AP adayı, akademisyen Niyazi Kızılyürek ile yaptığımız podcast sohbetini, kaydı dinleyemeyenler için belli başlı kısımlarını yazıya da aktardık.
Podcast yayınımızı dinlemek isteyenler şu linke tıklayabilir:
https://www.spreaker.com/user/gazeddapod/niyazi-kizilyuerek-ile-sohbet
Kızılyürek, sohbetimiz başlamadan önce, masaya çantasından çıkarttığı kitapları koydu. “Hazırım” dedi. Ve ilk sorudan başladık; bu yoğunluk içinde kitap okuyabiliyor musunuz?
*Kitapsız olmaz. İstemem de beceremem. Kitap hayatımın ayrılmaz bir parçası. İnsanlar nasıl yemek yemeğe vakit ayırıyorsa ben de kitaba ayırıyorum. Kampanya içinde okuma saatlerimde ciddi azalma oldu. Evde iki kütüphane var. Biri ağır kitapların olduğu diğeri de daha küçük ve günlük kitapların olduğu. Şimdi sadece günlük kitapların olduğu yerde vakit geçirebiliyorum. Kitaplara bakmak için çok az vaktim kalıyor.”
“Son zamanlarda beni en çok etkileyen kitaplardan biri ‘Öfke Çağı’ kitabıdır. Bu kitap önemli… Bir süredir hınç çalışıyorum. Modern dünyada hınç birikimini anlatan bir kitap. Günümüze de geldiğimizde bu hıncın patladığını ifade ediyor kitap.”
“Şu an beyaz adamın hıncı ile karşı karşıdayız. Trump’ın yaptığı beyaz üstünlük kuramıdır. ‘ABD önce’ diyor ama beyaz Amerikaları kast ediyor. Tam da Avrupa’da kullanılan hınç beyazın üstülüğü arayışıdır. Çok kötü demokrasiler, mültecilerin akımı, farklı kültürlerin Avrupa’ya yaklaşması tam da beyaz Avrupalıyı tehdit etme noktasında algılanıyor.”
“Post turth dönemi de buna çok elverişli. Popülistlerin işini çok kolaylaştıran bir şey. Nesnel bir hakikatin olmayışı daha da banalleştiriliyor. Tüm popülistlerin fake newsler üzerinden konuştuğu ve hıncı ürettiği bir noktadayız.
“Ütopya ve melankoli”
“Ütopya ister istemez hele de entelektüeli melankolik yapar… O hüzün çok da yaratıcıdır. Ütopya ile iştirak ettiğiniz zaman mevcut yapıların dışına alıyorsunuz kendinizi, kendinizi aşmaya çalışıyorsunuz. Ütopya melankolikleştirdiği kadar üretkendir de.”
“Ütopya lanetlenen bir kavram haline geldi. Tam da böyle bir dünyada artık ütopya hedefleri koyamayan bir dünyada bambaşka şeyler gördük. Mevcut yapıların, liberal demokrasilerin distopyaya dönüştüğünü gördük. Yeniden bir ütopya arayışı var solda artık. Buradaki melankoli güçmişin hüznünden sıyrılmak değildir. Hem yas tutarak hem de dir şeyleri dönüştülmesi gereken bir dönemdeyiz. Yas tutarken dönüştürücü de olmalısınız. Ütopyaya yönelirseniz özeneleşmeye de başlarsınız. Ütopya özneyi de kurara. Solu özellikle de ülkemizde solun ütopyasız olması çok üzücüdür. Ben hep ütopyamı hep savundum. Tam bütün Kıbrıs. Hiçbir şey olmasıysa da bu beni kurmuştur, beni yaratmıştır.”
“Ütopyadan söz edemeyeceğimiz dönem kapandı. Artık ütopyadan söz edebileceğimiz bir dönem açıldı. Ama bir ütopyamız var mı şu an? Şimdiki dönem ütopyanın yeniden gündeme gelmesi mevcut yapıların eleştirilmesi üzerinden çıkıyor. Ama şu an bir ütopya, gidebileceğimiz bir yer göremiyoruz.”
AKEL ve AKEL eleştirisi
“Tarihçi işini yaparken eleştirdiği şeyi şahsileştirmez. Ben ne özel olarak AKEL öfkesi üzerinden yazı yazdım ne de AKEL hayranlığı üzerine. Bilimsel temellerde yaklaştım. AKEL ile ilgili yapılan tüm röportajlarda vardığım şey AKEL’in zaman zaman helen milliyetçiliği çerçevesi içinde kalarak davrandığıydı. Ama bu dünya solunun çoğu zaman içine düştüğü bir durumdu. Sol bir hareket varlığını sürdürmek içi milliyetçilikten ödünç aldı. Bazı sol hareketler milliyetçilikten ödünç almak için girdi, bazısı ise orada kaldı. Türkiye İşçi Partisi buna çok iyi bir örnektir. Yunan Komünist Partisi çok iyi bir örnektir. AKEL özellikle 1941’den sonra ENOSİS bilgisiyle yola çıkıyor ve buun 60’a kadar sürdürüyor. Ama AKEL’in yaptığı en büyük tarihsel hata 60’dan sora da ENOSİS politikasına yönelmiş olmasıdır. Ben en çok da burada eleştirdim. 1990 yılında bir öz eleştiri yayınladılar. AKEL bunun yanlış olduğunu çok geç olsa da farketti ve yazdırlar.”
