Aradan çok zaman geçmedi, geçen ilkbaharda bir cuma akşamı Lefkoşa Suriçi’nden ayrılırken şahit olduğum bir manzara hala gözlerimin önünden kaybolmuş değil. Öyle ki, zihnime kazınmış oradaki fotoğraf karesinden Lefkoşa Suriçi’nin özetini çıkartabiliriz.
O gece erken bir vakitte eve dönerken, pek çok gencin Surlariçi’ndeki mekanlarda eğlendiği bir sırada Arasta meydanındaki banklarda giyim kuşamlarından yoksul oldukları belli olan, Türkiyeli göçmen işçiler, gençler ve çocuklar oturmaktaydı. Çekirdek yiyorlar, bakkaldan aldıkları biraları içiyorlar ve o meydandaki insan ve eğlence akışını izliyorlardı. O sırada yürürken sadece 2-3 kişinin gözlerine bakabildim. İnsanların bakışlarındaki dehşet karşısında irkildim. Yol boyunca o bakışlardaki hınçın, öfkenin, yabancılığın, mekandan ve insanlardan ayrıksılığın ve ‘ötekiliğin’ patlamaya hazır bir bomba olduğunu düşündüm.
O akşam çok fazla insanın tartışmayı tercih etmediği Lefkoşa Surlariçi’deki dönüşümünün karanlık ve bar ışıklarının gölgesinde kalmış, orta sınıf Kıbrıslı Türkler’in kahkahaları arasında bir sessizliğe dönüşmüş tarafıyla yüzleştim. Nitekim son dönemlerde yaşanan olayları göz önüne alırsak, meselelere güvenlik veya kriminal vakalar olarak yaklaşmanın son derece zararlı sonuçları da beraberinde getireceğini öngörebiliriz.
*
Çok uzun anlatmaya gerek yok. Lefkoşa Surlariçi 74’den sonra ilk önce Kıbrıslı Türkler tarafından terk edildi. Sonra Türkiye’den gelen yoksul, lümpen ve işçi kesimleri tarafından yer yurt edinilidi.
Orada tabiri caizse bir getto oluşturuldu. Bu gettonun oluşmasında Kıbrıslı Türklerin ve siyasi iradenin de katkısı büyüktür. Çünkü Türkiye’den gelen insanları bir nevi oraya kapadık, izole ettik, karşılıklı ilişki kurmak istemedik.
Bu getto zaman içerisinde kendi kültürünü, kendi yaşam tarzını ve kendi alışkanlıklarını yarattı. Ada’daki kültüre entegre olmaktan kaçtı. Türkiye’den getirdiği yaşam tarzını, alışkanlıkları ve ilişki biçimleri tekrar etti, hatta ona sığındı.
Sağ siyasi cenah en pis ilişkilerini örgütleyebilecek bir potansiyel olarak Surlariçi’ne yaklaşırken, sol hiçbir zaman buradaki insanlara sınıf temelli bir yaklaşım sergilemeyerek onları kaderlerine bıraktı. Devletin buradaki insanlarla ilgili yıllarca hiçbir politikası olmadı, hala da yok. Surlariçi’denki insanlar ise zamanla kendilerini terkedilmiş, yalnız bırakılmış, kapatılmış ve hatta lanetlenmiş olarak buldu.
Belki de en kötü politik ve çıkar ilişkilerine kendilerini sonuna kadar açmaları bu terkedilmişlik ve kapatılmışlık durumundan kaynaklanmaktadır.
Peki sonra ne oldu? Sonra en azından son 5-10 senedir Lefkoşa Surlariçi hem bir eğlence hem de bir turizm alanı olarak yeniden keşfedildi. Lefkoşa’yı terkedip Hamitköy, Gönyeli veya Yenikent’de evler alan geleneksel orta sınıf ailelerin çocukları eğlenmek, alternatif mekanlar yaratmak veya egemen kültürün dışında yeni kültürel hatlar çizmek için Surlariçi’ne akın etti. Barlar, lokantalar, cafeler, baştan sona eğlence ve kültürel üretim için tasarlanan sokaklar veya sokak partileri…
Yıllarca yoksul göçmenlerin kendi haline bırakıldığı lanetli bir mekan olan Surlariçi’ne adeta bir orta sınıf çıkartması yapıldı.
Yanlış anlaşılmasın. Bu çıkartma beraberinde iyi şeyler getirmedi mi? Tabiiki getirdi. Mekan anlamında kültürel ve kimliksel bir canlanma oldu. İnsanlar özellikle yeni jenerasyonlar, kendilerine yeni ve alternatif ifade araçları yarattılar, dayanışma, üretim ve paylaşımın odağında olduğu projeler ürettiler ve üretmekteler.
Fakat bir Surlariçi’ni yeniden kimliklendirirken, yeniden anlamlandırırken ve yeniden var ederken; o mekanı on yıllardır dolduran ve şekillendiren kültürel akışla, alışkanlıklar ve yaşam tarzıyla uzun bir süredir çatışmaya girildiği de gözlemlenmektedir. Surlariçi’nde bir yandan yeni ve ticari-eğlencek odaklı kültürel üretim süreçleri işlerken, diğer yandan da orada artık yerleşik ve yıllardır kapalı olan kültürel kodlarla da çatışma ve şiddet eğilimi gelişmektedir.
Bu kendisini bankta oturup öfkeli bakışlar savurarak, sokakta birilerini döverek, barları basıp haraç istemekle veya çeteleşip etrafa korku saçarak olabiliyor. Tüm bunlar kendisini tehdit altında hisseden yalnızlaştırılmış, kapatılmış ve terkedilmiş kültürel kümelenmelerin kendilerini ifade biçimidir.
