Yıldızlar yeniden dizilirken, Kıbrıs nereye gidiyor
Mertkan Hamit
“ ‘Sessiz’ diye bir şey yoktur. Sadece kasten susturulmuş veya tercihen duyulmamış vardır.”
Arundhati Roy
Her imparatorluk iktidarını bir insan üstü ve ahlakı sebebe bağlar. Britanya imparatorluğu başka ülkeleri sömürüyor olduğu gerçeğini, “medeniyete taşıma görevi” olarak tanımlar. Bugünün küresel imparatorluğu ise insan hakları ve demokrasiyi yaygınlaştırdığı anlatısını ortaya koyar.
Becerebilen halklar bölgesel ve sınırlı bir biçimde kendi iktidar alanını kurabilirler. Bazıları bu iktidar alanını oluştururken zorbalık yapar, bazısı ekonomik, teknolojik veya kültürel farklılıklarını bu alanlarda avantajına çevirerek kendini farklı kılar. Ancak, hak mağduriyetlerinin kıyasıya yaşandığı bizim gibi topluluklarda, geniş ortaklaşmalar kurarak iktidar alanı yaratmak çok kolay değildir. Bazen kazan kaynayacak olur, o zaman reaksiyonel olarak gelişen tepkilerimize stratejik çözümler üretilir, ağzımıza iki damla bal çalarlar. Ancak kontrol tamamen madun halklara verilmemesi için gereken herşey yapılır.
Buket Türkmen, Madun’u, “bir tahakküm rejimine doğmuş, o tahakkümü yeniden üretmek dışında varlık hakkı olmamış, tahakküm rejimine rızası olduğu varsayılanlar” olarak tanımlar. Kıbrısın insanları Türkmen’in bu tanımına uygundur. Onlar aslında madundur.
Geleceğini ve varoluşunu Kıbrıs adası üzerinden kurmasına rağmen bu insanlar kendi aralarında bu durumu özümseyecek bir iletişim süreci yaşayamamış, kararları vermek yerine uygulamak durumunda kalmıştır. Hayır dedikleri zaman, mesele “evet” olarak anlaşılmış; kendi tarihlerini yazma girişimleri tarihten silinip atılmıştır.
1930 yılında yapılan son Kavanin Meclisi’nde ortak kararlar alıp, kolonyal idareyi zor duruma sokan Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum seçilmişlere en büyük darbe 1931 isyanı ardından gelir. Siyasi iradeyi tek taraflı olarak gasp ettiğini açıklayan sömürge yönetimi, 1931’den sonra ada insanlarının farklılıklarının ortaklaşan siyasi hayallerinin birleşmediğinden emin olmak ister. Bunu stratejik yöntemleri ile sağlamaya çalışırken işler kontrolden çıkar, o noktada adanın %2 civarında bir bölümünü kendine ayırıp, geriye kalanında sorumluluğu olmadığı izlenimini yaratır.
İlginizi çekebilir:
Yıldızlar yeniden dizilirken Kıbrıs Nereye Gidiyor? – II
Yaşadığımız akıl tutulması o zamandan kalmıştır. Ondan sonra yaptıklarımız ise rüzgara göre hareket eden ancak bir türlü özne olamamış bir durumdan ibarettir. Buna Türkiye ve Yunanistan kaynaklı dış müdahaleler de eklendiğinde, geldiğimiz koşulların kaynağına inmemiz daha güç bir hal alır, Öteki toplumu eleştirerek var olmak bir kimlik yaratma sürecidir.
Kutuplaşma ile var olmaya çalışmak, aslında madunun kendi dilini ve iktidarını yaratmak yerine, verili tahakkümü güçlendirmeye yaramaktadır. “Kıbrıslı Rumların hassasiyetleri” ile “Kıbrıslı Türklerin hassasiyetlerini” yeniden hatırlatıp, bunların uzlaşmazlığını anlatmak bin senedir anlatılan masalın yeniden üretilmesi dışında bir işe yaramamaktadır.
Yeniden birleşme deneyimlerinin son halkası Derviş Eroğlu – Nicos Anastasiadis arasında kabul edilen ortak açıklama ile başlamıştı. Ortak açıklamanın ardından, Mustafa Akıncı ve Nicos Anastasiadis süreci devam ettirdi ve daha ileri bir noktaya taşıdı. Bildiğimiz ve bilmediğimiz birçok konuyu tartıştılar. Ancak stratejik bir paket oluşturabilecek olan siyasi iradeyi gösterebilecek zemini yakalayamadılar.
İlginizi çekebilir:
Yıldızlar yeniden dizilirken Kıbrıs Nereye Gidiyor? – I
Eide şimdi bize yıldızlar kadar uzak olan “yıldızlar sıralandı” müjdesini verdi, yıldızların dizilimi bir anlam ifade etmedi. Meşru olarak seçilerek madunlar adına konuşanların dili de madunların dili değildi. Kolonyal geçmişimizde yaratılan tahakkümü başka biçim ve zamanlarda yeniden üreterek, özgün koşullara yönelik çözümlere dönük bir irade sergileyememiş olmak adanın geleceği ile ilgili özne olamamızın en önemli engellerinden biri oldu.
Garanti sistemi kolonyalizmin sürekliliğini sağlayabilmek adına ortaya konulmuş, adadaki en acı miraslarından biridir. Her ne olursa olsun, Kıbrısta yaşayan insanların kendi başlarına, kendi topraklarının efendisi olamayacağının en önemli varsayımıdır. Ancak, teorik bağlamda ele aldığımız bu konunun pratik karşılığını da oluşturmak önemlidir. Aksi halde Nikos Anastasiadis’in sıfır asker, sıfır garanti söylemi gibi bir slogan ile ikna edici olmayacak bir durum yaratılması kuvvetle muhtemeldir.
Tüm bunların ışığıda belki bir yeni bir anlatı, mevcut tahakküm ilişkilerinin ötesine geçecek nitelikte ve kapsamda olabilir. Bu çerçeveye somut olgular ışığında bir sonraki yazıda değineceğim.