“Ben bir AKEL üyesi değilim. Bir tür işbirliği içinde seçime giriyorum. AKEL’in bence bu eleştirileri sunan bir akademisyeni kadrosundan aday göstermesi o partinin olgulaştığını gösterir. Günümüzdeki AKEL liderliğinin ortaya koyduğu politikalar ile de aramızda hiçbir ayrım yoktur. Tarihin farklı aşamlarında farklı AKEL’ler vardır. Benim işbirliği yaptığım AKEL Kıbrıs konusunda tamamen hemfikir olduğumuz bir AKEL’dir.”
*
“Zaman nasıl geçiyor?”
Kütüphanenizde geçireceğiniz vakti kahvede geçiriyorsunuz. Sözlü tarihi seven bir insanım. Her zaman yaşlı kuşaklarla bir araya geldim ve bunu ezelden beri yapıyorum. Şimdi bu tür buluşmalar benim dışında olduğum şeyler değil. Güneyde benle buluştuklarında özellikle Kırbıslıtürklerle bir arada yaşamış kesimler orada ciddi bir hafıza olayı başladı. İnsanlar bana Kıbrıslıtürklerle ilişkilerini anlatmaya başladı. Bastırılmış bir hafızanın geri dönüşü oluyor benim vesilemle.”
Biz bunu hep beklemiştik sevinci var insanlarda. Bir tür vicdan sızısını telafi var. 2004 hayırından dolayı. AKEL’in tabanında böyle ilginç duygulanımlar var.”
İzole toplum
“İzole bir toplum olduğumuz çok belli. Dar dünyadan dar pencereden bakıldığını görüyorsunuz. Zaman zaman içe kapalı ve dışarıyı korku ve tehdit olarak gören bir kalabalık. Bu siyasete de yansıyor. Korkak, özgüven bunalımı olan, özgüveni olmayan bir siyaset. Bu nesnel bir durum. Birinin zaafından dolayı olan bir şey değil.”
“İki çeşit Kıbrıslıtürk vardır. Konulduğu Mesarya müzesinde orada kalan ve bu müzenin dışına çıkmak istemeyen. Biri kapanmışlığı haykırarak çıkmak isteyen biri de orayı dünyanın en iyi yeri sayıp içine girip kapanan bir Kıbrıslıtürk vardır. Bu da ister istemez siyasete yansıyor.”
*
“Güneyde 74 mağduriyetinden kaynaklı başka bir durum var. O da zaman zaman dünyaya küskün bir toplum yaratıyor. 74 mağduriyetinini bir yere çarptığını görüyoruz. Burada da başka türlü bir hınç var. Büyük bir yenilgi almış olmaktan ve onu ortadan kaldıramamadan dolayı. Geçmişin çarmıhına gerilmiş bir toplum görüyoruz.”
“Geçmişi eleştirel sorgulayan kesimlerde bir farklılaşma olduğunu görüyoruz. Gençlerde entelektüellerde AKEL’de… AKEL’deki değişimin sembolik örneği Maratağa-Sandallar’a gidilmesi olmuştur bence. Geçmişle böyle bir ilişki kurmak sizi geçmişin çarmıhından da kurtarır.”
“Federal Kıbrıs”
“Kıbrıs’ın illede bir gün federal devlet olacağını söyleyemem. Böyle bir tarih yasası yoktur. Ama kıbrıslıtürklerin ve kıbrıslırumların ortak yararına ve tarihin somut verileriyle tarttığımız zaman federalizm en iyi modeldi. Tarihten çıkarttığım sonuç beni buraya getiriyor. Ama bunun için federalizmin taşıyıcı özneleri olması lazım. Taşıyıcı olma iddiasında olanların durumda ayrı taşıyıcı olanların ise ne kadar güçlü olduğu ayrı bir şey.”
*
“Kıbrıs’ta federal bir devlet kurulmazsa 15-20 yıl içinde kuzeyin tamamen bir Türkiye olacağını düşünüyorum. Kıbrıslı Türklerin 1572’de başlayan adadaki varlıkları ve giderek etno politik bir topluluğa dönüşme gerçeği dağılmaklı karşı karıya kalcaktır. Türk ulusu içinde ben Kıbrıs kökenliyim olacak. Ortada bir Kıbrıslıtürk etno politik toplum kalmayacak. Beni en çok yararlayan bu. Ben federalizmi bir Kıbrıslıtürk yurtseverliği doğrultusunda da destekliyorum.”
“Kuzeyde artık sermayesiyle gücüyle nüfusuyla bir Tükiye olduğunda Kıbrıslı Rumlar açısından ne anlama gelecektir? Kıbrıslı Rum elitleri ne yaşarlar? Siz burada asla egemen bir devlet olamazsınız böyle s300 füzesi alamazsınız, denizlerden doğal gaz çıkartamazsınız. Gerginlik ve güçten düşme olur.”
“Bir distopya anlatıyorum aslında. Federalizmin olmadığı bir Kıbrıs distopya diyarıdır.”
“Neoliberal Avrupa mümkün mü?”
“Hayır. Federal bir AB neoliberal zeminde mümkün olmaz. Eşitsizlikler hem milliyetçiliği, hem de hıncı ve nefreti besliyor. Sosyal adaletin olmadığı yerde demokrasi uzun vadede ortada kalamaz.
Bireylerin hukuk karşısında eşit olması monarşileri yıkmak anlamında örnektir. Ama kapitalizmin yarattığı toplum uyum toplumu olmaz. Sol fikir buradan beslenecek ve burada canlı kalacaktır.
“Soysal adalet sistemi, eşitlikçi bir toplum, pozitif ayrımcılık olan bir toplum diyebiliriz buna. Ama neoliberalizmi yıkacağız ve yerine işçi sınıfı diktatörlüğünü kuracağız derseniz açıkcası gülümserim.”