Ahval gazetesi yazarı, akademisyen Prof. Cengiz Aktar, Türkiye’nin dış politikası ile ilgili yazısında, Kıbrıs’ın kuzeyinin önümüzdeki süreçte tamamen Türkiye’nin güdümüne gireceğini ve ibrenin fiili ilhak yönünde olduğunu yazdı.
“Türkiye barut kokuyor” başlıklı yazısında Aktar, “Kıbrıs’ta ibre fiilî ilhâkı gösteriyor. Gündemden çoktandır düşmüş olan yeniden birleşme olasılığının önündeki son “engel” cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, muhtemelen önümüzdeki Nisan’da seçtirilmeyecek ve KKTC külliyen Ankara’nın güdümüne girecek. Hükümet 1974 statükosunu dahî takmadığını gösteren ilk adımı attı ve hayalet şehir Varoşa’yı (Maraş) iskâna açacağını ilân etti. Türkiye’nin işgâl siyaseti daima inşaatla birlikte yürür mâlum.” ifadelerini kullandı.
İşte Aktar’ın söz konusu yazısındaki Kıbrıs bölümü:
“Gelelim Rum/Yunan meselesine. Çok boyutlu bu meselede Türkiye’nin sözü ve fiiliyatı açıkça bilinçli bir taarruza işaret ediyor.
Kıbrıs’ta ibre fiilî ilhâkı gösteriyor. Gündemden çoktandır düşmüş olan yeniden birleşme olasılığının önündeki son “engel” cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, muhtemelen önümüzdeki Nisan’da seçtirilmeyecek ve KKTC külliyen Ankara’nın güdümüne girecek. Hükümet 1974 statükosunu dahî takmadığını gösteren ilk adımı attı ve hayalet şehir Varoşa’yı (Maraş) iskâna açacağını ilân etti. Türkiye’nin işgâl siyaseti daima inşaatla birlikte yürür mâlum.
KKTC üzerinden Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesine (MEB) karşı başlatılan fosil yakıt arama taarruzu şimdilik ayar, tehdit ve kabadayılık üslûbuyla ilerlese de Doğu Akdeniz’de sıcak çatışma olasılığı giderek artıyor. Rejim koro hâlinde her fırsatta “meşru hakları savunmak için her yol mubahtır bize” seferberlik türküsünü söylüyor.
Rum/Yunan meselesinde, Kasım sonundaki Libya ile haritada belirlenen deniz sınırı ile yeni bir aşamaya geçildi. Türkiye, kendi karasularını ve MEB’lerini belirlemek için uluslararası anlaşmalar ve tahkim yerine kendi belirlediği hukuk ve parametrelerle savaşa kadar gitmeye hazır olduğunu söylüyor artık. Zira bu deli saçması deniz sınırını hayata geçirebilmek için Yunanistan’la savaşmak gerekiyor. Bu kadar basit.
Yeri gelmişken, kimsenin “Türkiye yüzde yüz haksızdır, diğerleri yüzde yüz haklıdır” dediği yok. Ancak Ege sularında paylaşım savaşla oluşturulabilecek bir şey değil. Yegâne kalıcı formül, masaya oturup, uluslararası içtihadı dikkate alarak ama Ege’ye mahsus bir paylaşım ve belki ortaklık temelinde anlaşmaktır. Nerede o günler?
Bugün Türkiye’nin, Yunan adalarının ve Kıbrıs’ın kıta sahanlığı ile MEB hakkına sahip olmadığını başka bir ülkeye veya herhangi bir uluslararası kuruluşa kabûl ettirmesi mümkün değil. Ne böyle bir müktesebat var, ne de tutarlı bir politika.
1982 BM Deniz Hukuku anlaşmasına taraf olmayan nâdir ülkelerden biri Türkiye. Buna rağmen Rusya ile Sovyet döneminden kalma bir MEB’i var. Keza Kıbrıs Cumhuriyeti’nin MEB’i olamaz demeye getirirken ikide birde KKTC’nin MEB’inden dem vurur. Geçen hafta yazdığım, karanlık çevrelerce kotarılmış Mavi Vatan doktrini gereğince Türkiye artık, sahildar ülkelerin bırakın MEB’ini karasuyunu bile dikkate almıyor. Bu, o adayı topraktan saymıyorum demek.
MEB üzerine daha çok yazacağız, öyle anlaşılıyor. Ama bugün itibariyle gerçek şu ki Türkiye’nin Rum/Yunan meselesindeki tektaraflı ve yayılmacı politikasının üçüncü tarafları ve uluslararası kurumları ikna etmesi mümkün görünmüyor. Ama bundan da önemlisi Rum/Yunan tarafını savaş alanında alt etmesi de mümkün görünmüyor.”