Derleyen: Tevfik Aytekin
Alain Bosquet: Batı’da çocukluktan başlayarak gizem ve düş gücünün hızla yok olduğunu ve yerlerini akıla ve gerçekçiliğe bıraktıklarını düşünürüz. Sanırım sizin çocukluğunuz için bu doğru değildi. Kitaplarınızın bütününden çıkan bir izlenimde beni çarpan iki şey var: Dinin yanı sıra, dinin kör inançlara dönüşen görünümünün varlığı; sonra da benim hep dikkatimi çeken kişilerin, geleceği söyleyen sözlerle, deyimlerle, bir bilici ağzıyla konuşan gezginlerin varlığı. Düşsel, gündelik yaşamınızın bir parçası mıydı? Ve bu korkulu biliciler, herhangi bir biçimde yakınlarınız mıydılar? Dilenciler miydi bunlar, mistikler mi, yoksa şarlatanlar mı?
Yaşar Kemal: Gizem ve düş gücünün batıda hızla yok olduğuna beni inandıramazsınız. Size büyük sevgim ve inancım ve dostluğum var, bu kadar sert konuşurken doğrusu çok üzülüyorum, gizem ve düş gücünün bitmesi, insanlığın insani yönünün, en önemli bir yerinin çökmesi, hastalıkların başlaması demektir. Bunu nasıl söylersiniz? Yani bir yerlerde insanlık çöktü de insanlığın yerine insana benzer kimi yaratıklar mı geldi, diyorsunuz. İnsan gizeminin ve düş gücünün yok olmasının ne demek olduğunu acaba derinden kavrıyor muyuz? Öfkelenmiş değilim, beni bağışlayın, anlayamıyorum.
Bana gelince bende çocukluğumdan bu yana çok değişiklik olmadı. İnsan gizemine hep varmaya çalıştım, benim maceram insanın gizemine varmak içindi. Düş gücüne gelince, o gün de bugün de sonsuz düşler kuruyorum.
Düş gücünü yitiren insanın hiç umudu olur mu? Umut, düş gücünün yarattığı ve insanoğlunun sahip olduğu en büyük değerlerden birisi değil mi? İnsan umut yaratmadan yaşayabilir mi? İnsanı ölümsüzlük düşüncesine götüren yarattığı umut ve gizem değil mi? O sizin gerçeklik dediğinizde de bir düş, bir gizem yok mu? Gerçekçilik demekle ne demek istiyorsunuz, her şeyi insanoğlu kendisi yeniden yaratmıyor mu, düşü ve o gerçeklik dediğimiz, gerçeklik dediğimiz belki de objelerdir, kim yarattı onları? Gerçeklikle düş gücü iç içe değil mi? Nerede gerçekçilik başlıyor, nerede düş bitiyor, bana o sınırı söyleyebilir, o sınırın geçtiği yeri saptayabilir misiniz?
Bana öyle geliyor ki, nerede, hangi koşulda, hangi çağda olursa olsun insan gizeminin, düşlerinin, yarattığı dünyaların, içinde yaşadığı gerçek dediğimiz dünyanın içinde hep yaratmasını sürdürecek, düş dünyasıyla gerçek dünya dediğimizin sınırları gittikçe de daha çok birbirine karışacaktır. Avrupa insanının yaratma gücünü yitirmesini, ben buna da inanmıyorum da, mademki söylüyorsunuz, ben de Avrupalı değilim, ben Akdenizliyim biliyorsunuz, çok başka sebeplere dayayamaz mıyız? İnsanın gizemini ve düş gücünü yitirmesi, diye bir şey olamayacağına inanıyorum.
Başka sebepler aramak için çok sebep var. Düş gücünü, insan gizeminin en derin yerine inmeye uğraşan, Dostoyevski’yi keşfeden bir ülke, yani Avrupa, düş gücünü, insan gizemini nasıl yitirir, o yitirdiği başka bir şey olacak, Avrupa bunu bulacak, üzülmeyelim. Belki de bu kuraklık geçici bir şey. Bu sorulara biraz şaşırıyorum. Benim tiplerim arasında büyücü, geleceği söyleyen kişiler, biliciler yok sanıyorum. Romanlarım sizin gibi ustalarda bile böyle izlenim bırakıyorsa bunun üstünde düşünmem, sebebini bulmam gerek. Düşsellik, gündelik yaşamınızın bir parçası mıydı, diye soruyorsunuz, hangi insanın yaşamının bir parçası değil ki… İnanınız bana, buna çok şaşırıyorum. Yani demek istiyorsunuz ki, yaşamınızda düşselliğin ölçünü ne kadardı, sabahtan akşama kadar mı dünyayı düşlerdiniz, öğleye kadar mı, ya da gece yarılarına kadar sürer miydi düşleme? Bu ölçüyü gerçekten çıkaramam.
Bildiğim kadarıyla insanların sınırsız düş kurmalarıdır. Bu köylüde şu kadar da, şehirlide bu kadar, doğuluda şu kadar da, batılıda bu kadar… Düş kurma oranları, diye insan yaşamında bir orantı olur mu? Olabilir, diye düşünürsek, belki de şöyle bir kural koyabiliriz, koyabilir miyiz, insan başı sıkıştıkça kendisine daha çok bir düş dünyası kurup oraya sığınmıyor mu? Bu dünya her şeyiyle insana yeterli, eksiksiz bir dünya mı? İnsanoğlu her yönüyle doyumlu olabiliyor mu, ulaşamadığı, düşleyerek yaşadığı bir dünya yok mu? Ulaşamadığı dünyayı düşleyerek yeniden, gönlünce yaratmıyor mu? Korkuyu, sevgiyi, güzel şeyleri, aşkı düşsel olaraktan yeniden yaratıp, yarattığının cennetinde ya da cehenneminde yaşamıyor mu? Benim romanlarımdaki düşseli böyle yorumlasak, daha genel bir görüşle, daha doğru olmaz mı? Ömrümde çok insanla karşılaştım, romanlarımda çok çok insanlardan örnek aldım. Ama bütün insanlarımı ben yarattım. Bunu bilinçli olarak yaratmaya çalıştım. İçimde biraz da gerçeği arama çabası var. Gerçeği arama çabası da o kadar umurumda değil sanıyorum. Bir düş dünyası, bir anlatma dünyası kurmak, başka bir şeyler yapmak, bu dünyayı sözle gerçekleştirmek.
Ben, sözle dünyalar kuranların ne ilkiyim, ne de sonuncusuyum. Bu, profesyonel bir uğraştır. Tarih boyunca hep böyle olmuştur. Biliyor musunuz, Homeros bir profesyoneldi. Nereden biliyorsunuz, diyeceksiniz, bu çağdaki, yani benim gördüğüm Türk ve Kürt Homerosları da profesyoneldiler. Sanatları hikâyeler anlatarak dünyalar kurmaktı. Ne şarlatan, ne de mistiktiler, ne dilenciydiler benim insanlarım, onların hepsi işlerinin büyük ustası, ekmeklerini sözleriyle kazanan onurlu kişilerdi. Ve yarı kutsal kişiydiler üstelik de…