1789…
Görülmemiş bir değişiklik yaşanıyordu. Geleneksel otoritenin sorgulanışı; tam bir devrim. Neresinden sayarsan say, 1789’dan 1848’e 59 sene yapar.
…Ve harbi bir devrimi, sabırlı-gamlı bir baykuş gibi, 59 sene bekleyip, halkların baharı diye pazarlayıp, aynı dili konuşan, aynı ırktan, aynı kültürden insanları, sırf kendi piyasasına mal satmasın diye, Fransa’da dört, Almanya’da altı kabileyi birleştirerek, ulus devleti yaratıp, halka yutturdular.
***
Aslında gerçek başkaydı;
Toprak ağalarını birleştiren kralların gücü zayıflayınca, buğday zengini yönetimde daha çok söz sahibi olsun diye, egemenliğinizi kraldan alıp halka verelim dediler. İşte ilk Ulus Devlet Fransa’da böyle kurulmuştu. İlk milli marş “Tanrı Kraliçeyi Korusun”, ikincisi Fransızların “Marsilyalısı”.
Avusturya-Macaristan ve Osmanlı İmparatorluğuyla federal devletler son bulacak. Ulus Devletler halka çoktan pazarlanmıştı bile.
***
1856’lara gelindiğinde, cenin zarı kafasına yapışık, Çekoslovak bir çocuk doğmuştu. Batıl inanca göre iyiye işaretti. Yahudi bir ailenin tek göz odasında, annesi babasından yirmi yaş küçük, aile ilişkileri karmaşıktı. Babasının pamuk sattığı küçük işletme battığında, o artık üç yaşına gelmişti.
***
Sosyal değişimin ön cephesine, 1860 Viyana’sına göçmüşler, bütün o bitkinliğin içinden, daha üç yaşında, geleceğine etki edecek şans, yavaş yavaş, ondan yana olmaya başlamıştı.
***
Keskin Liberalizm sokaklarda kol geziyordu. Sıra dışı sayıda göçmen, farklı kültürler, değişik ırktan insanlarla büyüyecekti. Fakir kalabalıklar şehrin sunduğu imkânlardan faydalanıp, bu sefer gazeteci, doktor, avukat oldunuz diye pazarlanıyordu. Altı kardeş içinde çalışacak oda sadece ona verilmişti, herkes zeki olduğunun farkındaydı. Yüzlerini kara çıkarmamış, yedi yıl boyunca sınıf birincisi olmuştu.
***
Benliğinden besliyor, antik medeniyetlerden referans alıyor, Büyük İskender’i tanıyor, on yedi yaşında kendi görkemini Viyana Üniversitesinde arıyordu.
***
Bıyıkları iki avuç sakalına bitişik, traşlı, kestane rengi gür saçları yana taralı, kahramanı Darwin’e göre düzenli ve tertipliydi. Yirmi beşine geldiğinde genç bir kadına sırılsıklam âşık olmuştu.
***
Öylesine bir aşktı ki; birbirlerine tam tamına 1600 mektup yazdılar.
Kalp yanığının iletişim devrimi…
Çarp, böl, eşittir, günde üç mektup yapar.
Kendi kalbine oturmayı becermiş her kadın, sevginin koparmayıp, bir tutam keseceğini iyi bilir.
Bazen devam edemeyeceklerini, aralarında imkânsız bir anlaşmazlık olduğunu konuşuyorlardı. Martha onun her şeyi halının altına süpürdüğünü hissetmiş, o ise bizi üzen şeylerin üzerine gitmeyi bırakmasını istiyor. Martha ise bütün bunlarla yüzleşmek, bunları konuşup halletmek gerekir diyordu.
***
Büyüleyici aşkının arasından, tıbbi deneylerin içinden kokaine denk gelmişti. Bastırılmış duygulara iyi geldiğini ispatlayacak deneyler yapıyor, uyuşturucunun etkisinde şiirler yazıyordu.
“Geldiğin zaman prensesime eyvah olsun,
Kimin güçlü olduğunu göreceksin,
Yeterince yemek yemeyen narin kız mı?
Yoksa vücudu kokain dolu büyük vahşi adam mı?”
***
İtibarı zedelenmiş, kokainin verdiği büyük zararın, onda yarattığı tahribatın farkına varmış ve yol yakınken bu bekadan kurtulmuştu.
