Bugün Niyazi Kızılyürek’in basın toplantısındaydık.
Niyazi hoca, kendinden emin, ne söylediğini bilen ve en önemlisi de çok net anlaşılır cümleler kurdu.
Daha konuşmasının başında 55 yıl önce bugünde yani 6 Şubat’da göçmen olduğunu anlattı. Ne acıdır ki 55 yıl sonra bugün bölünmüş ve geleceği de bugünü de belli olmayan bir ülkede yaşıyoruz. 55 yıl önce Ada’nın bu hale gelmesine neden olan etnik milliyetçiliklerin bugün hala daha varlığını sürdürdüğünü ve bu yüzden de bir çözüme hala varlılamadığını düşündüğümüzde, aslında tam da bugün ihtiyacımız olan şey siyasi elitlerin elinde bir politika enstrümanına dönüşmüş Kıbrıs sorunun yurttaşlar düzlemine taşımaktır. İşte tam da böyle bir politik atmosferin hüküm sürdüğü koşullarda Kıbrıs sorununun siyasi elitlerin elinde yitik bir davaya dönüştüğü bir dönemde “çünkü mesele artık barış için birlikte, ortak mücadele etmektir” diyerek adaylığının amacını açıklıyor Kızılyürek.
Kıbrıs’ta bir barışın ve çözümün tesis edilmesinde ne yazık ki ortak kampanyalar ya çok kısıtlı bir çevrenin çeperinde gelişti ya da hiç olamadı. Fakat bu kez Kıbrıs sorununun odakta olmadığı bir süreçte, Kızılyürek’in kampanyasında hem Kıbrıslı Türkler hem de Kıbrıslı Rumlar sürece dahil olmakta ve birlikte bir kampanya süreci yürütmeye başlıyor. Kızılyürek bugünkü konuşmasında hayatının Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar arasında köprü kurmaya çalışarak geçtiğini söyledi. Şimdi hepimiz o köprünün üzerinden geçmekteyiz.
Kızılyürek’in adaylığının anlamı da burada beliriyor işte. Bir ortak mücadele, ortak ifade ve etnik milliyetçiliklerin ötesinde yeni bir yurttaşlık zemini için mücadele etmek.
*
Avrupa’da yükselen milliyetçilik, popülizm ve islamofobi akımlarına değinen Kızılyürek “Avrupa’ya baktığımda ürküyorum” da dedi. Sadece Avrupa mı? Neredeyse tüm dünyada politik alanları popülist ve milliyetçi akımlar domine etmeye başladı. Daha bu yılın başında Avrupa’dan pek çok uzman ve düşünür Avrupa için 2019 yılının kritik bir yıl olacağını ve özellikle AP seçimlerinde aşırı sağ ve sağ popülist akımların oylarını arttırarak çıkacağı uyarısında bulunuyordu. Kızılyürek de Avrupa’nın aydınlanma değerleri üzerinde kurulduğunu ifade ederek, bu değerlerin bugün popülist-neo nazi akımların tehditi altında olduğunu kaydederek, adaylığının bir anlamının da federal bir Avrupa için olduğunun altını çiziyor.
Irkçılık ve islamofobiyle hep beraber mücadele edilmesi gerekliliği üzerinde duran Kızılyürek, bundan dolayı da Federal Kıbrıs, Federal Avrupa sloganını benimsediğini söylüyor.
Tam da burada ELAM meselesi gündeme geliyor. Ülkemizin etnik milliyetçiliğin beşiği olduğunu da söyleyen Kızılyürek, seçimlere katılımın az olması durumunda ELAM’ın AP’de sandalye sahibi haline gelebileceğini ve bu durumu engellemek için de Kıbrıslı Türklerin sandığa gitmesi gerektiğini söylemekte.
