Annan Planı dönemi, Kıbrıs için siyaseten yaşanan dönüşümün tarihsel bir göstergesiydi. Dönem öyle görkemli ve heyecan uyandırıcıydı ki, ufuk çizgisinde görünen barış, yaklaşmakta olan bir gemiyi andırmaya başlamıştı.
Elbette Kıbrıs’a dair TC’nin resmi ideolojisinin değişiminin de etkisiyle yaşanan kitlesellik, göz ardı edilemeyecek boyuttaydı ancak bu kitleselliğin, hiçbir tarafa evriltilememiş olduğu Crans Montana sürecinde maalesef deneyimlenmiş oldu.
Annan Planı döneminin siyasal hareketliliğinin bugün Kıbrıs’ın kuzeyindeki siyasi arenaya etkisinin hafifliği tartışmaya değer.
Bu tartışma, siyasetin, siyasi partiler arasında tahterevalli gibi inip çıktığı bir oyuna dönüşmesini anlamaya yardımcı olacaktır. Nitekim siyaset olgusu salt işaret edilene oy verenlerle vermeyenlerin seçim çekişmesinin ötesinde kavranmayı hak etmektedir.
Kendi örgütlü gücüyle, bağımsız eylemliliğiyle siyaset yapmak, mecliste temsiliyeti olmayan örgütlere bırakılmış bir alan olarak tarif edildiğinden ve federasyon, siyasetin yegane mücadele başlığı olarak görüldüğünden Annan Planı dönemindeki heyecan mumla aranıyor. Başlıca sorun, yakalanan heyecanı temsil edecek siyasal aygıtların ve politik söylemin geliştirilememiş olmasıdır. Dönemin heyecanının o ana ilişkin olduğu saptaması ve süreksiz olarak değerlendirilmesi ise siyasi partilerin, pek de bir işe yaramadığı halde, yıllardır yaptıklarına devam etmelerini beraberinde getirdi. Oysa statüko karşıtlarının, yani bugün neredeyse terazinin bir kefesini dolduran niceliğin, ilk kez büyükçe bir eşiği atladığı gerçeği, çırılçıplak ortada duruyordu.
Kuşkusuz nesnel koşullar, özellikle TC’nin buradaki varlığı da aynı açıklıkla ortadadır ancak yakın coğrafyada Kürtlerin köklü bir devlet geleneğine sahip TC’yi ve koskoca bir orduyu karşısına alışını, 84’ü orijin sayarak değerlendirirsek, bugün Kürtlerin mücadelesinin gelebildiği nokta, nesnel koşulların bal gibi de zorlanabileceğinin göstergesi niteliğindedir. Diğer yandan elbette Kürtlerin mücadele alanlarını, meclis de dahil olmak üzere bir toplumsal dönüşüm projesi çerçevesinde örgütleyebilmelerinin başarıda payı büyüktür. Başarının tespitinde altı çizilmesi gereken bir diğer nokta da; Kürtlerin, ortaya konulan bu toplumsal proje eşliğinde, kendi içlerinde de, gerici ve devlet yanlısı unsurlarla ayrışmayı, mücadelenin olmazsa olmazı olarak değerlendirmeleridir.
Bu bağlamda Kıbrıs’ın kuzeyinde statükocuların ve karşıtlarının aynı kimlik çerçevesinde, aynı masaya, aynı çözüm için oturmaları, toplumsal bir hareketliliğin yaratılmasında büyük engel teşkil etmektedir. Barış yanlılarının, toplumsal bir dönüşüm projesi altında bir araya gelebilmeleri, amorf Kıbrıslı Türk kimliğinin, gerici unsurlarından ayrışmasını da beraberinde getirebilecektir.
Öte yandan Kıbrıs’ın kuzeyinde çözüm tartışmalarının, mecliste temsiliyeti olan siyasi partiler bağlamında TC’ye ve dolayısıyla hükümete angaje halde olduğunu da söylemek mümkündür. Hatta solun büyük bölümü, Annan Planı dönemindeki heyecanı değerlendirememiş, maalesef mücadeleyi seçtirilmişlerden yahut atanmışlardan şikayete endekslemiş ve toplumsal bir dönüşüm projesi içermeyen güdük bir siyaset anlayışı sergilemektedirler.
Federasyonun en iyi alternatif olduğu tartışmaları bir yana, federasyonu, barış mücadelesinin tek ekseni olarak tarif etmenin, siyaseti o alana sıkıştırma tehlikesiyle karşı karşıya bırakacağı da unutulmamalıdır. Örneğin bağımsızlık meselesi, ihtiyaç olan toplumsal dönüşüm projesinin, federasyona ötelenemeyecek en meşru, en kavrayıcı, dünya kamuoyunda en ses getirici gündemi olarak da değerlendirilebilir. Statüko karşıtlarının statükoculardan, hem bu projeyle, hem de bağımsızlık başlığıyla böylelikle ayrışabilmesi de kuvvetle muhtemeldir.
Kıbrıs’ın kuzeyinin ve buradaki siyasetin, “yönetemiyorsunuz” muhalefetinden de, “bir daha ‘açık’ müdahale olduğunda seçimlerden çekiliriz” söyleminden de fazlasına ihtiyacı var.
İdare-i maslahatla nereye kadar?