en ufak bir fikrimiz yok mu? Bunun mümkün olabileceğini hiç düşünüyor muyuz? Peki bunu yaratacak olanların da yine her birimiz olduğunun farkında mıyız? İçimizde bir yerlerde karanlığın normalitesine alışmış gibiyiz ve aydınlıkla ne yapacağımızı bilmiyormuşuz gibi davranıyoruz. Bu alışılagelmiş davranışın değişmesi mümkün müdür? Her birimiz kendi üstümüze düşen sorumluluğu yerine getirip, dışarıyı suçlamayı bırakmayı öğrenebilirsek ve kendi değişimimize izin verirsek, bence mümkün. Okyanustaki her bir damlanın muhteşemliği, muhteşem bir okyanus yaratacaktır.
Önce kendimize söylediğimiz yalanlarla yüzleşecek kadar cesaret göstermeliyiz. Ne kadar da dramadan beslendiğimizi itiraf etmeliyiz. Karanlıktan ziyade belki de her şeyin aydınlık olmasının bizi ne kadar da ürküttüğünü ve muhteşem bir dünya fikrinin bizler için ne kadar da bilinmez bir olgu olduğunu farketmeliyiz. Günün sonunda eğer seçersek, belki de zamanla bu aydınlık olgusuna da alışabiliriz. Gerçekten özgür bir birey ve özgür bir dünya yaratmak mümkün mü? Eğer duygusal bağımlılıklarımızı farketmeyi; bu farkındalıkla davranışlarımızı ve hareketlerimiz yeniden şekillendirmeyi öğrenirsek belki de farklı bir dünya yaratmamız hep birlikte mümkün olacaktır.