Bu makale ilk kez 22 Ocak 2021 tarihinde Tacan Reynar’ın kişisel Sosyal medya hesabında yayınlamıştır.
Uğultu duyuluyordu ama duyulmuyordu,
Taş atılıyor, camlar kırılıyor, nefret söylemleri havada uçuşuyordu,
Ama, bir yandan da bir şey atılmıyor, kırılmıyor, havada uçuşan o nefreti içine çeken bu toprak susuyordu.
Sonra mahkemeye geldiler, Sn.Akıncı o dönemki Polis Genel Müdürü’nden izahat istemese geleceği de yoktu ya, polis o kadar suskun, o kadar tutuktu.
Aldığı talimatlara harfiyen uyuyor, kendi insanını korumuyor,
bu cenazesi çoktan kalkmış düzenin kendisine dönüşerek adeta sırtını kolluyordu.
Emir yüksek yerdendi.
O kadar yüksek ki,
“söyleyin o yargıca herhangi bir ceza verirse verdiği cezanın kat be katını ona ödeteceğiz, karşılığını bulacak” diyen “resmi” seslerin, mahkeme telefonlarını meşgul edeceği kadar, yüksek !
İsim bilsem açıklarım.
Sadece biliyoruz ki ceza verildikten sonra dahi kollandı bu linç hareketi.
Tahkikatı yürüten polis mahkemede yeminli şahadetinde 9 kişi daha var aradığımız dedi, onlar hiç bulunamadılar.
Asker mensubu oldukları duyumu geldi, ancak teyit ne mümkün!
Sonrasında halen kayıp 9 aranan şahıs.
O günlerde yazdığım gibi hiçbir zaman da bulunamayacaklar.
Kapandı o iş.
Emir yüksek yerden.
Parmaklarını çıtlatanlar, Kıbrıslıların üzerine taş yağdırttı o gün.
22 Ocak 2018.
Savcılık mahkemeden, suç ağır cezalık, hatta ömür boyu hapislik öngören suç deyip, serbest yargılanmalarını istedi zanlıların.
İthamın ağırlığı bu ise nasıl serbest bırakılacaktı zanlılar?
Sonrasında cezaevi emrini vermemle birlikte hedef tahtası oldu mahkeme, veya ben, artık çok da bir önemi yok.
Sonra, sen misin kollananları cezaevine gönderen?
Hemen alel acele dosya düzenlendi, 1 hafta olmadan zanlılar ağır cezaya havale edilecek dosya ile ilk tahkikatı yapacak olan yargıcın huzuruna çıktılar. Dava ağır ceza mahkemesi yetkisinden çıkarılıp, bazı davalar ayıklanıp, ceza mahkemesi huzuruna, yine benim görev yaptığım mahkemeye getirildi. Amaç ceza usulünü kullanıp daha az ceza almalarını sağlamaktı.
Tarafların uzlaştığı ve suçlarını kabul edecekleri söyleniyordu.
Ama, bir şartla, Afrika Gazetesi içinden bir el hareketi onları kızdırmıştı, tahrik etmişti !
Bunun duruşmasını yapıldı, bu da “el hareketi duruşması” olarak kayıtlara geçti.
El hareketini duruşmada gösteren sanıklar, gülüyordu.
Sonra ceza verildi, ve sonra o cezayı dahi çekmeden “o ilk ses”in talimatıyla olsa gerek mahkumlar Şartlı Tahliye Kurulu tarafından tam cezalarını çekmeden tahliye edildiler.
Mahkemenin verdiği cezayı devletin memurları azaltmıştı.
İstifa ettim, sosyal medyadan da açıkladım.
Yargı içinde dün takdir edenler bugün istifa açıklamamda “kurulu düzeni” eleştirdiğim için öfkeliydiler.
Son kez cübbeyi giyerek salona girip mesai arkadaşlarıma veda ettim. Anahtarları aynı gün içinde teslim etmem ve odayı mesai sonuna kadar boşaltmam istendi.
Yargıçlık cübbesi Dr.Fazıl Küçük fotoğrafının yanında artık asılı duruyordu.
Ne olursa olsun, ne yaşanmış ve ne söylenmişse hakedenlere halen saygım bakidir.
Biliyorum bu durum alışık olunan bir durum değil çünkü bu ülkede.
Ama olsun.
Belki bir gün herkes alışır, herkes dilinin altına sakladıklarını, boğazına takılıp söyleyemediklerini söyleyebilir, belki el pençe divan durup “sayın” dediklerimizin kimler olduğunu öğreniriz, belki bir gün önümüzü iliklediğimiz ve bu toplumu yokeden karanlık odaklara bir el kaldırır itiraz ederiz.
Açık açık ve bağıra çağıra, bu memleket de bizim, bu oturduğunuz koltuklar, dayandığınız o sandıklar, size haketmediğiniz itibarı gösterdiğimiz için de tevazu sahibi olan bile bizleriz deriz!
İstifadan sonra mahkum ettiğim ve hapse gönderdiğim mahkumlardan biri tahliye olunca bir yazı gönderdi bana.
Benden özür diliyordu, pişmandı, böyle olmasını istememişti, ama vatan millet önemliydi, yaptıklarından dolayı üzgündü.
Ve kendisi ile birlikte diğer arkadaşlarının da çok merak ettiğini yazdığı bir soruyu soruyordu:
Neden tüm duruşma boyunca kendilerinin yüzlerine bakmadığımı merak ediyordu.
Ben bakmıştım oysa ki, onlar görmemişti ama herşeyden önce orada duranların değil kendilerine o emri verenlerin olması gerektiğini bilerek bakmıştım sanık kutusunun içindekilere.
Onlar yasalarda yazan suçları işlemişlerdi.
Orada, onların sorumlu tutulamayacağı bir de yasalarda yazmayan suçlar vardı. Onları suça teşvik edenler, suçu koruyanlar ve kollayanlar ise sanık kutusunda yoktu.
O yargılamada ben aslında bu topluma 22 Ocak saldırıları emrini veren, saldırganları kollayan, o zihniyeti bu topluma yaşatan ve alkışlayanlara bakmıştım en çok, kendime dair karar verirken.
Bakmıştım ve görmüştüm.
22 Ocak sonun başlangıcıydı.
Kristal kale aslında yanılgıydı, kral anadan üryan geziyordu, azı görüyor ama çoğu alkışlıyordu, kuklalar sandıklardan çıkıyor, gölgeler iktidar oluyor, dört ayaklı tahtadan koltuk için taklalar atılıyor, suspus olasıcalar memleket yönetiyordu.
Ahali birbirini yiyor, ak koyun kimde, kara koyun kaça satılacak onun kavgasını veriyordu.
Belki de esas mesele buydu.
Beni sokmayan yılan bin yaşasın diyenlerin utanma meselesi ile ne olursa olsun bedel ödemeden insan kalınmaz diyenlerin vicdan muhasebesi arasındaki mesafededir bu ülkenin geleceği.
22 Ocak saldırılarının yıldönümünde halen susanlara…