Mesela Sulariçi’nde ışıltılı ve gürültülü mekanların, insan seslerinin iç içe geçtiği sokaklardan sapıp sadece bir-iki sokak aşağı veya yukarı doğru yürüdüğünüzde bambaşka bir dünyayla karşılaşırsınız.
Dolayısıyla mesele gazetelerde gördüğümüz gibi güvenlik veya psikolojik değil, doğrudan ekonomik, sınıfsal, sosyolojik ve kültüreldir.
*
Mesele sadece bu kadar mı? Hayır. Mesela Erdoğan’ın Türkiye’de yarattığı şiddet ve hınç dalgasının burada karşılığı yok mı? Misliyle var hem de! Sadece açık haliyle değil, kapalı, gizli ve sessiz haliyle de var. Son haftalarda Lefkoşa’da bir diziden esinlenerek şiddet eylemleri yapan çete hem Erdoğan’ın yarattığı etkinin hem de dizilerin yaydığı ‘kimlik şablonunun’ bir göstergesidir. (Bunu yukarda bahsettiğimiz bağlam içinde düşünün)
Peki şimdi sormak gerekmez mi? Suça itilmiş çocuklar, bölgede huzursuzluk çıkaran çeteler veya barları basan kişilerin uyguladığı şiddetin yanında, son 5-10 yıldır Surlariçi’ne olan akının, açılan barların, sokak partilerinin, lokantaların veya cafelerin hali hazırda o alan içerisinde kaderine terkedilmiş kesimler üzerinde bir şiddeti, yaşam alanlarına yönelik bir basıncı yok mu?
Eğlenmeye giden orta sınıf genç kendisini güvende hissetmiyor evet doğru. Fakat hali hazırda orada yaşayan nüfus da dışarıdan gelmiş olan ve birden bire yaşam alanlarına çökmüş bu kalabalık, gürültü ve ışıltı karşısında da kendisini güvende hissetmiyor. Surlariçi artık sınıfsal ve kültürel çelişkilerin yaşandığı bir mekan, cafe ışıltıları ve bar gürültülerinin de saklayamayacağı kaynamaya başlayan bir kazan haline geldi.
*
Peki ne yapılmalı? Bu meselenin tartışılması, ciddiye alınarak tartışılması gerekmektedir. Mesela Studio21 burada oldukça yol gösterici bir örnek olabilir. Bir dans kolektifi olarak bölgedeki gençlerin ve çocukların oluşturduğu bu topluluk hem yaratıcı ve üretici bir alan hem de bölge insanının Surlariçi’nin yeniden şekillenmesine doğrudan katılmasını sağlayan bir kanal oldu. Buradaki temel unsur da katılım. O bölgedeki insanınların bu yeniden şekillenme sürecinde aktif bir özne olarak rol alması.
Bundan da öte bölgede gerek onlarca yıllık plansızlığın birikimini, sosyal, sınıfsal ve kültürel gerilimleri aşmak bir anda olabilecek bir şey değil. Bu noktada da Lefkoşa Türk Belediyesi’ne önemli bir rol düşmektedir. Belediye son yıllarda yaptığı projeler ile genç jenerasyonların veya orta sınıf Kıbrıslı Türklerin gönlünü almayı başarabilmiş, Surlariçi’nin dönüşümünde önemli bir faktör haline gelmiştir. Fakat tüm bu projeler neredeyse tamamen bahsettiğimiz genç ve orta sınıf kesimlere hitap etmektedir. (Paylaşım mutfağı projesinin bölgedeki yoksul ve ihtiyaçlı kesimler için faaliyete geçirilmesi ise önemli bir adımdır. Fakat yeterli değildir) Çarşının ve merkezin dışında kalan ve yıllardır oraları yer yurt edinmiş olan Türkiyeli yoksul göçmen ailelerine yönelik ise ne yazık ki ciddi projeler geliştirilememiş, kentin ve mekanın yeniden üretiminde bu kesimler süreçlere dahil edilmemiştir. Daha da kötüsü bölgede yaşayan kesimler TC Elçiliği’nin ve dinci oluşumların öncelikli hedef kitlesi haline geldi.
Bunu kırabilecek en önemli unsur yerel yönetim mekanizmalarının genişletilerek çalıştırılması olmalıdır. Söz konusu bölge için bunun çok da kolay olduğu ifade edilmez belki ama bir yerlerden başlayıp sebatla ortaya bir irade koyulması gerekmektedir.
Fakat bu kısa sürede olabilecek, yılların getirdiği kökleşmiş kültürel kodları dağıtabilecek bir olanak sağlar mı? Emin değilim. Çünkü meselenin ekonomik ve sınıfsal boyutu, yani yoksulluk boyutu hala geçerliliğini korumakta. On yılların getirdiği kapatılmışlık ve entegrasyon eksikliği bir anda giderilebilecek bir çıkmaz değildir.
Açık konuşmak gerekirse, Lefkoşa Surlariçi’nde küçük burjuvazinin ‘kültürel devrimi’, sağlam bir ‘kültürel karşı devrim’ duvarına toslamış durumda. Mesele bir güvenlik ve kriminal huzursuzluk meselesi değil, ekonomik, sınıfsal ve kültürel bir meseledir. Çözümü de güvenlik arayışında değil, ekonomik, sınıfsal ve kültürel alandadır.
____________________________________________________________________________________
Konuyla ilgili okuyabileceğiniz yazılar:
Esnaf ve bölge sakini gergin; devletin keyfi gıcır! – Mertkan Hamit
____________________________________________________________________________________
Surlariçi’nin Sınıfsal Okuması ve Kıbrıslıtürk Müzisyenlerin Ödeyeceği Bedel – Halil Karapaşaoğlu