Crans Montana’da devam eden Kıbrıs konferansında en çok dikkatimi çeken olgu müzakerelerin kopmaması ve ilerleme sağlanması için Birleşmiş Milletlerin yoğun bir şekilde çalıştığı ve taraflar üzerinde baskı oluşturduğudur.
Tarafların metodoloji konusundaki katı tutumları nedeniyle neredeyse çökme noktasına gelen müzakereler, BM Genel Sekreterinin müdahalesi ile kurtarılmıştı. Nitekim Crans Montana zirvesi de, Tuğrul Türkeş’in de belirttiği gibi BM’nin “zoru” ile toplanmıştır. Zorla Crans Montana’ya giden tarafların, ilk günlerde bilindik tutumlarını tekrarlamaları ile krize soktukları zirve, yine BM Genel Sekreteri’nin müdahalesi ile devam etmektedir.
Esas olarak emperyalist düzenin diplomasi ve manipülasyon aracı olan Birleşmiş Milletleri ve Kıbrıs’taki rolünü abartmak istemiyorum. Ancak bugünler de çağdaş Kıbrıs tarihinde kapsamlı çözüm yönünde en yapıcı rolünü oynadığını söyleyebilirim. BM’nin çözüm yönünde baskı yapması imaj oyunu mu, yoksa artık büyük güçler Kıbrıs sorununda çözüm mü istemektedirler, bunu yaşayarak göreceğiz.
Son gelen haberler, BM’nin kararlılığı karşısında tarafların mevcut pozisyonlarından geri adım atarak esnedikleri yönünde. Güvenlik ve garantiler başlığı ile diğer tüm bağlıkların bir biri ile bağlı, paket şeklinde ve sonuç alıcı şekilde ele alınacağı bir yöntem ile müzakerelere devam edileceği yönünde. BM’nin zorlaması ve tarafların esnemesi devam ederse 7 Temmuz’da Hamburg’da toplanacak G20 Zirvesi’ne kadar en azından bir çerçeve anlaşmasının sağlanması hiç de sürpriz olmayacak.
Diğer yandan çözüm kilidinin güvenlik ve garantiler anahtarı açacaktır. Diğer 5 başlık ta büyük oranda anlaşan, açıkta duran konuları da koz olarak ellerinde tutan taraflar, güvenlik ve garantiler konusunda ortak bir nokta da buluşabilirler ise yarım asrı aşan Kıbrıs sorunu tarihe karışabilir. Aksi, yani konferansın sonuçsuz kalması ve başarısızlığa uğraması tüm Kıbrıslılar için yeni ve daha büyük felaketler doğuracaktır. Tüm Kıbrıslılar olarak ya çözüm, ya da felaket ikilemi ile karşı karşıyayız. Hem de hiç olmadığı kadar.
Bu nokta da daha önce birçok kez belirttiğimiz gibi hatırlatmakta ve yeniden vurgulamakta fayda var.
“Güvenlik ve garantiler başlığı ne Kıbrıslı Rumlara daha az toprak iade etmek için ne de Kıbrıslı Türklerin dönüşümlü başkanlık haklarını sınırlamak için koz olarak kullanılmalı. Esas olan açıkta duran konuları karşılıklı koz olarak kullanma politikasına son vermek, güvenlik ve garantiler başlığında topu garantörlere atmadan yenilikçi ve yaratıcı çözüm önerileri ortaya koyabilmektir. Bu görev ve sorumluluk toplumlar adına müzakereleri yürüten her iki liderdedir.
Bu noktada NATO’cu garanti sisteminin Kıbrıslıların güvenliği ile hiçbir bağlantısı yoktur. Aksine garanti sisteminin ve garantörlük mekanizmasının varlığı ve sürdürülmesi, Kıbrıs ve Kıbrıslıların güvenliği için en büyük tehdittir. Bunun somut delilleri bizzat Kıbrıs’ın acı tarihinde yaşananlardır. Dolayısı ile bu başlıkta ilerleme ve uzlaşı yakalanmak isteniyorsa, garantileri, güvenlik ile ilişkilendirmeye ve insanların korkuları üzerinden propaganda yapmaya son verilmelidir.
Son olarak şu noktayı vurgulamakta yarar var. Güvenlik ve garantiler konusu müzakere tarihinde ilk kez uluslararası konferanslar çerçevesinde görüşülmeye başlanmıştır. Bu garanti sisteminin mevcut hali ile devam etmeyeceğinin tüm taraflarca somut bir şekilde kabul edilmesi demektir. Garantiler konusunda özellikle Türk tarafında halen sürdürülen tutucu propagandalar bu konu ile ilgili yeni bir model arayışı içerisine girildiği gerçeğini değiştirmemektedir.
Yapılması gereken yukarıda da belirttiğimiz gibi tutucu propagandaların tesiri altında kalmayarak, yenilikçi ve yaratıcı öneriler ile çözümün kilidini açacak olan güvenlik ve garantiler bağlığında ilerleme sağlanması için liderlik yapmak, gelişmelerin kapsamlı çözüm yönüne doğru evrilmesini zorlamaktır.