Kriz günleri adeta hayatın her parçasını sınarcasına etkisini hissettirmeye devam ediyor. Bir ay önce yaşanan şokun etkileri zaman geçtikçe daha da bir yakıcı şekilde hayatlarımızı etkiliyor. Tüm bu süreç içerisinde ise basında ek mesai tartışmasıyla başlayan sendikal seferberlik dün “Çare Federal Kıbrıs” temalı toplumsal varoluş yürüyüşü ile sokakta da kendisini var etmeye çalıştı. Fakat ne yazık ki bu eylemin katılım ve etki anlamda başarılı olduğu söylenemez.
Sendika liderliklerinin yanlış noktadan başlattıkları (ek mesai) bu süreci devam ettirme ısrarı sonucu hem süreci hem de eylemi toplumsal anlamda genel bir sahiplenmenin yaşanmadığını tekrar gördük. Sendikal Platform’un çok net bir şekilde toplumsal meşruiyet sorunu ve kaybı olduğu uzun süreden beridir açıkça hissedilmekteydi. Bu durum dünkü yürüyüşle ayyuka çıkmış bulundu.
Eylem yürüyüş boyunca en fazla 500 civarı kişiye ulaştı, platformun kurulduğu alana varıldığında ise bu sayı 300’e kadar düştü. Eyleme katılanlar sendika yetkilileri ve çalışanlarının dışında ağırlıklı olarak orta yaş ve üstü, emekliler kamu çalışanları idi. Geleneksel orta sınıf kesimler eylemde yer alırken, gençlerin sayısının az olması, özel sektör çalışanlarının yine görünür olmaması dikkatlerden kaçmadı. Eylem bu açıdan, gençlerin, güvencesizlerin, yeni işçi sınıfının ve özel sektör emekçilerinin temsiliyetlerinin olmadığını ve aynı zamanda bu kesimler olmadan da artık bir mücadele yürütülemeyeceğini göstermesi bakımından bir örnek teşkil etmektedir. Öte yandan eyleme katılan pek çok kişinin suratındaki krizden kaynaklı öfke, huzursuzluk, kaygı ve “ne yapacağını bilememe” duygusu belki de dün akşamın en gerçek ifadesiydi.
Son olarak bu sürecin gösterdiği bir diğer nokta da artık geleneksel sendikacı figürünün, on yıllardır sendikaların başında bulunan kişilerin, onların sendikal anlayışlarını tekrar eden yeni nesil sendikacıların da çok ciddi bir inandırıcılık, güven ve meşruluk sorunu olduğudur. Sürekli olarak başarısız döngüler örgütlemekten veya bu döngüler içinde yıpranmaktan başka bir adım atamayan sendikal liderlikler umarız ki artık kendileriyle yüzleşme erdemini gerçekleştirebilirler.
Ülkede yaşadığımız toplumsal çözülüş ve geri çekilme hali her alanda olduğu gibi mücadele alanında da kendisini gösteriyor. Kriz hem siyasal hem ekonomik hem de aslında varoluşsal bir krizdir. Zümresel kaygılardan başka kaygılar gütmeyen geleneksel sendikal liderlikler bu süreci bir yenilenme veya yüzleşme çabasıyla tersine çevirebilirler mi bilmiyoruz. Fakat bu ülkede temsil edilmeyen on binlerce güvencesiz ve kırılgan hayatlar yaşayan özel sektör emekçisinin sendikalardan hükümete ve partilere kadar öfkesi her kesime karşı gün geçtikçe bilenmekte, yeni bir hınç türü ortaya çıkmakta.
“Üreten yok olmaz”dan, “tünelin ucunda ışık yok” cümlesine bir yıldan az bir zamanda geldiysek, bir sonraki cümlenin ne olacağını veya kimin kuracağını kestiremeyiz. Fakat cümle kuramayanları da çok net görebiliriz artık!