İlgiyle takip ettiğim bazı ekonomistlerin dahi euro konusunda biraz aceleci çıkışları olduğunu şaşırarak takip ediyorum. Bu açıdan yine konuya sağlıklı bakabilmek adına bir iki noktayı hatırlatmakta yarar var.
Öncelikle, biz şu an TL kullanırken, bu para birimi ile ilgili alınan kararları etkileme gücüne sahip değiliz. Türkiye’nin bence sağlıksız olan yeni ekonomi paradigmasının peşinden gidiyoruz. Türkiye bu paradigmada endüstriyel bir ülke olmak istiyor. Biz ise hizmet sektörü canlı olan bir yer olmak durumundayız. O yüzden türk lirasının değersizleşmesinin karşılığında bir kazancımız olması güçtür. Küçük ada ekonomileri için bu durum normaldir. İkinci normal olan şey, küçük ada ekonomilerinin kendi para birimleri yerine daha güvenilir bir para birimi kullanmasıdır (son baktığımda 46 küçük ekonomi bu şekilde faaliyet göstermektedir.)
Konuyu dağıtmadan, şu an TL kullanma kararı almamıza rağmen, TL üzerinde etkimiz yoktur. Euro kullanılırsa, Euro üzerinde de etkimiz olmayacaktır. Ancak Euro’nun TL kadar ciddi bir enflasyon sorunu yoktur. Yani alım gücünde oluşan problemleri kısmen de olsa çözme yolu stabil bir para biriminden geçmektedir. İsterseniz Japon yenine de geçebiliriz. Sorun isim değil nitelik özelliktir, maalesef Türk lirasi yüksek enflasyonist özelliği nedeniyle iyi bir seçim değildir. Bunun kötü bir seçim olduğunu 1994, 1998, 2001, 2008, 2019 krizlerinde defalarca yaşadık.
Bir diğeri hali hazırda nakdi varlıkların kullanıldığı işlemlerde piyasa dövizleşmiştir. Mevduatların %65’i dövizdir. Ticaretin %95’i dövizdir. Mali yardımların %50’si döviz, TC’den alınan borçlar döviz, en önemli 3 ana sektör İnşaat, Turizm ve Yüksek Öğretim döviz üzerinden fiyatlandırılmıştır. Güneyden gelen günlük ziyaretçiler ellerindeki euroyu getirmektedir. Kara kapılarından sadece Ocak – Ekim arası (geçişlerin hazirandan sonra rahatlamasını akılda tutmakta yarar var) 674 bin Kıbrıslı Rum, 339 bin diğer ülke vatandaşı olmak üzere toplam 1 milyon kişiden fazla geçiş yapılmıştır. Bu resmi nüfusun 2 buçuk katına denk gelmektedir ve bu gelenlerin cebinde TL değil döviz varlıklar vardır.
Adanın kuzeyinde bu kadar döviz akışı varken, döviz rezerv probleminin sorun yaratmayacağı aşikardır. Kara kapılarından gelen 1 milyon kişinin kur çevirirken yanıltılma korkusu olmadan, Kıbrıs Türk tarafından harcama yapması mümkün olacak bir durum söz konusudur.
Aynı zamanda piyasanın zaten doğal olarak döviz cinsine dönmesi veya eurolaşması yaşanırken, buna izleyici kalmak yerine bunu avantaja çevirmek esaslı bir konu olmalıdır. Türk lirası kullanımının yasaklanması değil, euro kullanılmasının daha yaygınlaştırılması bir politik noktadır. Türk lirası mevduatlarının yok olması, Türk lirası ile işlem yapanların cezalandırılması değil, euroya da eş fırsatın tanınması temeldir. Özellikle kamudaki ücretlerin TL’den eş değerdeki Euro cinsine geçirilip sabitlenmesi ile bu sürecin başlatılması da mümkündür ve gerçekleştirmek tek bir karara bakmaktadır.
İşin teknik boyutunda hala daha TC ile yapılacak mali protokol anlaşmasının döviz cinsi biçimde yapılması gereklidir. Hali hazırda cari bütçeye yapılan yardımların döviz olarak borç hanesine yazıldığı bu koşullarda, mali protokol kapsamındaki yatırımların döviz cinsinden yapılması ilişkinin daha tutarlı olması açısından da gereklidir. Buradaki niyetin TC’ye aklı selim bir biçimde aktarılması da önemlidir. Bunun TC’ye yaratacağı faydalar (mesela TC üzerinden yapılan ithalatın devamlılığının garanti edilmesine olanak sağlaması gibi) da aktarılmalıdır.
Aynı zamanda bu konu sadece bir seçim projesi değil, Kıbrıslı Türklerin geleceğini tayin etmesi kapsamında ekonomik geleceğini yoksulluk sarmalında olmayacak şekilde belirleme sorumluluğunun göstergesi olarak anlaşılmalıdır. Bu pozisyonun adanın geleceğinde toplumlararası siyasi entegrasyonun önünde ekonomik entegrasyonunun da sağlanması için bir fırsat olarak görülmesi de önemlidir. Bu açıdan sorun çıkaracak olanın sadece TC değil aynı şekilde AB veya Kıbrıslı Rum tarafı dahi olabileceğini değerlendirerek, istenilenin karşılıklı güven yaratıcı ve adanın geleceğini birleştirecek bir yaklaşım olarak sunulmasının önemli olduğuna inanmaktaydım.
Bu perspektiflerin savunulması, bu yaklaşımların siyasi bir programa ve partiler üstü bir anlayışa evrilmesi elzemdir. Bu açıdan sevdiğim takdir ettiğim ekonomistlerin muhafazakar tavırlarını gözden geçirmeleri, ezberin dışında düşünerek kamusal tartışmaya katkı yapmalarının son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Bununla beraber, siyasi partilerin de bunu sadece bir seçim çalışması değil, önümüzdeki yıllara hazırlanacak bir geçiş projesi olarak kurgulayacağı ve uzun erimli bir mücadele alanı olarak kurgulaması gerektiğine inanıyorum.