***
Paris’in 1885 Nisan’ına gelindiğinde,
Araştırmaları için bu sefer bir tıbbi düşkünler evini seçecekti.
Kimsesiz beş bin kadın…
Kadınların çoğuna histeri teşhisi koyulmuştu. Yunanca rahim, antik dünyadan beri kadınları etkileyen bir hastalık, erkeklerin eline bir fırsat geçirecek, son derece sağlıklı kadınları, akıl hastanelerine bu sebeple kapatacaklardı.
Pazarlayanların henüz kadınlara ihtiyacı yoktu. Erkekler kadınlara bakabiliyor, beş ruj satmak yerine bir ruj satmak onlara yetiyordu.
***
Kadınların bir tanesi kişisel geçmişinin melankolik ayrıntılarını anlatmaya başlamıştı. Acı dolu hatıralar ortaya çıkıyor, unutulmuş ya da bir şekilde bastırılarak üzeri örtülmüştü. Histeri karalamaları sona ermiş, asıl sorunun çözümü bulunmuştu.
***
Hipnozu herkeste beceremeyince, konuşma terapisi geliştirmiş, kendine özgü yeni bir tarz bulmuştu.
Divana uzanma…
Bütün bunların içinden çıkan genç bir doktor, divanın arkasına, onu göremeyecekleri bir bölüme geçip, akıllarına ne geliyorsa onu söylemelerini istiyordu.
Pazarlayanlara yeni bir analiz kapısı açılmış, arayıp da bulamadıkları şeyi o bulmuştu.
***
1886’da Viyana’da ufak bir muayenehane açtı. Hastaları yeşil, isli, kadife yastığa kafalarını koyup, geometrik motifli, halı desenli örtünün serili olduğu divana uzanırken, en derin korkularını, endişelerini onunla paylaşıyorlardı.
***
İçten ve son derece kişisel hikâyeler…
Geçmişimiz, her hareketin ardındaki isteklerimiz, kasıp kavuran tartışmalar.
Kimliğimizin özünü hedef tahtasına oturtan genç,
Sigmund Freud…
***
Kollarını nörolojiye sıvayan genç adam, yakalarını ilikliyordu. Bugün açık açık konuşabildiğiniz ne varsa, tenise özenme, arzu ilkesi, dil sürçmesi hataları, hepsi ona ait. Onu aklını seksle bozmuş bir şarlatan olarak görüyorlardı. Şüpheleri olanaksız, düşünceleri tehlikeliydi. Akıl almaz tabulara, geleneklere meydan okuyan insanlığın zihin haritası.
***
Dikkatli bir dileyiciydi…
Antik Yunanca da yaşam lekesi anlamına gelen “psik” kelimesini alıp “analiz” kelimesiyle birleştirmiş, yağız bir at gibi psikanalizi” doğurmuştu, tıpkı antik bir şehrin harabelerini araştırıp, kanıtlar bulmaya çalışan, kâşif bir arkeolog gibiydi.
***
Bugün şikâyetçi olduğunuz benmerkezcilik ortaya şöyle çıkmıştı. Geleneksel değerlere isyan eden birinci dünya savaşı sonrası nesle, benmerkezcilik, dans, müzik ve sinemayla pazarlanmış, bugünkü yeni devlet modeli halka pazarlanmaya başlanıyordu.
***
Aslında Freud’un demek istediği; insanlar başka insanlardan farklıdır, anormalin çok normal olduğunu anlamak gerekirdi.
***
Hatıralar bilinçte bilinçsizce depolanır, işte size pazarlayanların en büyük silahı. Bugünkü ekonomi mutsuz olmanız üzerine kurulu. İzlediğiniz diziler, filmler, reklamlar, şarkı sözleri, mutsuz olmanız, ayrılmanız, aldatmanız, aldatılmanız, yok etmeniz, öç almanız, iş karıştırmanız, tatmin olmamanız, kıyas yapmanız için yapılıyor. Pazarlayanlar yeni bir sistem getirebilir, bir ülke kurabilir, yıkabilir, birini başkan yapabilir, size istediğini giydirebilir, vücudunuzu, yediklerinizi, öğrendiklerinizi, konuştuklarınızı yönetebilir.
Pazarlamanın yakıtı zihniniz, bunu tamir edebilir ya da kullanılmaya devam edebilirsiniz.
Unutmayın tıpkı Freud’un dediği gibi;
“Zihninizin bir parçası hep karanlıkta kalır.”