Bilindiği gibi AP seçimlerine katılım Avrupa genelinde de Kıbrıs’ta da düşük. Geçen seçimlerde %43 gibi bir katılım söz konusuydu. Ve artık seçime katılanlarının çoğunluğunu ise partilerine angaje olmuş, militan milliyetçi ve popülist partilerin üyeleri. Avrupa genelinde de, Kıbrıs özelinde de seçimlere katılım oranını düşüklüğü neo-nazi ve popülist partilerin oylarını ve sahip oldukları sandalye sayılarını arttırmaya yarayacak. Kıbrıs için ise ELAM’ın bir sandalye kazanma olasılığının yüksek olduğu söylenmekte. Eğer seçime katılım düşük olursa. Tam da burada Kızılyürek, “Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılımın düşük olması aşırı sağı güçlendirir. Kıbrıslı Türklerin oy vermemesi ELAM’dan bir kişinin AP’ye gitmesine neden olabilir… Avrupa Parlamentosu’ndan 5 Kıbrıslı Rum ve bir ELAM üyesi mi görmek istersiniz, yoksa Niyazi Kızılyürek’i mi orada görmek istersiniz, tercih biraz da budur” diyor.
Yani kısacası Kıbrıslı Türkler’in gelecek olan oyları aynı zamanda faşizme karşı da bir tavır olacaktır. ELAM’ın AP’de temsiliyetinin olması sadece Kıbrıslı Rumlar için değil, Kıbrıslı Türkler için de büyük bir tehlike ve huzursuzluk nedenidir. Dolayısıyla rahatça sorabiliriz, ELAM mı Kızılyürek mi?
*
Niyazi hoca ile basın toplantısından önce sohbet ederken, önümüzdeki haftalarda mutlaka bir podcast yapmak için de sözleştik. Kendisine soracağım pek çok soruyu da oraya sakladım açıkcası. Fakat şunu da vurgulamak lazım ki tüm bir basın toplantısı süresine Niyazi hocanın durduğu bağlam siyaseti yurttaşlar zeminine taşıma, bir nevi elitlerin hegemonyasından kopararak demokratikleştirme bağlamıydı. Özellikle de şu cümleleri çok içten söylüyordu: “Biz derken benim aklıma önce Ayşe ile Eleni aynı anda düşer. Aidiyet duygum iki topluma da yöneliktir. İki dilli, iki toplumlu ama tek bölgeliyim. Hayatımı bütün, tam Kıbrıs ütopyasının peşinden giderek yaşadım.”
Klasik modern ütopya kitaplarında konu adalarda gerçekleştir. Yeni Atlantis, Ütopya, Güneş Ülkesi… Fakat biz Alaşia’da henüz ütopyamızı gerçekleştirebilmiş değiliz. Kızılyürek, herkesin kültürel olarak kendi kimliğinden kaynaklı değerlerini yaşayabileceği, fakat aynı zamanda da Anayasal zeminde de eşit yurttaşlık ilişkileri ve kimliği geliştirebileceği birleşik ve federal bir Kıbrıs’ı arzuluyor. Sadece bu düşü arzulayan binlerce insandan biri olarak. Niyazi hoca bizden biri. Çokluğun içinde sadece biri.
Ve şimdi yeni köprüler kurmak için yola düşüyor.
Belki de Ayşe ile Eleni’nin kol kola ışıltılı yarınlara ulaşacağı bir köprüyü kurmak için…
Bugüne basarak yarına köprü örmek için…
*
Son bir not. Biraz da öneri ve beklenti de diyebiliriz. Niyazi hoca, bugün AB’nin içinde bulunduğu kritik sürece değinirken sadece milliyetçilik ve popülizm üzerinden bir okuma yaptı. Fakat daha genel bir krizin varlığından bahsetmek mümkün. Hatta bugün yaşanan popülist ve milliyetçi yükselişler de bu krizin bir getirisi. Bu krizde de ekonomik politikaların yeri oldukça büyük. Yani kısacası AB’deki tedirginliklerden bahsederken aynı zamanda neoliberalizmin yarattığı sosyal, kültürel ve ekonomik tahribat ve yıkımlardan da bahsedilmeli ve alternatifler ortaya konmalı diye düşünüyorum.