*Bu yazı, Cüneyt Bender tarafından Scott Tobias’ın The Guardian’da yayımlanan makalesinden çevrilmiştir.
Esaretin Bedeli (The Shawshank Redemption), tüm zamanların en iyi filmi değildir. Hatta, 1994 yılının en iyi filmlerinden bile değildir; Ucuz Roman (Pulp Fiction), Hong Kong Ekspresi (Chungking Express), Şike (Quiz Show) ve Krzysztof Kieślowski’nin “Üç Renk” üçlemesinin son iki filmi aynı yıl yapıldı. Esaretin Bedeli yine de IMDb’nin “en iyi 250 film” listesinde hâlâ en üst sırada, Kara Şövalye (The Dark Knight) ve Baba (The Godfather) filmlerinin hemen üzerinde yer alıyor. Oysa bu film gösterime girdiğinde fena olmayan eleştiriler almış, ortalama bir hasılat elde etmiş, pazarlama kampanyasına rağmen Oscar ödülü de kazanamamıştı. Bu, akıl almaz bir diriliş hikayesi: hapishanede yirmi yılı bir taş çekiciyle hücre duvarında gedik açarak geçirecek kadar istikrar ve düzen gerektiren, kablolu televizyon yayınından da beslenen, uzun bir serüven.
Filmin IMDb’de bu kadar yüksek konumda olmasının esas nedeni kitlesel uzlaşıyla ilgili, oy veren yaklaşık üç milyon kişi geniş kitlelerce sevilen bu dramı gönülden destekliyor. Bu, Sight&Sound’un 2022 eleştirmenler anketinde “tüm zamanların en iyi filmi” seçilen, 200 dakikalık bir zaman deneyi olan Jeanne Dielman (Chantal Akerman, 1975) gibi daha dar bir izleyici kitlesine hitap eden bir yapım için mümkün olamazdı. Ne var ki, stüdyo filmlerinin çoğu mümkün olan en geniş izleyici kitlesine ulaşmayı hedefler, bu yüzden Esaretin Bedeli’nin 30 yıl sonra hâlâ bu kadar çok kişiye hitap etmesi dikkate değer. Nedenleri de bariz, Morgan Freeman’ın hikaye anlatırken olduğu kadar karakterinin duygularını yansıtırken de başvurduğu ağırbaşlı performansı bu nedenlerin başında geliyor.
Yazarı ve yönetmen Frank Darabont, Stephen King’in Rita Hayworth and Shawshank Redemption adlı novellasından uyarladığı filmde hem mecazi hem de gerçek anlamda firar hikayesine dönüşen, modası geçmiş bir hapishane dramı sunuyor. Film, dünyevi sınırlamalardan nasıl kurtulacağınızı öğreten ilham verici bir ders olarak başlayıp hapishane mahkumu kahramanlarının yaratıcılıklarının ödüllendirildiği, kötü adamların da layığını bulduğu mutlu bir sonla bitiyor. Bu, belki de Hollywood sinemasının tipik bir örneği ama Esaretin Bedeli’nin onyıllara yayılan, zorluklar karşısında gelişen, hapishane avlusundaki çatlaklardan filizlenen yeşil sürgünler gibi büyüyen bir dostluğa dayalı derinlik hissini inkar etmek kolay değil.
Bankacı Andy Dufresne (Tim Robbins), karısını ve karısının sevgilisini öldürmekten iki kez müebbet hapse mahkum edilir, duruşma esnasındaki soğukkanlı hesapçılığı hakimin de gözünden kaçmaz. Ne var ki, yalnızca ikinci kısım doğrudur. Andy, 1947’de Shawshank eyalet hapishanesine geldiğinde orayı dolduran kabadayılar, özellikle de Ellis “Red” Redding (Morgan Freeman) bu ince yapılı beyaz yakalının eninde sonunda çözüleceğini düşünür ama hapishane onun kararlılığını daha da güçlendirir. Red’in içeriye her türden kaçak mal sokabildiğini öğrenen Andy, bir taş çekici ve büyük bir Rita Hayworth posteri sipariş eder. Bu, alışılmadık bir jeoloji tutkusuna ve bilindik bir çekici kadın hayranlığına işaret ediyormuş gibi görünür. Red ise Andy’nin tekrarlanan cinsel saldırılara karşı direncini ve hem kendisi hem de etrafındaki diğer mahkumlar için hapishaneyi “daha iyi bir yer” haline getirme ısrarını takdir etmeye başlar.
