Editör notu: Bu yazı ilk olarak www.tabella.org sitesinde yayınlanmıştır. Bu yazıyı Tabella’nın hem yayın kurulu hem de yazının yazarının izniyle yayınlıyoruz.
Zamanın yine su gibi akıp gittiği günlerden geçiyoruz. Tabella için yazdığım on dokuzuncu yazım bu.
Şu sıralar, çok fazla odaklanamadığımı fark ediyorum. Bunun bir çok sebebi var elbette. Bunlardan en önemlisi, devamlı olarak maruz kaldığımız ve sonu gelmeyen bilgi akışı. Bilgi gerekli bir şeydir elbette, sonuçta Bilgi Çağı’ndayız. “Veri her şeydir.”
Ama gereksiz ve hiçbir işimize yaramayacak olan tonlarca bilgi de telefon ekranlarımızdan aklımıza sirayet ediyor. Her ne kadar sosyal medyayı kullanış biçimimizi kontrol etmek bizim elimizde olsa da, son derece zor bir sınav bu. Sürekli gelen bildirimler, mesajlar, hikâye paylaşımlarından oluşan sonsuz bir havuzdan bahsediyoruz sonuçta.
Odaklanamamamın bir diğer sebebi ise, yüksek lisans tezim için konu belirleme çabalarının yarattığı stres. Bilenler bilir, tarımsal işletme bölümü üzerine bir yüksek lisans yapıyorum. Kafamda dolaşan konular tarım politikaları, yeni tarım teknolojilerinin getirdiği avantajlar ve sürdürülebilir kırsal kalkınma için daha iyi tarım ekosistemleri çevresinde bulunuyor. Dolayısıyla, bu günlerde nasıl yazmak lazım, ne yazmak lazım gibi çokça sorularla meşgul oluyor zihnim.
Düşüncelerin bu kısmında yazamama sıkıntısı da devreye girince, en sevdiğim yazarlardan olan Elif Şafak sahnedeki yerini alıyor.
Elif Şafak’a göre yazmanın kurallarından onuncusu şöyledir:
“Tıkanma diye bir şey yoktur. Yine de eğer esininiz tükendiyse İstanbul’a gidin, şehrin kaosu içinde birkaç gün geçirin: gözleyin, dinleyin, martıları besleyin ve aynı anda küçüldüğünüzü ve büyüdüğünüzü hissedin.”[1]
İstanbul, şüphesiz ki önemli bir ilaçtır. Ama görünen o ki, benim sorunum bir başkası. Yine Elif Şafak diyor ki:
“Yalnızlığa övgüdür yazmak. Dışa dönüklüğe karşı içe dönüklüğü, eğlenceye ve sosyalleşmeye karşı yalnız geçirilecek saatleri/günleri/haftaları/yılları seçmektir. Yazarlar iyi bir dedikodu ya da çılgın bir partinin tadını çıkarabilirler ara sıra ama yazma eylemi ve yaşamlarımızın merkezi saf yalnızlıktır.”[1]
Bir diğer sevdiğim yazar Orhan Pamuk, bir üniversitede gerçekleştirdiği söyleşi sırasında neden yazdığını şöyle anlatır: “Hayat, dünya, her şey inanılmayacak kadar güzel ve şaşırtıcı olduğu için yazıyorum. Hayatın tüm bu güzelliğini ve zenginliğini kelimelere geçirmek zevkli olduğu için yazıyorum.”[2]
Yazmaktan bahsetmişken Türk edebiyatının ustalarından Ahmet Hamdi Tanpınar’ı anmamak olmaz. Usta yazar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanında şöyle der: “Hiçbir şeyin birbirini tutmadığı ve her şeyin en şaşırtıcı bir şekilde birbirine bağlı olduğu bir dünyada, bilmediğimiz bir yerde kopan fırtınanın getirdiği enkazdan yapılmış bir panayırda imişim gibi yaşamaya başladım.”
Bu cümleler bana çok anlamlı geliyor. İlk okuduğumda çok beğenip notlarımın arasına kaydetmiştim. Bana kalırsa, bilmediğimiz bir yerden kopan fırtınanın getirdiği enkaz kısmı ile, modern dünyayı anlatıyor. Her şeyin en şaşırtıcı bir şekilde birbirine bağlı olduğu bir dünya kısmı ise her zaman inanacağım bir hayat gerçeğidir benim için.
Yazmaya meraklı olan herkes için, motive edici bir cümle ile bitirelim bu kısa deneme yazısını.
“Yazmak ancak yazarak öğrenilebilir. Kulağa pek cazip gelen yetenek, sürecin yüzde 12’sinden fazlası değildir. Çalışmak işin yüzde 80’idir. Kalan yüzde 8, ‘şans’ ve ‘zamanın ruhu’dur—kısaca, elimizde olmayan şeyler.” – Elif Şafak
Haftaya görüşmek üzere!
Referanslar:
1- https://fotogaleri.haberler.com/elif-safak-a-gore-yazmanin-11-kurali/
2- https://www.ntv.com.tr/sanat/orhan-pamuk-aliskanlik-oldugu-icin-yaziyorum,Mc6_3xxQP0GOdz8sos1crA