Pandeminin birinci dalgasında, UBP-HP hükümetine yönelik eleştiri oldukça sınırlıydı. Hükümetin açıklamalarına yönelik tepkiler olsa da, yaşanan olağanüstü koşullarda siyasi olarak yapıcı olma konusunda kararlılığını korumuştu. Hataların bilinçli yapılmadığı inancı yerleşik olduğundan, birçok çelişki maruz görülmüştü.
Pandeminin ikinci dalgasında ise algılar hızla değişti. Öncelikle, ikinci dalganın hiç olmaması önlenebilirdi. Ancak burada ekonomik kaygılar ağır bastı. İşin ilginç yani kamu bütçesi beklenenden iyi performans göstermişti. Temmuz ayında 1 milyar TL bütçe geliri gerçekleştirilmişti. Bunun 600 bin civarında olan bölümü vergi gelirleri olmuştu ve Temmuz ayında TC’den hibe ve yardım gelmemişti.
COVID19’dan kesin etkilenecek olan esas sektörün turizm olmasına rağmen, turizm konusunda açılımlar konusunda alternatif çözümler üretmek yerine, eskinin aynısını tekrar eden hükümet izole bir adaya, risk ithal etmişti. Üstelik, turizm sektörü kapalıyken vergi gelirlerinde muazzam bir artış kaydeden maliye bakanlığı; turizmin kamu gelirlerine katkısının neden bu kadar az olduğu konusunu tartışmaya dahi açmadı. Sağlık açısından olduğu kadar, ekonomik açıdan da izlenen yol haritası kamusal iyiye katkı yapmamaktadır.
Tüm bunlar devam ederken, pozitif vakaların sayısı artıyor.
Bu görsel, kamuoyu ile paylaşılan rakamlar ışığında önümüzdeki haftaya kadar bu artış biçimini gösteren basit bir grafiktir. Rakamların izlediği polinom, önümüzdeki 7 gün içinde 90 civarında yeni vaka ile karşılaşacağımızı gösteriyor. Bu endişelenecek bir durumu ortaya çıkarmaktadır. Çünkü bu vakaların arasında ağır vakaların ne kadar yoğun olacağını bilemiyoruz. Yaşlı insanların yakalanması durumunda daha fazla risk yaşayacakları endişesi makul bir korkudur.
Tüm bunlar olurken, hükümete olan desteğin azaldığı; cumhurbaşkanı seçimleri hesapları ile akıllı tercihlerin yapılmadığı görünüyor. Bizi yönetenler panik halindeyken, toplum olarak serin kanlı olmak çok kolay olmayacak. Doğal olarak çeşitli konularda tepkiler gösterilmesi beklenecek. Süreç sağlık odaklı olmaktan çıkıp siyasileşeceğini söyleyebiliriz.
Bu noktada, içi boş sloganlarla seçim kazanma yarışı da zorlaşacak. Seçim bu koşullarda yapılır mı o da sorgulanır olacaktır. Ağustos ayında yapılması teklifi hem iktidar hem muhalefet tarafından görmezden gelinirken, şimdi daha büyük bir siyasi buhran yaşayacağımız ortadadır.
Gelinen noktada, siyasi süreçler isimlere değil siyasi çözümlere gerek duymaktadır. Kısa dönemde ve uzun dönemde yapılması gerekenlerin ve bunların nasıl yapılacağının izah edilmesi çok daha önemli olacaktır.
Benim takip edebildiğim kadarıyla özellikle bu sürecin en büyük kaybedeni olup da konuşma hakları dahi verilmeyen çocukların ve emeğiyle var olabilecek kadın ve erkeklerin merkeze alındığı politik çözümler önümüzdeki dönemdeki siyasi eğilimlerde önemli etkilere sahip olacak. Buna yönelik çözümler sunan sivil toplum örgütleri, sendikalar, iş örgütleri ve siyasi partiler yeni siyasi süreçler yaratma konusunda başarılı olabilir.