Bugünlerde bir çoğumuza olduğu gibi ben de bir gece yarısı büyük bir şaşkınlıkla temaslı olduğumu öğrendim. Sabah uyanır uyanmaz hemen test yaptırdım; ve elbette hiçbir yere uğramadan koşarak evime geldim. Tahmin edersiniz ki telefonumun her an çalmasını bekliyordum. Çünkü temaslı olduğum kişinin doğal olarak adımı bakanlık çalışanlarına vermesi gerekiyordu. Artık öğle saatleri olmuştu; hala telefonum çalmıyordu; acaba temaslım sessiz kalmayı mı tercih etti diye düşünerek arayıp uyarmak istedim. Fakat öğrendim ki bir önceki gece testi pozitif çıkan kişi ailesinin evinde hala onu almalarını bekliyor. Bunun üzerine temaslı olduğu herkesin adını tek tek vermesi gerektiğini hatırlatıp telefonu kapattım. Bir yandan pozitif kişinin sürecini takip etmeye çalışırken diğer yandan hala aranmayı bekliyordum. Üstelik kaygı ve telaş içinde. Çünkü test sonucumu hala bilmiyordum. Ya en sevdiklerime bulaştırırsam kaygısı bir türlü peşimi bırakmadı. Dayanamayıp bakanlığın temaslı birimini aramaya karar veriyorum. Ve bilin ne oluyor! Kimse telefona bakmıyor. Telefon öyle uzun çalıyor ki sanki bir aydır arıyormuşum gibi zaman içimde boyutlarını aşıyor. Artık güneş yüzünü devirmiş, fakat ben duymak istediğim hiçbir şeyi daha duyamamıştım. Testimin sonucum çıkmıyor ve kimse beni aramıyor. Hayır! İnsan kolay kolay covid’den ölmez ama böyle bir durumda korkudan ölür zaten. Evde eşim, oğlum ve babam; boş boş etrafı süzüyorum ve metanetli durmaya çalışıyorum o kadar. Bu arada kendi derdiyle halvet olan temaslımı yeniden arıyorum ve öğreniyorum ki kimse ona kiminle temasa girdiğini sormamış. Yalnızca hastanede testleri yapılmış ve apar topar bir otele yerleştirilmiş. Şahane diyorum içimden, yani kimse beni aramayacak ve ben de kimseye ulaşamıyorum ve şu an hala test sonucumu bilmiyorum ve evde en sevdiklerimle birlikte saatli bomba gibi oturuyorum. Nihayet test sonucum çıkıyor ve negatif olduğumu öğreniyorum bir nebze rahatlama; fakat bakanlığın temaslı birimini aramaya devam. Pes etmek yok diyorum içimden, mücadeleye devam.
Saat 23.30’da telefonum çalıyor. Buyurun dememe kalmadan Merhaba diyor bir ses, ben bakanlığın temaslı biriminden arıyorum.
Merhaba diyorum ben de nihayet aradınız.
Şaşırıyor telefondaki ses. Niye öyle dediniz diyor.
Çünkü benim temaslıma kiminle temas ettiğini sormamışsınız ve öğleden beri size ulaşmaya çalışıyorum ama ne mümkün diyorum.
Kusura bakmayın diyor telefondaki ses, öyle mi olmuş? diyor.
Bu elbette telefondaki kişinin sorumluluğu değil diyorum içimden; şimdi konuya gelelim diyorum.
Telefondaki ses bana iki seçenek sunuyor. İsterseniz bir temaslı oteline gidebilirsiniz veya evde bileklikle karantinaya girebilirsiniz.
Şu an evde babam …
Babanız başka bir yerde kalamaz mı?
Keşke cümlemi bitirebilseydim diyor iç sesim. Babam başka bir yerde kalabilir haklısınız diyorum. Sonra devam ediyorum; eşim ve oğlum da var evde.
Ne? oğlunuz mu var?
Evet oğlum var.
Kaç yaşında?
Dört.
O zaman evde kalmalısınız diyor telefondaki ses.
Nasıl? Anlamadım; diyorum.
E oğlunuza kim bakacak diyor.
Babası bakacak diyorum.
E bakabilecek mi diyor.
Niye bakamasın? diye soruyorum.
Yetmiyor telefondaki sese verdiğim cevap. Peki yemeği kim pişirecek diyor.
E babası! diyorum.
Telefondaki ses geriliyor tabiatıyla ben de.
Şaka mı yapıyorsunuz diye soruyorum sese. Cevap gelmiyor. Beni hemen bu evden almanız gerek. Hemen karantina oteline gitmek istiyorum diyorum.
Emin misiniz diyor.
“Emin miyim? Ne demek emin miyim? Tabii ki eminim.” Bunların hepsi iç sesim tabii; sessiz ve çılgınca bağırıyor kendi üslubunca.
Sakin ve net bir hal takınarak beni karantinaya alır mısınız artık diyorum.
Ses bana o halde ben yurda isminizi veriyorum diyor.
Teşekkür ederim deyip kapatıyorum telefonu.
Bir süre gökyüzüne bakıyorum bu kez dolu dolu.
Dolu dolu çünkü telefondaki ses benim bir kadın ve anne olarak toplumdaki yerimi ısrarla bana hatırlatmaya çalışıyor ve ben onu duymazdan geliyorum.
Dolu dolu çünkü telefondaki ses kocamı bir beceriksiz bir ucübe gibi konumlandırıyor ve yemek pişirmekten bile aciz bir varlık olarak değerlendiriyor.
Sanki tüm cümlelerim denizin orta yerinde kaybolmuş gibi bakıyorum gökyüzüne. Ailemin sağlıklı kalmasını seçtiğim ve kendimi zorla karantinaya aldırdığım için suçlu hissetmemi bekliyor belki de.
Oysa tam da yapmamız gereken bu değil miydi? Diyor iç sesim insiyaki olarak.
Ailemin sağlıklı kalmasını sağlamak mı toplumun buyurduğu gibi bir kadın olarak ‘çocuk bakıcısı’ ve aşçı görevini ‘hakkıyla’ üstlenmek miydi mesele? Sahi Covid nasıl bir hastalıktı? … ahhh o içimdeki cümleler hep ardımda sürükleniyor ben karantinaya girene kadar. Ama sonra, işte bu boş odada içimin tüm doluluğunu dökmeye karar veriyorum. Okumak isteyen, memleketin ahvalini merak edene.
Buradan söyleyeyim, bizim evde yemekleri genelde kocam yapar. Çünkü çok sever yemek yapmayı ve mutfağı. Ev temizliği ise ikimiz tarafından yapılır; iş bölümü şeklinde değil, kim müsaitse ve yapılması gereken iş neyse ayırt edilmeden o iş yapılır; evde bunun konusu bile olmaz. Çocuk bakımına gelince bizim için dünyanın en güzel varlığı olan birine nasıl bakıyorsak karı koca öyle bakıyoruz çocuğumuza. Demem o ki siz bunları düşünmeyin ne olur. Bu durmadan artan vakalarla her zamankinden daha fazla yorulduğunuzu görüyoruz. Elbette ki siz de bizim için en iyi olanı istiyorsunuzdur; bu muhakkak. Ama önce sağlık değil miydi?!!!…
Neyse; Beni karantinaya aldığınız için çok teşekkür ederim. Sevgiyle kalın.