Andy’nin muhasebe becerilerini ustaca kullanarak gün boyunca ağır iş yaptıktan sonra arkadaşlarına soğuk birer bira kazandırması veya Red’in anlaşılması güç kaçakçılık yöntemlerini konuşturması hatırlanırsa, Andy ve Red yeni fırsatlar yaratmak konusunda beceriklidirler. İncil’e sıkı sıkıya bağlı hapishane müdürü (Bob Gunton) hapishane işçilerini daha büyük sözleşmeler ve rüşvetler için sömürmeye başladığında hesapları düzenlemek için Andy’yi işe alır. Bu durum Andy ve arkadaşlarının daha iyi muamele görmesini sağlasa da onu büyük bir yasadışı operasyonun önemli bir parçası haline getirme riskini taşır. Andy, hapishane kütüphanesini genişletme projesi için yeni kaynaklar yaratır ama türlü badirelerin de eli kulağındadır.
“Ya yaşamakla uğraşacaksın ya da ölmekle,” repliği Esaretin Bedeli’nden hatırlanabilecek bir replik, “Bu dünyada taştan yapılmamış yerler de var,” repliği de öyle. Andy’nin diğer mahkumlara (ve büyülenmiş izleyicilere) dış dünyanın acımasız belirsizliğinin ötesine geçen manevi bir tutum sergilemesi sessiz ve kendinden emin bir filozof gibi görünmesi nedeniyle bazen film yeni bir dini hareketin temellerini oluşturuyormuş gibi hissettirebilir. Andy, bir grup hapishane tecavüzcüsünden ve otuz günlük hücre hapsinden böyle kurtulur, gündelik hayatın aksiliklerinden ve hayal kırıklıklarından siz de böyle kurtulabilirsiniz. Film afişinde de açıkça bu yazılıdır: “Umut sizi özgürleştirir.”
Daha duygusuz bir film işte orada durabilirdi. Nihayetinde hem Andy hem de Red için en olası son, 50 yılın ardından şartlı tahliyeyle başa çıkmayan yaşlı arkadaşları Brooks gibi, cezalarını çekip toplumsal hayata uyum sağlayamamaları olurdu. Gerçek özgürlüğe ulaşmak bir ihtimal olarak belirdiğinde, içinizde hapishane müdürü ve adamlarının asla dokunamayacağı bir şeyi beslemenin ne anlamı var? Bu, Esaretin Bedeli’nin daha tatmin edici bir sonla bitmesini, CinemaScore’dan A+ almasını sağlayabilirdi ama Andy ve Red gibi adamların soğuk demir parmaklıkların ardında umudu ve özgürlüğü yeniden tanımlamayı öğrenmelerini dikkate almazdı.
Yine de filmin finalinde yaşadığımız dokunaklı tatmini, bu tatmini mümkün kılan olay örgüsünün ve karakterlerin ustaca işlenmiş olduğunu inkar etmek kolay değil. 1994’te bile Esaretin Bedeli gibi incelikle işlenmiş anaakım filmlere rastlamak zorlaşmıştı. Otuz yıl sonra, orta büyüklükte bütçeye sahip dönem filmlerinin adeta çıkmaza girdiği günümüzde, bu türden yapımlarla karşılaşmak neredeyse imkansız hale geldi. O zamandan beri, Andy ve Red arasındaki kadar etkileyici bir dostluğu yansıtan pek film yapılmadı. Onlar başlarına gelenlerin ardından hayata yeniden tutunmaya çalışıyorlardı ki arkadaşlar bunu genelde birbirleri için yapmak zorunda kalırlar. Sahip olmadıkları şey de bu durumu değiştirecek bir yazardır.