Seçimler 10 ay önce olmuştu. 7 Oocak’ta yapılan seçimlerde yeni kurulan 2 siyasi partinin etkisiyle farklı bir meclis aritmetiği ortaya çıkmıştı.
O zamana kadar düşman kardeşleri oynayan Tufan Erhürman ve Kudret Özersay işbirliği oluşturmuş, bugünkü hükümetin kurulması için alışık olmadığımız 4lü bir koalisyonun oluşmasını sağlamıştı.
Seçimlerden önce toplumsal hassasiyet ağırlıklı olarak Hüseyin Özgürgün üzerinden yürütülen yolsuzluk tartışmaları üzerinden oluşmuştu. Sol ve sağ görüşten birçok insan için yolsuz siyasetçilerin yerine temiz, dürüst insanların iktidarda olması önemliydi.
Tufan Erhürman’da, Kudret Özersay’da bu model için ideal isimlerdi. Siyasetsiz olarak “temiz insan” üzerinden kurulan siyasi söyleme, siyaset arayan bir miktar insanın tepki göstermesi de bundandı.
Herkes CTP ve HP liderinin yolsuzlukla bir ilişkisi olmadığını biliyordu. Mesele, ülkenin çıplak gerçekliğine yönelik çözüm üretebilme hazırlığı, niyeti ve bunun gerçekleşmesi ile ilgiliydi.
Mecliste yemin töreninin gerçekleştiği güne kadar aslında bildiğimiz siyaset aynen devam ediyordu. Kırılma noktası ise 22 Haziran’da olmuştu.
Afrika Gazetesine gerçekleştirilen saldırı, meclis damındaki olaylar bu ülkenin geleceğine dair esas belirleyici dönüm noktasını temsil ediyordu. Gerçekleşen eylem sadece faşist bir propaganda değildi. Bu duruma yönelik tepkiler; partilerin temsil ettikleri topluma yönelik siyasi sorumluluklarını anlamak açısından da önemliydi.
Elbette her partide bu olayların ardından sesini daha çok çıkaran, daha çok tepki gösteren örnekler olacaktı. Ancak, siyasi partilerin merkez yönetim kararları, başkanlarının ne yaptıkları, kendi mekanizmaları içinde bu konu üzerinden politika yapmayı ne kadar devam ettirdikleri çok daha önemlidir.
Siyasi iradeye, özgürlüklere karşı gerçekleştirilen tepki ve bizzat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın işareti ile gerçekleşmişti. Evin yarısında olsun kimin efendi olduğunu göstermek gerekliydi.
O an kamusal gerginliğin hat safhada olması bir güvenlik tedbiri olarak olaya soğukkanlı yaklaşmayı gerektirebilirdi. Ancak, geçen aylar içerisinde 9 saldırganın bulunamaması, yakalananların siyasi partiler tarafından şartlı tahliyeyle salıverilmesi, ilgili davanın yargıcı Tacan Reynar’ın istifası, Afrika gazetesini savunan avukat olarak görevi alması ve bunun dışında da konuya dair yazdığı onlarca yazıya siyasi parti liderlerinin “hukukun üstünlüğü” üzerinden tek bir kelime etmemesi artık mevcut yeni yada eski siyasi partilerin çaresizliğini ortaya koymaktadır.
Hatta önemli bir iddia daha ortaya koymak gerekir. 22 Ocak olayları Kıbrısın kuzeyinde yaşayan insanlar için 1974 sonrası en önemli milattır.
Daha önce milat olarak anılan diğer tarihlere hatırlayalım.
15 Kasım 1983, siyasi sonuçları bakımından kurumsal değişiklik yaratmamıştır,
24 Nisan 2004 referandumu kurumsal değişiklik yaratmamıştır. Kutlu Adalı cinayeti gibi olaylar kurumsal değişiklik yaratmamıştır.
Ancak 22 Ocak 2018 tarihi sıradan bir tarih olmayacaktır. Bu tarihteki olaylara sessiz kalan yapılanmaların hızla meşruluğunu kaybettiğini görüyoruz.
Bu durum partileri ve temsili görevleri hızla Kıbrıslı Türk siyasetinin etkisiz unsurları haline getirecektir. Zamanla “yetkili isimler” 21. yüzyılın Sir Münirleri olacaktır.
22 Ocak 2018’e sessiz kalan kurumsal yapılanmalar, siyasi iradenin meşru olmayan unsurları olarak tarih sahnesinden silinecek, onların esas destekçi unsurları adanın kaderini belirlemek isteyenler değil sadece adada bulunan işbirliği unsurları olacaktır.
Bu tarihte gerçekleşen olaylara karşı durup siyaseti kurabilenler; sömürgeleştirilmeye karşı durmaya cesareti olanlar; faşizme karşı direnenler; insan hak ve özgürlüklerini korumaya çalışanlar ise kurucu siyasetin özneleri olacağı açıktır.